GÖRÜLDÜĞÜ ÜZERE KONULAR HASSAS ve DERİN…

Parasını ödeyemediği için hem karanlıkta, hem soğukta oturan abonelerden 797 bininin doğalgazı kesilince, aboneliğini kapatanların sayısında ciddi bir artış gözlendi. Doğalgazı en çok kesilen abonelerin ise Isparta, Sakarya, Karabük, Kilis, Kastamonu, Kars, Yozgat, Diyarbakır, Çankırı ve Yalova’da yaşadığı görüldü.

Şimdi yüzleşme zamanı! Evinde elektrik ve doğalgazı olmayan bu aileler ne yer ne içer, nasıl ısınır, neyle beslenir, çocuklar okula nasıl hazırlanır, tüm bu sorunların faturası kime çıkar? Ya da sosyal devlet anlayışı ne zaman olaya el atar?

Tüm bunları dile getirmenin boşuna bir uğraş olduğu bilinirken!  “Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok!” diyen Divan Şairi Fuzuli her dem haklı çıkarken! Hekimlerin yüzde 70’inin yurtdışına gitmek istediği, yoksulluk sınırının 16 bin liraya dayandığı bir ülkede bu tablo şaşırtıcı değilken! Küçümsenen ve görmezden gelinen bu sorun yönetimi ilgilendirir mi? Sizce?

O zaman biraz durup sorma ve düşünme zamanı: Ülkelere yönelik baskı ve basınç arttıkça! Gizlenen, saklanan, örtülen, unutturulan ve herkesin arkasını döndüğü gerçekler çoğaldıkça! Ekmek kuponla, yağ bardakla, kıyma gramla satılıp, elektrik ve doğalgaz zaten kesik olduğundan halkımız hem karanlıkta hem soğukta oturdukça kızgın, öfkeli, mutsuz ve mutsuz insanların sayısı artıyor mu? Artıyor.

Hal böyle iken! Yaratıcılıkta sınır tanımayan yönetim erbabı farklı öneriler sunuyor mu? Hem de nasıl! Örneğin Saray “sabır” öneriyor. Emine hanım; “Porsiyonları küçültün!” diyor. Ulaştırma bakanı beyin göçüne harika bir kılıf bularak; “Sahip olduğumuz bilgi, beceri ve yetenek sayesinde mühendislik ihraç eder hale geldik!” diyebiliyor. Maliye Bakanı enflasyonla mücadele mesajı verirken; “Gemileri karadan yürütürüz!” diyor. Gençler; “Böyle bir tabloda geleceğe nasıl umutla bakacağız?” diye soruyor. Ve tüm bunlar olup biterken “sabır taşı çatladı, porsiyon grama döndü, onun adı beyin göçüdür,  gemi mi kaldı, kara mı var?” diyen, ya da kafa yoran çıkmıyor…

Şimdi Ukrayna’dayız!

Olena Zelinski; “Dünya bizim için çok geç kaldı.” Diyor…

Ukraynalı öğretmen; “Zorlu bir yolculukla Türkiye’ye geldik. Yanımızda hiç erkek yoktu. Ben öğretmenim. Evim, okulum, yaşamım orada. Her şeyi gözyaşlarıyla bırakıp geldim.” Şeklinde açıklama yapıyor.

Koskoca mezarlıklarda yatan çocuklara, bebeklere ve gençlere bakınca! Sularda yüzen bebek patiklerini, kıyıya vuran körpe bedenleri gördükçe! Yüzyılın en büyük yarası olarak kanamaya devam eden savaşların en çok kimi vurduğu ortaya çıkıyor...

3 milyon mu? 9 milyon mu?

Sayıları bilinmeyen ve de bi türlü öğrenilemeyen, 3 milyonla 9 milyon arasında olduğu söylenen, adı biri türlü konulamayan bazen mülteci, bazen sığınmacı, bazen göçmen denilen zorunlu ve sorunlu misafirlerimizi davul zurnayla mı, onurlu bir geri dönüşle mi, bi daha dönmemek üzere mi yollamaya karar veremediğimiz bugünlerde!  Keşke bu kararı yıllar öce alanlar işin buraya geleceğini baştan hesap edip görebilselerdi diye sormak gerekmiyor mu? Şimdi bunca sorun arasında baş ağrıtan ve daha da ağrıtacak olan bu konuyla bu kadar uğraşılmazdı demek gerekmiyor mu?

Yine özellikle son yıllarda çimento ve AVM iştahımız kabardıkça doğayı daha çok tahrip ettik, ormanları yaktık, nehirleri kuruttuk, florayı yerle bir ettik ya! Hava kirliliğine, iklim krizine davetiye çıkardık ya! Duymayan kulaklara, tınmayan yüreklere “Sonuç ortada! Ekonomiden sağlığa her alanda destan yazıyorsunuz ya! Yazdığınız doğa destanından mutlu musunuz?” diye sormak gerekmiyor mu?

Denge diplomasisiyle uluslararası arenaya mesaj veren CB, fiyat artışlarını; “küresel ve mevsimsel” diye açıklarken, ulusa şöyle seslenmiş; “İsteyen herkese iş var, isteyen herkes iş buluyor!” Kendilerine  “O nedenle mi 10 kişinin alınacağı iş yerine on bin kişi başvuruyor?” Diye sormak gerekmiyor mu?

Hala dimdik ayakta olan kurucu kuşakların, ülke sevdalısı olarak direnen kuşakların, Cumhuriyet değerlerini sahiplenen kuşakların, ülkemizin yarınları olan pırıl pırıl gençlerin gidişine üzülen kuşakların “yetkililerin destan yazdık” sözünü yadırgayan kuşakların kulak verenlere çok şey anlatacak “saygınlık, güven, itibar arıyoruz” sözüne kulak vermek gerekmiyor mu?

Gurur tablosu: Kulislerde Rusya- Ukrayna savaşındaki telefon diplomasisi nedeniyle Nobel Barış Ödülünün Erdoğan’a verileceği söyleniyor.  Pozitif ayrımcılık hakkımı kullanarak komiteye sesleniyorum! Bence bu yıl iki Nobel ödülü verilsin. İlki denge diplomasisi için CB’na! İkincisi verdiği iftar yemekleriyle herkesi kucaklayan Emine hanıma! Siz milletçe yaşayacağımız duygu sağanağını düşünebiliyor musunuz?