ŞAŞIRDIM

Farklı tahminlerin birleşmesiyle ortaya çıkan olağanüstü sonuç

Toplumların gelişmesinde bireylerin önemli olduğuna inanırım hep.

Bana göre aslolan bireylerdir, bireylerin fikirleri, görüşleri, buluşlarıdır.

Bireyler bir araya geldiklerinde ise çoğu kez “ortalama zekanın” bile altına inerler, hatta en munis insanlar bile bir anda vandallaşabilirler.

Zaten bireysel olarak belki son derece eğitimli ve bilgili olan Almanların, Nazi vahşetine verdiği kitlesel desteği nasıl açıklayabiliriz ki?

Kalabalıklar üretici, yaratıcı olamaz.

Ancak bir de “kolektif akıl” denilen bir olgu var.

Birbirinden çok farklı düşünenlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan kolektif akıl, toplumların ileri gitmesini, refah ve huzur içinde yaşamasını sağlayan en önemli etmen olur.

Kabalalıklar buluş yapamazlar, teknoloji geliştiremezler, bilim, sanat ve kültür alanında yaratıcı olamazlar ama herkesin ortak çıkarını gözetecek kararlar alabilirler.

Bu ortam ne kadar sağlıklı olursa bireylerin tüm toplum yararına olacak yaratıcılıkları da en üst düzeye çıkabilir.

Kolektif aklı demokrasi olarak tanımlayabiliriz.

Geçenlerde eski bir araştırmaya dayanan “Kalabalıkların bilgeliği” başlıklı bir makale okudum.

Bu makaledeki “Kalabalıkların farkında olmadan ulaştıkları doğru sonuç” benim için çok şaşırtıcı oldu.

Bu makaleye esas olan inceleme geçen yüzyılın ilk başında yaşanmış.

1906 yılında Francis Galton adında bir bilim insanı İngiltere’de bir hayvancılık fuarına katıldı ve fuarda dolaşırken bir yarışmaya tanık oldu.

Yarışma bir öküzün kesilip temizlendikten sonraki et ağırlığının tahmin edilmesi üzerineydi ve bir bilet alan herkes yarışmaya katılabiliyordu. Öküzün ağırlığına en yakın tahmini yapan kişi de öküz kesildikten sonraki tüm etlerin sahibi olacaktı.
Galton 800 kişinin yarışmaya akın ettiğini gördü. Yarışmaya katılanlar arasında kasaplar ve çiftçiler de vardı ama büyük kısmı hayvanlarla ilgisi olmayan sıradan insanlardan oluşuyordu.

Galton da bunu sıradan halkın ne kadar kifayetsiz olduğunu kanıtlamak için bir araştırmaya dönüştürmeye karar verdi.
Galton’un araştırmasında baktığı tahminlerin bazıları oldukça saçmaydı.

Ama bu bilim insanı tahminlerin tamamını toplayıp, ortalamasını bulmak için 800’e bölmeye karar verdi.

Sonucun etlerin gerçek kilosundan çok çok uzakta olacağını düşünüyordu. Zira tahmin yapanların çok az bir kısmı uzmandı, geri kalanlar ise vasıfsız insanlardan oluşuyordu.
800 kişinin yaptığı tahminlerin ortalaması 542 kilo çıkmıştı.

İnanması biraz güç ama etlerin gerçek ağırlığı ise 543 kiloydu.

Oysa bireysel tahminlerin hiçbiri doğru sonuca bu kadar yakın değildi. Buna karşı yarışmaya katılanların tümü birlikte küçücük bir hata payıyla sonucu bulmuştu.

Yani grubun kolektif tahmini neredeyse mükemmeldi, en yakın tahminden bile daha iyi.
Buna kalabalıkların bilgeliği deniyor. Doğru şartlar altında büyük gruplar bireylerden daha doğru kararlar alır, hatta bazen grubun içindeki en akıllı bireyden bile daha iyi.

SONUÇ: Önemli olan şey toplum içindeki çeşitlilik ve bağımsızlıktır. İnanın bana en iyi kararlar anlaşmazlıkların ve rekabetin ürünüdür. Fedakarlık veya mutabakat sadece orta yollar bulur. Ama bir gruptaki herkes bağımsız hareket edebilirse, fikirler farklı da olsa kolektif düşünce grup için en iyi kararın verilmesini sağlayabilir. Demokrasilerin altında yatan güç de işte budur.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Hitler’in propaganda bakanı Göbels’in tavsiyeleri

Nereden aklıma geldi bilmiyorum, Nazi Almanya’nın en önemli isimlerinden Joseph Göbels’in adı takıldı aklıma.

Göbels Hitler’in iktidarı boyunca koskoca Alman toplumunun beynini yıkayarak iktidara destek vermesini sağlayacak algıları yaratan ve bunları yöneten isimdi.

Dönemin Alman toplumu Avrupa’nın en ileri toplumuydu belki de.

Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş olmanın utancı ve aşağılık duygusu içindeki Almanlar en iyi eğitilmiş toplumu yaratmakta gerçekten bir mucizeye imza attılar.

Almanlar bilim, sanat kültür, edebiyat alanında tüm Avrupa ülkelerini geride bırakmayı başardı.

Ancak aynı Almanlar bir araya gelip sadece kendilerine dayatılan algıların baskısı altında dünyanın en aptal işini de yaptılar.

İşte çok iyi eğitimli kalabalıkların bile beyninin muhallebiye dönüşmesinde Göbels’in taktik ve tavsiyeleri bir başka mucize yaratmıştı.

Gelin Hitler’in Propaganda Bakanı Göbels’in taktiklerini hatırlayalım;

1- İnsanların beyin tembelliğini gördükçe, her istediğimizi yapabiliriz.

2- Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır. Yılmayın, yalana devam edin.

3- Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar.

4- Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur.

5- Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır.

6- Halkı her zaman ateşleyin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin.

7- Halk; büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.

8- Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin.

9- Asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin.

10- Asla kendinizden başka birine hareket alanı bırakmayın.

11- Asla kabahat ve suç üstlenmeyin.

12- Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.

13- Yargı devlet hayatının efendisi değil, devlet politikasının hizmetkarı olmalıdır.

14- Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk sunayım.

15- Her zaman etrafınızda, bir yalaka ordusu bulundurun.

16- Prestij ve karizma sahibi lider, propaganda işini çok kolaylaştırır.

17- İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse, o kazanır.

18- Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak çok kolay.

Sahi nereden aklıma geldi şu Göbels anlamadım.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Yürüyen yollar asansör değildir

Şimdi belki diyeceksiniz ki “Yahu bu da konu mu, canını sıktığın şeye bak.”

İlk anda haklı gibi olabilirsiniz.

Ama böyle düşünen varsa sabah ya da akşamın en kalabalık saatlerinde metroya binmek için koridorlarda yürüsün önce kararını da sonra versin.

Takıldığım şu.

Bazı metro istasyonlarında yürüyen merdivenlerin yanısıra yürüyen yollar da var.

Bir bakıyorsunuz kalabalık oluk oluk akarken bu yürüyen yol üzerinde bir kişi durmuş.

O bir kişi var ya, arkadan gelen yüzlerce insanın yığılmasına neden oluyor.

Kural olarak yürüyen merdivenlerde yürümek istemeyen sağ tarafta durur, isteyen sol taraftan yürür.

Oysa yürüyen yol asansör ya da yürüyen merdiven gibi durup beklenecek yol değil.

Yürüyen yollar kalabalıkların daha hızlı hareket etmesini sağlamak için yapılmış.

Çok yaşlı veya yürüme sıkıntısı çekenler için bir şey diyemem ama sırf tembellik edip “Nasıl olsa yol beni götürüyor” diyenlerin arkadan gelenlerce pek hayırla anılmadıklarını söyleyeyim.

Tabii insanların bu konuda biraz izan sahibi olması gerek.

Geçenlerde böyle kalabalık bir saatte keyfe durup yolu tıkayan birine “Bu yürüyen yol, asansör değil” dedim geçerken, yüzüme bön bön baktı, muhtemelen anlamadı.

Hâlâ “Bu da konu mu?” diyen varsa tekrarlıyorum, “Kalabalık saatte gidin kendiniz yaşayın.”

ÇOK GÜLDÜM

Üç pazar fıkrası

Bu hafta sağlığına kavuşan Yıldırım Tuna üç fıkra göndermiş. Bu arada Tuna, rahatsızlığı nedeniyle kendisine geçmiş olsun dileklerini ileten tüm okurlara da en içten sevgilerini gönderdiğini söyledi.

Kocamı başka kadınla yakalarsam

İki kadın sohbet ederlerken konu tabii ki ‘Kocalara’ gelmiş, birinci kadın “Eğer kocanı bir kadınla yakalarsan ne yaparsın?” diye sormuş,

“Benim kocam mı?. Biriyle? Yakalamak? Pöh.. Saçmalama!” diye cevap vermiş arkadaşı.

“Uzatma canım.. Ne var bunda? Bir soru işte” diye pişman olmuş gibi konuşmuş diğeri.

“Eveet” demiş bizimki derin bir nefes alıp sinirden ellerini masanın üzerine koyarak “Önce o şıllığın beyaz bastonunu kırar, kılavuz köpeğini vururdum ve hemen taksi çağırıp şoföre o kadını kaçtığı tımarhaneye geri götürmesini söylerdim!”

Mini Golf

Biraz uzun boyluyum ya, kısa boylular beni görünce “Çocukluğunuzda basketbol oynadınız mı?” diye hep o saçma sapan soruyu sorarlar. Ben de sinirlenip “Hayır” derim, “Peki, siz çocukluğunuzda sürekli  “Mini Golf ‘ mü oynadınız? diye bu sefer de ben onlara sorarım.”

Şişman Kadın

– Bir daha bana ‘Şişman’ dersen seni terk ederim ona göre..

– Aşkıımmm, sakın… Hem bak çocuğumuzu düşün…

– Çocuğumuz? Bizim çocuğumuz yok ki.

– Nee? Yo.. Yoksa sen hamile falan değil misin?

https://twitter.com/can_atakli_