ACAİP YAZILAR

Hem zamları şikayet edeceksin, hem sucuklu yumurta yiyeceksin, yok ya!

İktidar şaşkın mı şaşkın.

Hiçbir şeye çare bulamaz halde.

Neredeyse her saniye zam yapılıyor, markete girerken gördüğünüz fiyatlar kasaya geldiğinizde artmış oluyor.

Millet şikâyetçi, burnundan soluyor gözlerinden ateş fışkırıyor.

İktidarın tek milletvekili bile çarşıya pazara çıkamıyor, halkın arasına karışamıyor, kahvelerde oturamıyor, sohbet edemiyor.

AKP’liler ancak gruplar halinde gezebiliyor ya da sadece kendi taraftarlarının olduğu toplantılarda boy gösterebiliyor.

Halkın arasına karışamıyorlar ama uzaktan sallamayı da ihmal etmiyorlar.

Çıkmış saray yazarlarından biri “Neymiş efendim, para yokmuş millette, para yoksa 7 milyon kişi Bergen filmine nasıl gitti?” diye soruveriyor densizce.

Bir başkası “Para bol millette kardeşim, trafiğin halini görmüyor musun, benzini 50 lira yapsan ne olacak?” diye ahkam kesiyor.

Bir diğeri “Para yoksa bu alışveriş merkezleri, lokantalar nasıl tıklım tıklım dolu oluyor anlayan beri gelsin” diye kendince dalgasını geçiyor.

Biraz şikâyet edene “Çıkar telefonunu göster” şovu bayatladı artık, AKP’liler komik duruma düşmemek için artık bu soruyu sormuyor.

Tabii ağzına telefon tıkılması tehlikesi de var belki o yüzden artık telefon zırvalaması yapan pek olmuyor

Hele AKP’nin önemli isimlerinden Mahir Ünal’a çok güldüm.

Kahramanmaraş’ta bir öğrenci evinde sahura katılmış, çocuklar pek şikâyet etmişler, yeterli beslenemedikleri, eğlenemedikleri, okula gitmekte bile zorlandıklarını anlatmışlar.

Mahir Ünal daha sonra mutfağa geçmiş, canı menemen yapmak istemiş, bir de ne görsün, tavada sucuk da var.

“Bunlar menemenin içine sucuk katmışlar ha. Az önce şikayet etmiyor muydu bunlar?” diye şaşkınlığını ile getirmiş.

Öyle ya AKP’nin tuzu kuru zenginlerine göre eğer zamlardan falan şikâyet ediyorsan sucuk yiyemezsin.

Yahu ne biliyorsun belki o çocuk son parasını “canım çok çekti” diyerek sucuğa verdi.

Yoksulluk çeken, bundan yakınan biri kırk yılın başı olsa da iyi bir şey yemesin mi?

AKP kafası “Hayır, şikayet edenin böyle bir hakkı yok, beğenmeyene kuru ekmek bile fazla” görüşünde çünkü.

Bunların bir de biraz varlıklı olanın yakınmasına öfkelenenleri de var.

Adam kalkmış “Yahu benzin zammı sana koyar mı, ne diye şikâyet ediyorsun, şov yapıyorsun?” diyor bir sanatçıya.

Sanki o sanatçı çok ayıp bir şey yapmış gibi “Yıllardır cukkayı topladın, zamlardan yakınmak sana mı kaldı” diye azarlıyor bir de.

Bunlar çöküşün, bitişin alametleri.

Anlıyorlar mıdır acaba?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

37 yaşından küçükler bunları anlamaz belki ama bilmeli

Şu meşhur kumpas Ergenekon davasından da hayli çekmiş, Ankaralı dostum Mahir Akkar göndermiş ben de sizinle paylaşmak istedim.

1985 yılından önce doğanları ele almış, AKP genel başkanı her fırsatta “Türkiye’de bu mu vardı, o mu vardı, her şeyi ben getirdim, benden evvel yoktu bunlar” falan diyor ya, işte ona nazire yaparcasına gerçekten olmayan bazı şeyleri yazmış.

Yaşınız ne olursa olsun sanıyorum ilgiyle okuyacaksınız;

Şöyle başlamış Mahir Akkar yazısına; “1985 Yılından Önce Doğanlar; 50 – 60 – 70 – 80’li yıllarda mı büyüdün? Nasıl oldu da hayatta kalmayı başardın yahu?”

Sonra da maddeleri sıralamış;

1- Arabaların emniyet kemeri, kafalıkları ve kesinlikle hava yastıkları yoktu.

2- Arka koltuk tehlikeli değil de eğlenceliydi.

3- Bebek yatakları ve oyuncaklar renkliydi. Ya da en azından kurşunlu, muhtelif zehirli maddeler ile boyanmıştı.

4- Prizlerin, araba kapılarının, ilaç şişelerinin ve kimyasal ev temizleyicilerinin üzerinde çocuk kilitleri yoktu…

5- Kasksız bisiklete ve motosiklete biniliyordu.

6- Steril su şişelerinden değil de bahçe hortumundan ya da muhtelif başka kaynaklardan su içiliyordu…

7- Oyun oynamaya çıkmanın tek şartı hava kararmadan önce eve dönmekti.

8- Cep telefonu yoktu ve hiç kimse nerelerde gezdiğimizi bilmiyordu. İnanılmaz…

9- Okul öğlen bitiyordu… Ve öğlen yemeği için evimize geliyorduk.

10- Bir sürü yaramız, kırılmış kemiğimiz ve kırılmış dişimiz vardı, fakat hiçbir zaman birileri bu yüzden mahkemeye verilmiyordu. Kendimizden başka kimse sorumlu değildi.

11- Bolca tatlılar ve tereyağlı ekmekler yiyorduk ve gerçek şekerli içecekler içiyorduk ve hiç kilo sorunumuz olmazdı. Çünkü hep dışarda oynardık, aktif olarak.

12- Dört çocuk bir limonatayı paylaşabiliyorduk, aynı bardaktan içebiliyorduk ve kimse bu yüzden ölmüyordu.

13- Playstation, Nintendo 64, X boxes, video oyunlarımız, 99 kablolu kanalımız, Dolby surround, cep telefonumuz, bilgisayarımız, internet de Chat odalarımız yoktu. Onun yerine arkadaşlarımız vardı bolca.

14- Yürüyerek veya bisiklet ile uzakta oturan arkadaşlarımızı ziyaret edebiliyorduk, kapılarını çalıp hatta çalmayarak içeri girip onları oyun oynamaya çağırabiliyorduk.

15- Evet dışarda, o acımasız korkunç dünyada! Korumamız olmadan! Nasıl mümkün oluyordu bu?

Tek kale üzerine maç yapardık ve birisi takıma alınmadığında psikolojik travma oluşmuyordu ya da dünyanın sonu gelmiyordu.

16- Bazı öğrenciler diğer öğrenciler gibi başarılı değildi ve sınıfta kalabiliyordu. Fakat bu yüzden kimse psikoloğa ya da pedagoga gönderilmiyordu. Kimsede dislexia, konsantrasyon sorunu veya hiperaktivite yoktu, basitçe o okul yılını tekrarlıyordu.

17- Özgürlüğümüz, üzüntülerimiz, başarılarımız, görevlerimiz vardı ve bunlar ile yaşamayı öğreniyorduk.

Soru: Nasıl oldu da bütün bunlara rağmen hayatta kalmayı başardık?

Ve daha da önemlisi kendi kişiliğimizi bu şartlar altında nasıl oldu da geliştirebildik?

Şimdiki çocuklar büyük bir olasılık ile bizim yaşama şeklimizi sıkıcı bulacaklar – fakat- bizler çok güzel ve mutlu yaşadık!

ÇOK GÜLDÜM

Ramazana özel iki fıkra

Ramazan ayının ilk haftasını tamamladık. Yıldırım Tuna bu hafta gönderdiği iki fıkraya “Malum Ramazan’dayız, ben de buna özel iki fıkra gönderiyorum” notunu eklemiş.

Ama “İlk fıkra alıntıdır” diye ekleme yapmayı da ihmal etmemiş.

Haydi gelin birlikte okuyalım;

Şeyhlerin rüyası

Bektaşi’nin biri yağmurlu bir günde bir hana gelip oda istemiş, “Yerim yok..” demiş hancı, “Ama genişçe bir odam var, orada üç şeyh kalıyor.. Sorayım, razı olurlarsa seni de o odaya alalım..”

Şeyhlere sorulmuş, üçü de razı olmuşlar, akşam yemekler yenmiş, hancı ortaya küçük bir tepsi baklava getirmiş, bizim Bektaşi tepsiye uzanınca Şeyhler tepsiyi önünden çekmişler, “Bu gece istişareye yatalım, en hayırlı olayı hangimiz hisseder ve yaşarsa baklavayı o yesin..” demişler.

Sabah kalkmışlar,

Birinci şeyh “Gece Kabe’ye gittim, dualar ettim, en hayırlı olayı ben yaşadım..” demiş, İkinci şeyh, “Gökyüzüne çıktım, meleklerle namaz kıldım, beni yeryüzüne indirdiler.. En hayırlı şey benimki oluyor..” demiş, Üçüncü şeyh “Ben arş-ı alaya çıktım, namaz kıldım, dua ettim, dolayısı ile tartışmasız en hayırlı olay benimki..” demiş.

Üçü birden dönüp Bektaşi’ye “Sen ne yaşadın onu anlat..!” demişler..

“Mübarek hocalar..” diye başlamış Bektaşi, “Gece uyandım, tabii ki  yataklarınız bomboş, malum hepiniz bir yerlere gitmişsiniz… Bunlar artık dönmez diye çektim baklava tepsisini önüme, güzelce yedim ve yattım..!”

Mürit sohbetleri

Müritler kendi aralarında sohbet ederlerken şeyhlerini yere göğe koyamıyorlarmış.. “Benim şeyhim güneş gibidir” demiş birisi, “Benimki ay gibidir” diye atılmış diğeri, “Benimki yıldızlar gibidir” demiş üçüncüsü, üçü birden dönüp oradaki Bektaşi’ye sormuşlar “Senin şeyhin ne gibidir?” diye, “Valla..” diye başlamış Bektaşi saatine bakarak, “Şu saatte benim şeyhim kesin bulut gibidir..”

https://twitter.com/can_atakli_