Tıpkı eskisi gibi... Yani 2000 yılından önce... Kaos ve karanlığın üzerinde, öfkenin takla attığı simsiyah günlerdeki gibi!..
Akşam karanlığı çöker çökmez, kepenkler iner inmez, insanlar evlerine çekilir çekilmez... Ezanlar susar susmaz... Ve merhamet uyur uyumaz!..
Tıpkı sessizliği bir “Takarov” marka tabancadan çıkan tek merminin, canhıraş biçimde bozması gibi huzuru vuran sinsilik yine devrede... Hem de pervasızca!..
Bizden uzaklarda... Batıdan çok uzakta... Duyamadığımız, görmediğimiz, bakmak istemediğimiz ve aslında ilgilenmediğimiz diyarlarda...
“Orada bir köy var” dediğimiz coğrafyalarda... “Gitmesek de görmesek” de bakmasak da bizden parçaların nefes aldığı kaotik topraklarda...
Kurşun seslerini hiç de duyamadığımız yerlerde... Acıyı hissedemediğimiz alanlarda!.. Düşen ateşin şimdilik bizi yakmadığı bölgelerde!!!
BİTMEYEN İNTİKAM!..
Yani, devletin artık egemenliğini yitirmeye, kontrolü iyice kaybetmeye başladığı ve neredeyse, “ne haliniz varsa görün” demeye başladığı kanlı topraklarda...
Karanlık sokaklarda, sessiz bulvarlarda, diplerde, kuytu köşelerde, loş bir sokak lambasının dibinde...
Yüzleri maskeli, başları puşılı, elleri molotoflu, tabancalı, keleşli, bombalı insanlar... Hepsi öfkeli, hepsi karanlığa hapsedilmiş ve hepsi “genç...”
Hepsi kan peşinde, hepsi ne yazık ki bitmeyen bir intikamcılık içinde...
Hançerelerden kanla yankılanan dehşet sloganları, havaya kalkan sopalar, camlardan evlere atılan molotoflar, dükkanlara yaylım ateşi, enselere sıkılan insafsız kurşunlar...
Ve can havliyle çığlıklar; yere düşen babaların, şivan eden annelerin, ağlayan bebeklerin ve çocukların belki de “imdat” isteyen isyanları...
FAİLİ BELLİ ÖLÜMLER!..
Kadıköy’de yaşayıp köy romanı yazanlar bilmez o coğrafyayı... Sırça köşklerin kiralık kalemleri tanımaz o bölgeleri... Yani uzaktan ahkam kesilecek yerler değil oraları!..
Üstelik bu manzara çok eski bir manzara... Adım adım, nefes nefese Güneydoğu’nun 2000 yılı başlarına kadar, ta 1990’dan itibaren, PKK-Hizbullah çatışmasını yaşadığı, kahrolduğu, bitip tükendiği ve isyan ettiği manzaralar...
Ve Türkiye’nin koalisyon tartışmalarıyla vakit geçirdiği şu günlerde, eskinin yeni kaos versiyonları tıpkı geçmişte olduğu gibi şiddetini daha da artırarak sahnede...
Artık ne “kontrgerilla” ne PKK, ne “Hizbulkontra” gibi korku ve kaygıyla ve de gizlice değil, tam tersine aleni...
Yani meydan okuyarak, şiddetini büyüterek, sokaklarda, çarşılarda ve alanlarda, “faili meçhul” değil artık ölümler, faili çok iyi bilinin pervasız tükenişler...
GERİ DÖNEN KABUS!..
HDP’nin barajı aşmasının ve Hizbullah’ın partisi Hüda’Par’ın bağımsız adaylarla varlık gösterememesinin ardından Güneydoğu yine karıştı...
Hizbullah’a yakın İhya-Der’in başkanı Aytaç Baran birkaç gün önce, işte resmetmeye çalıştığımız o karanlık manzaranın içinde katledildi... Planlı, sessiz ve soğukkanlıca!..
İddiaya göre polis “suikast” kaygısıyla uyarmıştı onu... Tıpkı PKK’nın “ölüm listesinde” oldukları iddia edilen diğer “100 kişi” gibi!..
Ancak o umursamamış... Birkaç gece önce, evine giderken üzerine 50 metre mesafeden ateş edilmiş... İlk pusudan kurtulmuş ama takipçileri onu bir köşede kıstırıp kurşun yağdırmış...
Ve bu cinayetin ardından Diyarbakır sokaklarında adeta av başlatılmış... 3 HDP yanlısının öldürülmesi yetmemiş olacak ki bir kaç gecedir Diyarbakır sokakları, tıpkı 2000 yılına kadar PKK ile Hizbullah’ın çatışmasına sahne olurcasına kan ve kaosta çırpınıyor...
Yani insanlar artık dükkanlarını erkenden kapatıyor, karanlık çöker çökmez sokaklar boşalıyor ve Hizbullahçılar tespit ettikleri PKK’lıların evleri ve işyerlerini hedef alıyor...
Diyarbakır’da günlerdir evler işaretleniyor, kapılarına birer mermi bırakılıyor, sokaklarda kurşun sesleri çınlıyor, her gece en az 15 kişi yaralanıyor, onlarca kişi gözaltına alınıyor, silahlar, bombalar, satırlar ele geçiriliyor...
PKK ile Hizbullah 15 yıl sonra yine Diyarbakır’da karşı karşıya... Tehlike tahmin edilenden de büyük... Hem de yakında, yalnızca Güneydoğu’ya değil, Batı kentlerine de sıçrayabilecek bir tehlike... Devlet bilmem yeterince farkında mı?..
20 BİN ÇOCUK DAĞDA MI?..
“Devlet” demişken devam edelim... Diyarbakır’da, sokaklarda günlerdir kimler çatışıyor?.. HDP’liler ve Hüda-Par’lılar... Tam anlamıyla PKK’lılarla Hizbullahçılar...
Yani tanınan, bilinen; anneleri ve babalarının gözleri önünde, kenti meydan savaşına çeviren “çocuk”lar, gençler...
Onlar gözaltına alınıyorlar, salıveriliyorlar ve bazen de tutuklanıyorlar...
Peki, PKK sizce son dönemde neden sıklıkla meydan okuyor acaba?.. PKK çok mu güçlendi?..
Örgütün siyasal alanda güçlendiği zaten 81 milletvekili çıkarmasından anlaşılıyor ama Urfa Valisi İzzettin Küçük’ün açıklamalarına ne demeli?..
Vali Küçük, önceki gün bir televizyon kanalında konuşurken, yalnızca Urfa’da 3 bin çocuğun dağa kaçırıldığını söylemiş...
PKK’nın en güçlü olduğu Suruç ilçesinde kaçırılan çocuk sayısının 500’ü aştığına dikkat çeken Küçük, örgütün son dönemde “her evden bir çocuk” stratejisi yürüttüğünü söylemiş...
Terör örgütü, Güneydoğu’da en zayıf olduğu Urfa’da bile 3 bin çocuğu dağa götürebiliyorsa, en güçlü olduğu Diyarbakır’da bu rakam en az 10 bin olmalı...
Ve Mardin, Şırnak, Hakkari, Van gibi illeri de sayarsanız son dönemde en az 20 bin çocuk PKK’ya katılmak üzere dağa kaçırılmış olmalı...
Açıklamalar ve rakamlar dehşet uyandırıcı değil mi?.. Şimdi bu rakamlara bakarak Diyarbakır sokaklarında günlerdir çatışanların nereden güç aldığını ve nasıl büyüdüğünü anladınız mı?..
Ve tabi ki, “her evden bir çocuk” planının ileride Türkiye’nin karşısına nasıl çıkabileceğini tahmin edebiliyor musunuz?..
Ülkeyi hiç de iyi günler beklemiyor... Koalisyon kaosu da bunu zaten deşifre edecektir!
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac