ESKİ DOST DÜŞMAN OLUR! (mu?) DEMEYİN! DENEYİMLE SABİT, OLUYOR…

Önceleri sarmaş dolaş oldular, hasret giderdiler, “dostluk temelleri attık” dediler, ailece görüştüler, “siyasi, ekonomik, eğitim, kültür alanda engel yok ortak çalışma yapabiliriz” açıklaması yaptılar. Sonra meydanlara çıkıp “esnaf kazandı, sanayici kazandı vatandaş kazandı iki ülke kazandı” diye bağırdılar ve halka onaylattılar.

Sonraları “Avrupa’ya artık vizesiz gireceğiz. Bu Türkiye’nin Avrupalı olduğu gerçeğinin yansıması! Biz Avrupa kıtasının bir parçasıyız” dediler. Gelinen noktayı görmediler. Avrupa’dan geçtik, Suriye, Yemen, Somali, Libya ve Kuzey Kore’yle aynı kefeye koyulmamızı başarıyla sağladılar.

Tarımda kendi kendine yetmekle övünen ülkemizi, Bulgaristan’dan saman, Kanada’dan mercimek ithaline zorladılar. Derken Sırbistan’dan et ithal etmeye başladık, ilgili bakana göre halkımız artık bol bol et yiyecekmiş. CB; “İmzaları attık, 5 bin ton et ithal edeceğiz. Güven ve itimadımız tam. Gerçek dostumuz olduğunu gösteren Sırbistan devlet başkanına şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum” dedi. (Allah korusun ama şimdi yazının başlığını yeniden ve yine okuma zamanıdır)

Bilgi notu: Dünyada kişi başına et tüketiminde yılda 120.2 kg ile ABD birinci sırada yer alıyorken, yılda 4 kg ile Bangladeş son sırada bulunuyormuş. Sırbistan’dan löp et ithal edeceğimize göre acep diyorum ABD’yi yakalar mıyız?

Şimdi gel, 5 bin ton et müjdesini almışken, sık sık et yiyeceğimize sevinirken başbakanın; “Türkiye özü sözü bir olan muhalefete hasret kaldı” sözünü masaya yatırarak moralleri boz! Ya da bunca ekonomik krize rağmen yüksek yüksek tepelerin araba sevdasını sorgula. İnsanda iştah mı kalır deyip hemen vazgeçiyoruz...

Bizim yapacağımız tek şey var veya kaldı! O da şu;

Savaşmış, şehitmiş, ekonomik krizmiş, işsizlikmiş, kadın cinayetleri imiş, eğitim dibe vurmuşmuş. Bunları geçip, varsa yoksa kendine güvenin tekniğini, hayatın anlamını, başarının sırrını, mutluluğun anahtarını bulan liderlerimizle övünmek…

Ve onların iç ve dış dünyalarında gezinmek, onlardan bu kadar rahat olmanın püf noktalarını, sağlıklı yaşamın inceliklerini kavramak, bu kadar yorucu çalışma temposuna nasıl dayandıklarının sırrını öğrenmek…

Büyüklerimizin gençlik sırlarını her şeyi hazırlayan danışman ordularının yüksek performansında aramak! Bu arada da bir öneride bulunmak; Keşke yönetim erbabı bunca danışmanı bulmuşken kişisel düşünce ve deneyimlerini kitap yapsalar, hem etkili iletişim, hem de kişisel gelişim dünyasına katkı sağlasalar, bizler de okuyup cehaletimizi gidersek iyi olmaz mı?

Böyle bir kitap yazılırsa ki yazılacaktır, içinde yer almasını istediğim bir başka konu da şu olacak! Ağızlarını açınca liyakatten söz edenlerin, eş dost akraba partili dayanışması ve kayırmasıyla aldıkları yola da değinsinler. Çünkü bakanların çoğunun, başbakanın ailesinin büyük kısmının yüksek makamlarda yer aldığı artık sır değil ama yöntemini bilmek gerek!

Kitapta yer alamayacak ama keşke savundukları gibi yönetimde objektif seçme, ölçme ve değerlendirme esas alınsaydı. Türkiye diyaloğa hasret kalmasaydı. Siyasetin dili bu kadar kırıcı, kavgacı, hakaretamiz ve korkutucu olmasaydı. Bizler öğretilmiş çaresizlik, bastırılmış duygular arasında gidip gelmeseydik. Gençlerimiz “Ana” dediğimiz vatandan gitmek yerine, en sıkıntılı anlarda, anasına koşar gibi vatanına koşsaydı…

Not: Sizin için araştırdım, öğrendim! AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında devletin borcu 130 milyar dolarmış. Bugün bu rakam 486 milyar dolara çıkmış. Sadece faizlerini ödüyor, borcu yeni borçlarla kapatmaya çalışıyormuşuz.

Sözün özü: Acaba diyorum gençlerimiz hem siyasetin parmak sallayan üslubundan, hem de bu borçlardan korktuğu için gitmeyi kafasına koymasın sakın…