GERÇEĞİN GÜCÜ…         

Başlığın içini doldurmaya çalışırken saptama yapıp, sorularla ve sırayla gidersek; Ülkemizin sinir uçlarının kaşınmasında çok kanallı, tek taraflı ve  tek sesli medyanın algı yönetimi ve toplum mühendisliği başarısı tartışılır mı? Asla!

“Çalıştırmayın!” talimatı hemen yürürlüğe girdi mi? Evet! Belediye seçimleri bitti, devir teslimler yapıldı kıyıdan köşeden de olsa; borcun, boşa harcamanın, eş- dost kayırmanın, vakıf – dernek bağışlarının miktarı ve oranı ortaya az da olsa çıktı mı? Çıktı. Her gün bir belediye, bir önceki dönemin borçlarını duvarlara asıyor mu? Asıyor. Borcunu ödemek için bir belediye binası satışa çıkarıldı mı? Çıkarıldı.

Raylı sistem ihalesinden, metro hattı ihalelerine, kavşak- tünel- karayolu- kaldırım, meydan düzenlemelerinden park- bahçe yapımı, atık su tesisi, biyolojik arıtma, kentsel dönüşümlere, hastane- sosyal hizmet- spor- kültür- sanat harcamalarından yandaş vakıf- dernek bağışlarına! Elinizi neye atsanız ortaya pek çok yolsuzluk çıkıyor mu? Çıkıyor!

Tüm bunlar insana bu neymiş arkadaş? Bunun bir kontrolü, bunun bir vicdani muhasebesi, bunun bir yasal yanı yok mu dedirtiyor mu? Az da olsa evet!

İşletmelerde büfelerin ihalesiz verildiği, pek çok otoparkın işletme ruhsatının olmadığı, taşınmazların usule aykırı kiralandığı, kazanan kurumların zarar gösterdiği ve tüm  bu usulsüz işlemlerin yasalara aykırı olduğu biliniyor mu? Bilinse de  önemsenmiyor!

Peki, belediyelerin bu büyük kaybı yetkili kurumlarca neden görmezden geliniyor? Geçelim vicdanı, tüyü bitmemiş yetimin hakkını, yasaların gücünü! Dost var, düşman var arkadaş diye soruluyor mu? Sanmam!

Hakimlerin birden bire izne çıktığı, adaletin ülkeyi terk ettiği, linç girişiminde bulunanların serbest bırakıldığı, “adamın dişleri ağzında duruyor, ona vuran arkadaşı kınıyorum. O yumruk milletin yumruğudur” diyenlerin alkışlandğı bir ülkede huzur olur mu? Görünen köy kılavuz istemez!

Özetle ucu bucağı görünmeyen yolsuzlukları yazmak neyi değiştirir? Geçelim.

Ey yetkili kişi ve kurumlar!

Enerjik, bilgili, hevesli, yetenekli, ateş gibi, zeki gençleri, gönlünde sanat aşkı yatan gençleri, hayalleri olan, umutları olan gençliği gözden çıkarmayın, onlara kötülük yapmayın, onlara yapılacak saldırılara razı gelmeyin, onların harcanıp gitmelerine göz yummayın, onların geleceklerine kıymayın, onların bıkıp gitmelerini kabul etmeyin, sorunun temellerine ve nedenlerine inin. Arayışlarının, sokağa çıkmalarının, yaban ellere kaçmalarının ve şiddete yönelmelerinin arka planını araştırın, görmeğe, anlamaya çalışın. Ülkenin aydınlarının, eğitimcilerinin tesbit, rica ve önerilerini dikkate alın. Onlara ve topluma soluk aldırmanın yolu budur.

Yine bu ülkede kadın olmayı, çocuk olmayı, genç olmayı, yazar- çizer olmayı, hayal kurmayı daha çok zorlaştırmayın. Kadın cinayetlerini “aile geleneği” diye görmeyin. Taciz olaylarına en ağır cezaları vermekten çekinmeyin. Ülkemizin insana ağır gelen ve insanı yakıp kavuran gerçeklerini kabul edin ve çözüm bulmaya çalışın. Kızgın demir ancak böyle soğutulur.

Yazıya noktayı yine çizgileriyle yapacağını yapan, mesajını çok net veren Cumhuriyet Gazetesi çizeri Behiç Ak koysun! İki kişi konuşuyor aralarında. İlki; “Niye fikir özgürlüğüne karşısın?” diyor. Diğeri; “Çünkü benim fikrim yok, çıkarım var” diye cevap veriyor. Çok güncel değil mi?

Not: Cumhuriyet Gazetesi eski çalışanlarından kadim dostum-arkadaşım Önder Çelik, komşumuz- dostumuz Musa Kart, hemşerimiz olduğunu duyduğum Mustafa Kemal Güngör, haklarında hep övgü dolu sözler işittiğim Hakan Kara, Güray Öz, Emre İper yine ve yeniden mapus damlarında! Rica derim! Oralardan sağlam çıkın olur mu? Ailelerinize, dostlarınıza ve bu ülkeye lazımsınız…