ANALİZ
HÜSEYİN AVNİ SİPAHİ ile 17 ARALIK HORTLAYABİLİR
İktidarın “CHP'yi belediyeleri ile yıkma” operasyonunun son durağı Beşiktaş'ta şimdilik gözden kaçan ya da belki de gözlerden uzak tutulmaya çalışılan bir noktası var. CHP'li belediyelere yönelik operasyon Ataşehir'de başlamıştı. Ataşehir'de sadece belediye başkanı Battal İlgezdi görevden alınmış başka kimseye dokunulmamıştı. Beşiktaş'ta ise farklı bir yöntem uygulandı. Belediye başkanı Murat Hazinedar görevden alınırken başkan yardımcısı yerinden edildi. Ama bir de başka isim vardı. Belediye meclis üyelerinden Hüseyin Avni Sipahi de görevden alınanlar arasında sayılıyordu. Sipahi görevden alınma gerekçesinin kendisine sorulması üzerine son derece rahat bir tavırla “Benim bir şeyim yok ki, herhalde bir yanlışlık yaptılar, hatayı görünce düzelteceklerdir” demişti. Geçen 5 günde henüz hatayı görüp de Hüseyin Avni Sipahi'yi listeden çıkaran yok. Peki, Hüseyin Avni Sipahi'nin de görevden alınmasının önemi nedir? Hüseyin Avni Sipahi meşhur 17-25 Aralık yolsuzluk dosyasında adı geçen isimlerden biri. Daha doğrusu adı geçen isimlerden biri değil, yolsuzluk davasının bir numaralı sanığı idi Hüseyin Avni Sipahi. O gün 4 bakanın oğlu gözaltına alınmıştı. Halk Bankası genel müdürü evindeki ayakkabı kutuları içindeki milyonlarca dolarla ele geçirilmişti. Bazı bakanların ve önemli isimlerin de bu yolsuzluk davası içinde oldukları belirtiliyordu. Savcılıktan yapılan açıklamaya göre bütün bu yolsuzluk operasyonunun bir numaralı sanığı Hüseyin Avni Sipahi idi ve ilk operasyonda da gözaltına alınmıştı. Operasyonda oğlu gözaltına alınan Çevre Bakanı Hüseyin Bayraktar'ın bir yakınını aradığında “Sipahi'yi de aldılar mı, aldılarsa yandık” dediği dinlemeye takılmıştı. Kısa bir süre sonra dönemin başbakanı duruma müdahale etti, operasyonu yapan polisler ve savcılar hemen dağıtıldı, gözaltına alınanlar serbest bırakıldı, yolsuzluk operasyonunun en kilit ismi Reza Zarrab yandaş medya ekranlarında Türk bayrağı önünde konuşturuldu. Hüseyin Avni Sipahi elbette o sırada kamuoyu tarafından pek tanınmıyordu ve kimse de dikkat etmedi. Bu kişinin adı bir süre sonra CHP belediye meclis üyesi adayı olarak duyuldu. Partisi Sipahi'yi listenin sonuna doğru bir yere koymuştu, ancak listeyi YSK'ya götürme görevini üstlenen Sipahi yolda adını en tepeye yazmıştı. Bu usulsüzlüktü, AKP itiraz etse CHP seçimlere katılamayabilirdi ama AKP bunu yapmadı, Beşiktaş'ta bu isimlerin seçilmesini istedi adeta. Hüseyin Avni Sipahi'nin o dönemde adını son olarak Meclis'teki grup toplantısında CHP Genel Başkanı'nın ağzından duyduk. Kılıçdaroğlu'nun kürsüden “17-25 Aralık tapelerini” okurken Hüseyin Avni Sipahi'nin “çete lideri” olduğunun anlatıldığı bölümü seçmişti ve “Bu hırsızlara geçit mi vereceğiz” diye soruyordu. Nedense hiçbir CHP'li “Efendim o isim şu anda adayımız” dememişti. Hüseyin Avni Sipahi'nin adı şimdi de İçişleri Bakanı tarafından Beşiktaş Belediyesi'nde görevden alınan isimler arasında. Şimdi ortada garip bir durum var. İçişlerine bakan kişi herhalde Hüseyin Avni Sipahi'nin adının hemen 17-25 Aralık'ı çağrıştıracağını biliyordur. Ancak bunu bilen yandaş medyanın Hüseyin Avni Sipahi'den söz etmesi mümkün değil. CHP'ye yakın medya da partiye zarar gelmesin diye bu isimden söz etmeyebilir. Ama ne olursa olsun Hüseyin Avni Sipahi adı 17-25 Aralık'la gündeme gelecektir. Süleyman Soylu en tepeye bir şeyler mi söylemeye çalışıyor acaba? Bu konudaki duyumlarımı da yarın yazacağım. Çok heyecanlı olacak.
ŞAŞIRDIM
BAKANLAR SARAYA BAĞLANMIŞLAR DEMEK ki
İçişlerine bakan Süleyman Soylu'nun skandal sözleri kamuoyunda tartışılırken saray sözcüsü İbrahim Kalın'dan bir açıklama geldi. Soylu'nun sözlerini “tercüme” eden Kalın “Bu ifadeler terörle ve uyuşturucu ile mücadelede bir kararlılık ifadesidir. En kararlı şekilde mücadeleyi devam ettirin ifadesidir. Bunu emniyet görevlilerine söylüyor. Bunu başka yerlere çekmek ancak kötü niyetle izah edilebilir. Bu mücadelede kararlılık vurgusu son derece önemlidir” dedi. İyi güzel de bu açıklamayı neden “saray” yapıyor? Öncelikle Süleyman Soylu gelen eleştirilere cevap vermekten aciz mi? Ayrıca Türkiye henüz başkanlık sistemine “resmi olarak” geçmedi ki. Bakanlar henüz saraya değil başbakana bağlı. Başbakan ağzını açmazken saray sözcüsü hangi hak ve yetkiyle bir bakan adına açıklama yapmaktadır? Buradan MHP Genel Başkanı Bahçeli'ye de seslenmek istiyorum. “Fiili durumu ortadan kaldırmak için” anayasa değişikliği yapılmasını önermiş ve hileli bir referandum sonucu başkanlık sisteminin getirilmesini sağlamıştınız. Ancak başkanlık sistemi 2019'un kasım ayında yapılacak seçimden sonra başlayacak. Oysa gördüğümüz kadarıyla Erdoğan başkanlık sistemini çoktan başlattı, hükümetin de buna itirazı yok. Acaba Devlet Bahçeli daha önce rahatsız olduğu fiili durumdan şimdi neden rahatsız olmuyor?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
BARLAS'IN DURUMU; GERÇEĞİ BİLEN SONSUZA KADAR YALAN SÖYLEYEMEZ
İktidarın en önemli yandaşlarından biri olan Mehmet Barlas yazısındaki bir cümle nedeniyle eleştiri oklarına hedef oldu. Mehmet Barlas hafta içinde İran'daki olayları değerlendirdiği Sabah Gazetesi'ndeki köşesinde “İran halkının mutsuzluğunu yine bu halk değerlendirecektir. Eğer rejim sağlam değilse, halka rağmen ayakta kalamaz. Ancak buna asla ABD karar veremez. Bu vesileyle bizim aynı hatayı Suriye'de ‘Muhalif gruplar' diye terör örgütlerine verdiğimiz destekle ve Esad rejimini bizim bir iç sorunumuz gibi görerek yaptığımızı unutmayalım” demişti. Tabii bir yandaş yazarın “Türkiye terör örgütlerine yardım etti” diye yazması bu yüzden suçlanan ve hatta hapse atılan kişilerin durumunu akla getirdi. Barlas'ın sözlerine tepki gösteren pek çok kişi “CHP'li milletvekili bu yüzden 25 yıla mahkûm edilip hapse atılmadı mı, Hüsnü Mahalli bu nedenle aylarca hapiste kalmadı mı, yüzlerce kişi bu konuda attığı twitler nedeniyle yargılanmıyor mu?” diye sordu. Birkaç gündür Barlas'ın bu yazıyı niye yazdığı da soruluyor. Kimileri; “Barlas kokuyu alır, iktidarın gideceğini anlamıştır” diyor, kimileri “Suriye politikasında radikal dönüş olacak bunun habercisi” yorumları yapıyor. Bana göre bu yazının ardında hiçbir şey yok. Bu tamamen özensizlikten kaynaklanmıştır bana göre. Mehmet Barlas'ı da ailesini de çok uzun yıllar öncesinden tanırım. Şu sıralar görüşmüyorsak da, bu Barlas'ın entelektüel birikimi ve bilgi düzeyi çok yüksek nadir gazetecilerden olan biri olduğu gerçeğini değiştirmez.. Son yıllarda yaptıkları elbette hiç hoşuma gitmiyor ama Barlas'ın en azından gazetecilik namusu olduğunu açık yüreklilikle söyleyebilirim. Türkiye'nin Suriye'deki rejim muhaliflerine yardım adı altında terör örgütlerine yardım ettiğini Mehmet Barlas gibi iktidara çok yakın bir gazetecinin bilmemesi mümkün değildir. Bu gerçeği yıllardır bilen Barlas konumunu korumak için bugüne kadar bu konuda yalan söylemekten hiç çekinmedi. Ancak işin gerçeğini bilen birinin bir yalanı sonsuza kadar saklaması mümkün değildir. Öyle ya da böyle günün birinde dil dolanır, dimağ karışır ve gerçek söyleniverir. Barlas'ın başına gelen bence budur. Tabi konu kamuoyunda da dallanıp budaklanınca Barlas “en eski” yönteme başvurarak “Herkes salak kimse beni anlamıyor anlayan da yanlış anlıyor” repliğine tutundu. “Ben terörist derken o sırada terörist olarak kabul edilmeyen PYD'yi kastetmiştim. PYD sonradan terörist kabul edildi” savına sığındı. Madem amaç oydu ne diye açık açık yazmadı Barlas acaba da millete bulmaca çözdürmeye kalkıp sonra da herkesi salak yerine koydu? Neyse benim şimdi merakım Barlas'a da tıpkı Hüsnü Mahalli'ye yapıldığı gibi bir “sabahın körü” operasyonu düzenlenecek mi?
BUNU YAZMAK GEREK
DİPLOMASİYİ YOK SAYMAK İÇERİDE PİRİM YAPAR da DIŞARIDA SİZİ KİMSE CİDDİYE ALMAZ
İran'daki olaylar devam ederken Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bir açıklama yapmıştı. Demiştiki “İran'daki olayların arkasında iki kişi var. Biri Trump diğeri de Netanyahu.” Amerika ve İsrail'in İran'ı karıştırmak ve molla rejimini yıkmak için elinden geleni yaptığını bilmek için kahin olmaya gerek yok. Bir gazeteci olarak “İran olaylarının kışkırtıcısı Amerika ve İsrail'dir” diye yazabilirim. Yorumcular, akademisyenler, hatta emekli diplomatlar da medya aracılığı ile bunu söyleyebilirler. Ama bir dışişleri bakanı bunu söyleyemez. Çünkü dışişleri bakanı diğer ülkeler nezdinde bir ülkenin temsilcisi, sözcüsüdür. Söyledikleri mensup olduğu devleti bağlar. Böyle bir suçlamayı devlet adına yaparsanız bunu kanıtlamak ve daha da önemlisi gereğini yerine getirmek zorundasınızdır. Çavuşoğlu canı istediği gibi konuşuyor da iş “gereğini yapmaya” gelince sesini hiç çıkarmıyor. Bir ülkenin bir başka ülkede olaylar çıkardığını söylemek ciddi bir suçlamadır, kanıtlayamadığınız sürece benzer bir suçlamayı size de yapmaları mümkündür. AKP iktidarı iç politika uğruna hiçbir kural tanımıyor. Diplomasi diye bir şeyi yok sayıyor, bunu da kamuoyuna “dünya lideri” olmakla açıklıyor. “Türkiye çok güçlü bir süper ülke, başta Amerika olmak üzere her ülkeye ayar verebilecek güçte, bu yüzden tüm dünya bizi kıskanıyor ve liderimizi yıkmak istiyor.” Beyinlere kazınmak istenen algı bu. Oysa kamuoyunun şunu da düşünmesi gerek. Türkiye birçok ülkeye ayar veriyor. Erdoğan veya başka yetkililer diğer ülkelerin yöneticilerine ağızlarına geleni söylüyorlar. Ama dikkat ediyor musunuz bu ülkelerden hiç cevap gelmiyor. Amerika'ya “Siz provokatörsünüz, cinayet işliyorsunuz, teröre destek oluyorsunuz” diyoruz ama onlardan hiç tepki gelmiyor. Neden acaba? Söylenenleri ciddiye almıyor olabilirler mi? Ya da “Bırakın söylesin ve kendi halkını kandırsınlar, nasıl olsa bizim sözümüzden çıkmıyorlar ki” diye mi düşünüyorlar yoksa?
https://twitter.com/can_atakli_