MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
 

İDLİB’de KANDIRILIYOR muyuz?
 

Yandaş gazetelere bakarsanız Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye'de destan yazıyor. Zannedersiniz ki orada müthiş bir savaş var ve Mehmetçiği kimse tutamıyor.
Ancak kafamızı kurcalayan noktalar var. Bunları sormadan da olmaz. Örneğin bir haftadır soruyorum, kimse cevabını vermedi daha. Biz bu operasyonu Esad için mi yapıyoruz yoksa Esad'a karşı mı? Çünkü yandaş medyanın haberleri çok çelişkili. Bir haberi okuyorsunuz, ÖSO yani Özgür Suriye Ordusu'nun ilerlediğini Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de fırtına obüsleriyle destek sağladığı yazıyor. Ama aynı sayfada operasyonun Astana zirvesinde Türkiye- İran- Rusya arasında mutabakata varılan güvenli bölge için yapıldığını belirten bir başka haber var. ÖSO bu işin neresinde? Türk Silahlı Kuvvetleri ÖSO'ya topçu desteği veriyorsa Astana zirvesi mutabakatı ne oluyor, o mutabakatta ÖSO da var mı?
Haydi bunlar geride kaldı diyelim. Şimdi başka bir durum söz konusu. Medyaya ulaştırılan haberlere göre Türk Silahlı Kuvvetleri İdlib'e girmiş. Askerlerimiz kentte yaşayanların sevgi gösterisiyle karşılaşmış. Tek bir olumsuz olayın yaşanmadığı kente giriş sırasında binlerce kişi ellerinde Türk bayrakları ile askerlerimizi alkışlamışlar.
İdlib'de hiçbir direniş yaşanmıyorsa biz neyin destanını yazıyoruz? Ya da yandaşlar niye destan varmış gibi haberler yapıyorlar? Ayrıca operasyon başlamadan önce herkes İdlib'te yuvalanan terör örgütünün kanlı çatışmalara hazırlandığını düşünüyordu. Bu nedenle hepimizin zihninde “Eyvah çok şehit haberi almayız inşallah” duygusu hakimdi. Peki, İdlib'te nasıl bir terör yapılanması var ki, kimse çatışmıyor bile ve askerimiz sorunsuz biçimde kente girebiliyor.
Bunun yanı sıra işin en ilginç yanlarından biri de şu; İblid bizim İzmir büyüklüğünde bir kent. Göçlerle birlikte nüfusu 3.5 milyona çıkmış. Türk askeri böylesine büyük nüfuslu bir kente sadece 500 askerle girdi. Yani o koca kentin güvenliği bu kadar askerle mi sağlanacak?
Yoksa Türkiye kentteki bazı grupların tahliyesini mi sağlayacak? Çünkü dedikodulara göre İdlib'de 60 bin kadar dinci militan var. Bunlar Suriye ordusunun Halep'e yönelik operasyonunda sivil halkı kalkan yaparak kendini kurtarmaya çalışmıştı, O sırada Türkiye'de Suriye'ye yönelik protesto gösterileri yapılıyor, yandaş medya Halep'teki “insanlık dramını” anlatıyordu. Söylentilere göre sonunda Türkiye'nin girişimiyle Halep'teki militanlar otobüslerle İdlib'e taşındı. Bu militanların 30 bin kadarının Rus (Çeçen, Dağıstanlı, Gürcü) olduğu ileri sürülüyor. Yine söylenenlere göre Rusya bunları imha etme kararında. Türkiye'nin ise İdlib operasyonu ile bu militanları tıpkı Halep'ten çıkardığı gibi bu kez İdlib'den çıkarıp Türkiye'ye getireceği ileri sürülüyor. Sonuçta öyle ya da böyle galiba İdlib konusunda da gerçeğin çok azını biliyoruz ve muhtemelen yine kandırılıyoruz.

 

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
 

FARKINDA OLMADAN SANKİ İTİRAF GELDİ
 

AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın Amerika'ya çok öfkeli olmasının nedeninin altında Zarrab olayının yattığı iddialarını yazmıştım. Son iki gündür görüyorum ki bu konuda şüphesi olanlar hayli fazlalaştı. Erdoğan'ın ve Başbakan Binali Yıldırım'ın vize krizini eleştirirken Rıza Zarrab'la ilgili davaya gönderme yapmaları herkesin dikkatini çekmiş durumda. Özellikle Erdoğan'ın “Bir Türk vatandaşından itirafçı yaratmak istiyorlar” sözleri siyasi çevrelerde “farkında olmadan bir itiraf” gibi değerlendiriliyor.
Çünkü Erdoğan bu konuda “Ellerinde tuttukları bir Türk vatandaşına bize iftira atması için baskı yapıyorlar” demiyor. “Ellerinde tuttukları bir Türk vatandaşından itirafçı yaratmak istiyorlar” diyor. İtirafçı zoru görünce taraf değiştiren ve suç ortaklarını ele veren kişidir. Kendi suçunu itiraf ederken daha büyük suçluların adını vererek kendi cezasını azaltmak için pazarlık yapar ve sonra da konuşur. Bana göre de sanıyorum AKP Genel Başkanı aşırı öfke yüzünden “itirafçı” ile “iftiracı” tanımlarını karıştırdı.

 

CANIMI SIKAN ŞEYLER
 

BAKIN İŞTE BU da KABİLE DEVLETİ GİBİ OLMAKTIR
 

Amerika bir gece ansızın vize vermeyi askıya aldı. Sonradan öğrendik ki Amerika bu kararı alırken Beyaz Saray, Pentagon, Dışişleri Bakanlığı ortak çalışmış. Bizde ise AKP Genel Başkanı Erdoğan çağırdı kendi Dışişleri Bakanını ve “Onlar kararı nasıl yazdılarsa noktasına virgülüne kadar aynısını yazıp siz de Amerika'ya karşı uygulayın bu vize yasağını” dedi. Biz kabile devleti olmadığımız için Amerika gibi bir sürü insan oturup karar vermek için çaba harcamadı. Tek kişi verdi emri oldu bitti.
Oldu bitti ama sıra uygulamaya gelince kendi kararımızın arkasında duramadık. Tam Amerika ile vize vermeyi askıya aldığımız sırada bir Rus basketbol takımının Amerikalı iki oyuncusu turnuva için Türkiye'ye gelince ne yapacağımızı şaşırdık. Önce vize verilmedi. Sonra “Ayıp olur” diyerek iki oyuncuya vize verildi ve Türkiye'ye girmeleri sağlandı. Ardından Kuşadası'na yanaşan iki dev gemiden inen 500'ün üzerindeki Amerikalı da ellerini kollarını sallayarak içeri girdiler. Efendim neymiş o tür gemilerle gelenler günlük transit vize ile girebiliyormuş. Bu nedenle Amerikalı turistlere de bu uygulanmış, yani aykırı bir şey yokmuş. Oysa var. Bir devlet bir uygulama kararını karşı tarafı hizaya getirmek için başlatır. Siz bir ülkeye vize ambargosu koymuşsanız artık “o şöyle, bu böyle” diye bahanelerle bunu delemezsiniz. “Ama o kadar turist Kuşadası esnafı için çok gerekliymiş. Turizme balta vurmamalıymışız.” Yok öyle şey. Kararı alırken turizmi de düşünmüş olmalı herhalde AKP Genel Başkanı. Ayrıca hep içeriden bakmamalı. O Amerikalı turistler Kuşadası'na sokulmamalı gemilerinde hapsedilmeliydi ki onlar geri döndüklerinde kendi yöneticilerine “Siz Türkiye'ye ne yaptınız böyle, o güzel ülkeye gittik ama göremeden döndük” diye baskı yapmaları sağlanmalıydı. Ancak en önemlisi ciddi bir devlet aldığı kararın arkasında durur. Bir öyle bir böyle kararlar alırsa yaptığı iş “yalama” haline gelir, bir süre sonra kimse aldırmaz.

 

BUNU YAZMAK GEREK
 

DARALTILMIŞ TERCİHLİ SİSTEMLE UYUTACAKLAR
 

İktidar yanlısı gazetelerin manşetlerini yeni seçim sistemi ile ilgili haberler süslüyor son günlerde. Bunlardan birine göre “daraltılmış tercihli sistem” uygulaması ile seçmenler kendi bölgelerinde istedikleri milletvekili adayına oy verecekmiş. Böylelikle milletvekilleri liderlerin seçtiği kişiler olmayacakmış. Halkın oyuyla seçilen milletvekili de patron olarak halkı göreceği için liderin kapı kulu olmayacakmış.
Bunlar hep iyi niyet görünümlü uyutma taktiklerinden başka bir şey değil bana göre. Çünkü yeni ucube sistemle parlamento artık hiç yok. Yani var da yok. 600 kişi seçeceğiz Bu kişilere milletin cebinden 20'şer bin liraya yakın aylık ödeyeceğiz. Sekreterlerinin, makam arabalarının, iletişim hizmetlerinin giderlerini ödeyeceğiz. Kendileri ve aileleri için ömür boyu sağlık hizmetlerini bedava yapacağız. Onların bunun karşılığında yapacağı hiçbir şey yok. Yan gelip yatacaklar o kadar. Çünkü milletvekillerinin yönetimi denetleme hakkı yok. Hükümeti denetleyemeyen, bütçeyi yapamayan, kanun çıkarsa bile veto engeli halinde eli kolu bağlanan, hükümete soru bile soramayan milletvekilleri arasına birkaç tane liderin seçmediği isim koysanız ne olur koymasanız ne olur. Ama yandaş medya güya seçilen milletvekillerinin Amerika'daki gibi bağımsız davranabileceklerini halkın kafasına sokmak için bu tür uyutma taktiklerine başvuruyor. Mesele budur.


https://twitter.com/can_atakli_