DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Gazi Koşusu’nda İmamoğlu hazımsızlığı

İlk defa bir Gazi Koşusu izledim.

Müthiş bir heyecan, müthiş bir coşku, gerçekten görülmeye değer.

Öyle televizyondan izlemek gibi olmuyor.

Protokol tribününe gelen at sahibi kadınlar bir düğüne gider gibi en şık giysilerini giyiyor, başlarında mutlaka şapka var.

Erkekler takım elbiseli.

Ben de beyaz pantolon, kırmızı ceket ve ay-yıldızlı kıyafetimle Türkiye Jokey Kulübü’nün davetlisi olarak tribünde yerimi aldım. Yanımda 9 yaşımdaki kızımla birlikte. O da bembeyaz bir uzun elbise ve başında minik bir şapka ile günün anlamına uygun kıyafetteydi. Adı gibi Peri’yi andırıyordu.

Her şey çok güzeldi ama bu günü bozan bana göre İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik davranıştı.

Gazi Koşuları’na eskiden cumhurbaşkanları mutlaka katılırdı.

Özal, Demirel, Sezer hatta Gül bu yarışları izlemiş ve birinciye kupasını kendi elleriyle vermişlerdi.

Sonuçta bu yıl 96’ncısı yapılan Gazi Koşusu hem Atatürk adına düzenleniyor hem de bir anlamda Cumhurbaşkanlığı yarışı niteliğinde.

Bu kuralı bozan Erdoğan oldu.

AKP Genel Başkanı, ne başbakan ne de cumhurbaşkanı sıfatıyla bu yarışları hiç izlemedi.

Dün de gelmediği gibi, saray adına iki devlet memurunu görevlendirmiş.

Biri Tarım Bakanı’nın diğeri de Spor Bakanı’nın yardımcıları iki memur yarışı izleyip ödül törenine katıldı.

Ekrem İmamoğlu protokol tribününden yarışı izleyen en üst mertebedeki isimdi.

İstanbul’un seçilmiş başkanı İmamoğlu, Veliefendi Hipodromu’na geldiğinde Jokey Kulübü Başkanı Serdal Adalı tarafından karşılanmadı.

Adalı, İmamoğlu yerine oturduktan sonra usulen gelip arkasından “Hoş geldiniz” diyerek elini uzattı.

Gazi Koşusu ödül töreninde yanına iki devlet memuru ile bir de generali aldı, İmamoğlu ve eşi en kenarda bırakıldı.

Ama ne oldu?

Yüz bini aşkın izleyici ödül vermek üzere iki devlet memurunun adı söylendiğinde “çıt” bile çıkarmadı, alkış tufanı at sahibi ve jokey ödülü aldıktan sonra patladı.

Sonra herhalde “O kadar da ayıp olmaz” diyerek İmamoğlu’ndan da ödül vermesini istediler.

Adı anons edildiğinde bütün tribünler ayağa kalkarak alkışladı bu arada “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atıldı.

Peki niye böyle oluyor?

Çünkü AKP korkuyor, kimi kurum başkanları, yöneticileri de AKP’den korkuyor.

Bu tür törenlerde veya başka ekinliklerde AKP’ye yalakalık yapmayan, muhalefete de biraz saygı ve ilgi gösterenlerin başına çok kötü şeyler geliyor.

Bu açıdan bakınca Türkiye Jokey Kulübü Başkanı Serdal Adalı’nın düştüğü zavallı durumu anlamak zor değil.

Saray iki memur göndermiş, ikisi de sanki dünyayı yaratan adamlarmış gibi put gibi duruyor, kasım kasım kasılıyor.

Öte yandan muhalefetin önemli isimlerinden biri hiç korkmadan, çekinmeden, yanına eşini de almış gelmiş.

Halk kendisine ilgi gösteriyor, alkışlıyor.

Oysa adı sanı bilinen bir AKP’li gelmiş olsa durum çok farklı olacak.

O kalabalıktan çok ciddi protesto sesleri yükselecek.

O zaman ne yapıyorlar; “Sakın muhalefete yüz vermeyeceksiniz, yoksa haliniz fena olur” diye önceden tehdit ediyorlar.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Dikkat ediyor musunuz, Erdoğan artık vatandaşla hiç yan yana gelemiyor

Dünyada her gün en az bir kere kalabalıklar karşısında konuşan bir devlet yöneticisi var mıdır?

Avrupa ve ABD medyasına her gün bakıyorum.

Gelişmiş hiçbir ülkenin başbakanları, cumhurbaşkanları her gün bir toplantıya katılıp siyasi konuşmalar yapmıyorlar.

Meydan konuşmaları ise seçim zamanlarında bile neredeyse hiç olmuyor.

Bizde ise durum tam tersine.

AKP Genel Başkanı’nın konuşmadığı gün yok.

Bu bazen günde ikiye, üçe bile çıkıyor.

Konu ne olursa olsun her gün katılacak bir toplantı bulunuyor, bu enerjiymiş, gıdaymış, meteorolojiymiş hiç fark etmiyor Erdoğan bir bahane bularak kürsüye çıkıyor, aynı anda saray medyasının tamamı canlı yayına geçiyor.

Ancak sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilemem ama hayli uzun zamandır Erdoğan halkın arasına girmiyor.

Miting yapsa bile kalabalıklar hep uzak tutuluyor, en yakın kişi en az 20 metre uzakta oluyor.

Erdoğan artık önceden seçilmiş ve uzun süre bekletilmiş olanlar dışında halktan kişilerin yanına hiç gelmiyor, el sıkışmıyor, yüz yüze sohbet etmiyor.

Önceden planlanmış, programlanmış gençlik, sanat, spor toplantılarında bile konuk olarak getirilenler Erdoğan’dan 10 metre uzakta tutuluyor.

Kötü bir duygu olmalı bu.

Halkın içine çıkamamak, önceden hazırlanmamış kalabalıkların karşısına çıkamamak, kimseyle yakın temas kuramamak.

Erdoğan belki böyle yaşamak istemiyordur bile ama artık var olmalarını ona bağlayan iktidar erkleri “güvenlik” adı altında Erdoğan’ı olabildiğince halktan uzakta tutmaya çalışıyorlar.

Ki böylelikle Erdoğan hep yerinde kalsın, kendilerine de hiçbir şey olmasın.

Benim gözlediğim budur.

BUNU YAZMAK GEREK

Haysiyetle oynamak artık rutin hale geldi

Saray iktidarı hiçbir eleştiri kabul etmiyor.

Hele bu eleştiriler devlete hizmet etmiş kişilerden gelirse bir de üstüne intikam alıyor.

Bunun için kişilerin itibarının ayaklar altına alınmasına, onurlarının yerle bir edilmesine de hiç aldırmıyor, en küçük bir vicdani rahatsızlık duymuyor.

Son günlerde yaşanan iki “rütbe sökme” eylemi bunun en yeni kanıtları.

Önce eski emniyet müdürlerinden Sabri Uzun’dan “onuru kırıcı bir intikam” alındı.

Uzun’un saraya göre suçu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun attığı bir tweeti RT’lemek yani kendi takipçileriyle paylaşmak.

Sabri Uzun hakkında soruşturma açıldı, “hain ve ahlaksız” ilan edildi ve rütbeleri söküldü, silahına el kondu.

Ardından yine eski emniyet müdürlerinden Hanefi Avcı da hapiste tutulan Selahattin Demirtaş’ın AİHM kararına uyularak serbest bırakılmasını istediği için aynı akıbete uğradı.

Avcı da “hain ve edepsiz” ilan edildi, rütbeleri söküldü, silahı alındı.

Çok kötü günler bunlar.

İktidar ayakta kalabilmek için hiçbir ahlaki ve vicdani kuralı tanımadan “Benden olmayana acımam” mantığı ile akıl almaz işlere imza atıyor.

Ama bunlar yol olur her zaman dediğim gibi.

Ve bir gün iktidar değişirse ağlayanı da çok olur.

FIKRA GİBİ

Bak seeeen, yargı kararları bazen vicdanları yaralıyormuş

Sarayın en güçlü adamının kim olduğu sorulsa, kuşkusuz “İbrahim Kalın” derim.

Beyaz Saray’a da o gidiyor, Kremlin’e de… Erdoğan’ın yerine yabancılarla da o görüşüyor, televizyonlarda iktidarın politikalarını da o anlatıyor.

Bütün bakanlara direk emir verme yetkisi var, zaten ondan habersiz kimse adımını da atamıyor.

İşte bu İbrahim Kalın yine televizyonda gazetecilere cevaplar vermiş.

Elbette önceden verilen sorular bunlar ama cevaplar hayli önemli.

Hepsine girmek çok uzun olur, sadece Kaşıkçı cinayeti davasının Suudi Arabistan’a devri ile ilgili sözlerine değineceğim.

Gerçekten fıkra gibi bir cevap vermiş İbrahim Kalın güya sorulan bir soru üzerine

Meğer uluslararası ilişkilerde ezeli ve ebedi düşmanlık husumet olmazmış, barış yaparsak yolumuza devam edebilirmişiz, Suudi Arabistan’la Kaşıkçı cinayetine kadar çok ciddi sorunlarımız yokmuş, bir iki yerde görüş ayrılıklarımız varmış. Bu cinayetten dolayı Suudi Arabistan’la ilişkilerimiz ciddi yara almış, bu cinayetin es geçilmesi aslında pek mümkün değilmiş, Amerika ve Avrupa bu konuda geriye çekilmiş ama biz dik durmuşuz. Bizim bir vatandaşımız falanca ülkede uyuşturucu suçundan idama mahkum ediliyormuş mesela. Bununla ilgili girişimde bulunuyormuşuz. ‘Mümkünse imkan olursa, gelsin Türkiye’de cezasını çeksin’ diyormuşuz. Suudiler de böyle yapmışlar, davayı kendilerine istemişler. Ama işte böyle bazen hukukun verdiği bazı kararlar kamu vicdanını rahatlatmayabiliyormuş.

İşe bakın vicdanları rahatsız etse bile sanki sarayın hiç baskısı olmamış gibi bir de mahkemenin verdiği karara saygı duymalıymışız. Yani kararı mahkeme tek başına, hiçbir etki altında kalmadan, tamamen hukuka uygun biçimde vermiş.

Hiç bıkmıyorlar milleti aptal yerine koymaktan.

Son günlerde bir kaset fırtınasıdır gidiyor. Bu kasetler nedir, nasıl çekiliyor, nasıl sızıyor, daha kimlerin neleri var? Bugünkü sohbetimde son birkaç günde yaşanan “kaset olaylarını” ve bunların “kahramanlarını” anlatıyorum. 09.30’dan itibaren yayında.

https://www.youtube.com/channel/UCT2Bh5Xd5NLMnO69_QW2UKg

https://twitter.com/can_atakli_