Bayramın asıl anlamı olan huzur, mutluluk, neşe ve sakinliğimizi nerede kaybettiysek tez zamanda geri bulup yerine koyalım inşallah...
Zannedersem, bayram denildiğinde aklımıza ilk gelen geleneksel ziyaretlerdir. Her ne kadar kapitalizmin acımasız yuları, tatil günlerini iple çeken çalışanların gözünü aile saadetlerine çoktan dikmiş olsa da, bu geleneğimizi de yıkmak için bir kuşak daha beklemek zorunda kalacak gibi görünüyor.
Üzerinde düşününce fark ediyoruz ki kavramların değişimi önce kelimelerin içinin boşaltılmasıyla başlıyor. Sizce de öyle değil mi?
Sözlükte bayram; bir olayı anmak gereğiyle yapılan gösteri ve eğlencelerden oluşan tören olarak geçiyor. Kelimenin Sanskritçeye dayanan kök anlamının verdiği sadelik ise gerçekten çarpıcı derecede etkileyici. Pehlevice, patram “neşe, huzur, mutluluk, sükun” anlamını taşıyor. Okuyunca gözlerime inanamadım. Hayat bayram olsa tabirine tam oturan bir tanım değil mi? Neşeli, mutlu, huzurlu ve sakin bir hayat. Şimdi kendimize samimiyetle soralım lütfen, huzur ve mutluluğumuzu hayatlarımızda gösteri, eğlenceye satmış olabilir miyiz? Biliyorum bunu biz yapmadık ne münasebet diyen sesinizi duyar gibiyim, ancak her şey gibi tüm bu kavramlar değişirken o çorbada bizim de tuzumuz oldu ya da bu değişiklik için hiç ses çıkartmadık. Bu da demek oluyor ki sessizce onay verdik.
Sizleri sarsarak düşündürmeye çalıştığım konu ise, maneviyatımızın nasıl ellerimizin arasından kayıp gittiği. Hayatlarımızın içinde samimiyet, muhabbet, dostluk giderek azalıyor farkedebiliyor musunuz?
Etrafımızda olup biten herşey güven duvarımızı biraz daha sıkı örmemize ve ruhumuzu içeriye daha çok hapsetmemize sebep oluyor. Toplumsal anlamda kaybolan maneviyat aramızdaki bağları tek tek söküp atıyor. Yalnızlaşıp, bireyselleştikçe ve toplumdan uzaklaştıkça ruhsal olarak çok daha fazla etkileniyoruz. İnsanı insan yapan değerlerimizle birlikte, panik atak ve anksiyetimiz de artıyor hiç dikkatinizi çekiyor mu?
Ne oldu da bu duruma geldik? Sahip olmak zorunda hissettiğimiz maddi değerler ve onlara yüklediğimiz anlam arttıkça artıyor ve kaybedeceklerimiz sırtımızda kambur oluşturuyor. Miras için birbirini öldüren kardeşler, para için annesini balkondan sarkıtan caniler, para için bırakın bedenini ruhunu satan insanlar haline geleli kaç yıl oldu? Hiç kimse birbirini kaybetmekten korkmuyor, tek korku renkli ekranlarımızın aniden kapanıp susması. Çocuklukta sınavlarla birlikte ateşlenen yarış psikolojisi, büyüdüğümüzde de sönmeyen bir yangın içimizde. Sosyal medyada bu yarıl maskeler halinde devam ediyor. Yavan ve renksiz hayatlarımız olsa gerek herşeyi maskeleyerek ve filtreleyerek sunuyoruz etrafımıza. Herkes o kadar mutlu ki adeta mutlulukta ve zenginlikte yarış var. Hal böyle olunca insanın aklına Nasrettin Hoca geliveriyor.
Nasrettin Hoca kaybettiği yüzüğünü çarşıda arar. Ahali hocaya yardımcı olur hep birlikte yüzüğü ararlar. Bir süre sonra içlerinden biri sorar:
-Hocam sen bu yüzüğü nerede kaybettin?
-Evin önünde kaybettim.
-Evin önünde kaybettiğin yüzüğü neden çarşıda arıyorsun?
-Evin önü karanlık burası aydınlık da o yüzden burada arıyorum.
Bu fıkra bireysel başlayıp topluma sirayet eden bir viral vakaanın adeta çözülümü gibi. Sahip olduğumuzun farkında bile olamadığımız o altın yüzük acaba neyi temsil ediyor? Gerçi günümüzde altın yüzük kaybolmuş daha önemli ne olabilir ki diyen de olacaktır. Yüzük bulunur da adalet, merhamet, vicdan, misafirperverlik, hoşgörü, güven, iyi niyet bunları nerede arayalım? E tabii bulmak için doğru yerde aramak da işin başında geliyor.
Bugün Ramazan Bayramı başladı. Bayramın asıl anlamı olan huzur, mutluluk, neşe ve sakinliğimizi nerede kaybettiysek tez zamanda geri bulup yerine koyalım inşallah.
Hepimize giderek artan bayram sevinçleri diliyorum. Bayramınız bayram ola!