CANIMI SIKAN ŞEYLER

İstanbul koronayı bitirdi

Korona, Türkiye’de ne kadar büyük hasar yarattı bunu henüz tam bilmiyorum.

Gerçi her akşam Sağlık Bakanı, ya ekrana çıkarak ya da tweet atarak son istatistikleri veriyor ama vatandaş durumun pek farkında değil.

Geniş bir kitlede elbette korku hakim ve bu nedenle kendi kendine karantina uyguluyor.

Ama bu yeter mi?

Yetmez ve yetmeyecek de.

Üstelik kimi sorumsuzlar nedeniyle kendini çok iyi koruyanlar da tehdit ve tehlike altında.

Sizlere bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

Korona ile ilgili ilk önlemler alınmaya başladıktan kısa bir süre sonra, İstanbul cadde ve sokakları boşalmıştı.

Doğal olarak ilk etki trafikte görüldü.

Sabah ve akşamın en stresli saatlerinde bile trafik çok hızlı akıyordu.

Sonraki etki toplu ulaşım araçlarında görülmeye başlandı.

Henüz yeni duruma göre oturma şekli ayarlanmamıştı bile ama otobüsler, metro, metrobüs, vapur ve motorlar iyice boşaldı.

Caddelerde, sokaklarda ise çok belirgin bir tenhalık vardı.

Zaten alışveriş merkezleri, büyük mağazalar, lokantalar, kahveler, barlar kapanınca insan dolaşımı da kendiliğinden azalmıştı.

Zannediyorum bu sihirli durum, bir gece ansızın açıklanan iki günlük sokağa çıkma yasağından sonra bozuldu.

Ardından gelen 4 günlük yasaktan sonra da iş çığırından çıktı.

Hafta başından beri İstanbul neredeyse eski günlerine döndü.

Henüz AVM’ler, lokanta ve kahveler açılmadı ama ortalık insan seline döndü yine.

Havalar da iyi gitmeye başladı artık, bu kalabalıkların önüne geçmek çok zor.

Tabii bunda başta Erdoğan olmak üzere, topluma moral amacıyla yapılan müjde açıklamalarının büyük etkisi var.

AKP Genel Başkanı, “Bayrama çifte müjde” deyince, üstüne bir de “AVM’ler kademeli açılacak, bazı iş yerleri kepenk kaldıracak” dedikoduları da yayılınca herkes bir parça rahatladı.

Şu sıralar kahveler kapalı ama gözlediğim kadarıyla kahve cemaati sokaklarda.

Üstelik kahveye girmiyorlar belki ama köşelere masalar kuruluyor, tabureler atılıyor, yüzlerinde yarısı indirilmiş maskeli adamlar derin sohbetteler.

Sanki sadece “evde kalın” çağrısı daha iyiydi.

İki günlük, üç günlük, dört günlük sokağa çıkma yasakları, sanki vatandaşın bir bölümünde “Tamam işte sokağa çıkmadık, şimdi çıkabiliriz” duygusu oluşturdu.

Bu çok tehlikeli.

Başta İstanbul olmak üzere, bu laçkalık devam ederse, beklenmedik anda yeniden kriz yaşayabiliriz.

Nitekim başta Erdoğan olmak üzere, yönetim kademesi de sanki bunun farkına vardı ve yeniden “Biraz daha dişimizi sıkalım” çağrıları başladı,

Ama korkum bundan sonrası tutmayacak.

Çünkü belli ki İstanbul’da büyük bir kitle, koronanın etkisini yitirdiğine inanıyor. Bu nedenle sokaklara taştılar.

Bu durumu gören birçok esnaf da kapalı olan dükkanlarını açmaya başladı.

Umarım ve dilerim, bunun bedelini ağır biçimde ödemek zorunda kalmayız.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

İlhan Kesici’den Hafazanallah’lı 9 maddelik acil ekonomik eylem planı

İlhan Kesici, bir milletvekili olarak belki sıkça medyanın karşısına çıkmıyor, çok konuşmuyor ama konuştu mu da tam konuşuyor.

Kesici’nin bütçe konuşmaları hâlâ hafızalardadır.

Şu sıralar Meclis tatilde ve konuşacak yer de olmadığı için İlhan Kesici ekonomide yapılmasını önerdiği planı Twitter üzerinden açıklamış.

Bakın ne diyor İlhan Kesici 9 maddelik Twitter dizisinde;

Virüs salgınından önce ekonomimiz kıştan çıkıp “karakış”a giriyordu.

TBMM 2020 Yılı Bütçesi kapanış konuşmamda da aynen böyle söylemiştim.

Şimdi salgınla birlikte geliyor olan, artık karakış değil “nükleer kış”tır.

Hafazanallah.

Madem böyle, çok acilen:

12020 Yılı Bütçesi revize edilmelidir.

2. Tüm kamu harcamaları (merkezi yönetim ve belediyeler) kuruş kuruş gözden geçirilmeli ve çok lüzumlu olmayan her harcama durdurulmalıdır.

3. Bu sene sonuna kadar tamamlanmayacak tüm kamu yatırımları ertelenmelidir.

4. Kamu-özel iş birliği yöntemiyle yapılan ve bu seneye ait Hazine garantili ödemeler ertelenmelidir.

5. Bu yılı Acil Eylem Planı olmak üzere üç yıllık bir Orta Vadeli Program hazırlanmalıdır.

6. Bu program, yurt içi ekonomi dünyası ile yakın bir iş birliği içinde yapılmalıdır…

7. Dış finansman ihtiyacının en azından bir bölümü, IMF’nin açıkladığı 1 trilyon dolarlık “hızlı kredi imkanı” kapsamında karşılanmalıdır. Bu kapsamda alabileceğimiz tutar, zaten IMF nezdinde bizim kotamız olan miktarın % 50 fazlası olan 9 milyar dolardır. Çok uygun bir imkandır.

8. Tüm bunlar tam bir şeffaflık içinde ve her aşamada halka bilgi verilerek yapılmalıdır.

Halkın tam bir güveni ve desteği sağlanmadan yapılacak en doğru programların bile başarı şansı yoktur.

9. Tüm bunlarla birlikte ve tam bir şeffaflık içinde dış finansman imkanları aranmalıdır.

ÖNERİ

65 yaş üstündekilere, varsa yazlıklara gitmelerine izin verilsin

Aslında galiba boşuna sevindi 65 yaş üstündekiler.

Çünkü medyada çok yazılıp çizilmesine rağmen, şu anda 65 yaş üstündekilere kısıtlı sokağa çıkma hakkı gelmedi.

Oysa çok mantıklı bir çözüm sunulmuştu.

Genel sokağa çıkma yasağı uygulanan günlerde, 65 yaş üstü olanlara, 3 saat sokağa çıkma ve yürüme izni verilecekti.

Sanıyorum bunu göze alamadılar, çünkü bir taraftan umut pompalarken, işin kötüye gitme ihtimali görüldü.

Benim bir başka önerim var.

Bu öncelikle 65 yaş üstüne uygulanabileceği gibi, genel olarak da uygulanabilir.

Havalar iyice ısınıyor, özellikle büyük kentlerde sokak aralarındaki binalarda sıkışıp kalmak çok kötü.

Şu anda güney sahillerindeki kentlerde yüz binlerce aileye ait, çoğu çok mütevazı olan yazlıkları var.

Önceliği 65 yaş üstüne vererek, bu ailelere yazlık evlerine gitmelerine izin verilebilir.

Tatil yörelerindeki belediyeler, “Kalabalık gelirse sağlık hizmetleri aksayabilir, salgın oluşursa başa çıkamayız” diyor haklı olarak.

Tabii bunun çözümü var.

Yazlığa gitmek isteyenler valiliklere başvurur, 14 günlük karantina süresi boyunca denetimli olarak evlerinde kalırlar, hiç çıkmazlar ve doktordan rapor aldıktan sonra belirlenen süre içinde yazlıklarına ulaşırlar.

Orada da tıpkı büyük kentlerde olduğu gibi, yine kendilerini koruyarak günlerini daha huzur ve rahat içinde geçirirler.

YENİ ÖĞRENDİM

Yurt dışında kimseyi bırakmıyorlar da bu kaça patlıyor biliyor musunuz?

İktidar, korona ile baş etmekte zorlanıyor ama işin şov kısmını maşallah çok güzel yapıyor.

Millete maske bulamazlar ama bilmem kaç ülkeye maske gönderirler.

Çapa’dan Baltalimanı’na kan naklini bir türlü yapamazlar ama İsveç’te güya ölüme terk edilmiş Türk’ü ambulans uçağı ile getirirler.

İran sınırındaki 250 TIR şoförünü kendi halinde bırakırlar ama dünyanın her yerinde mahsur kalan Türkleri kurtarırlar.

Yapsınlar lafım yok tabii ama öyle bir anlatıyorlar ki, duyanlar sanki bunların bedavaya yapıldığını zanneder.

Hani Amerika’dan, Fransa’dan, Çin’den Türkler getiriliyor THY uçaklarıyla ya, öyle bir para alıyorlar ki şaşarsınız.

Oysa sanki bunlar tamamen devletin gücüyle ve bedava yapılıyor sanıyorsunuz çoğunuz.

Örneğin bir okurum yazmış, Yale Üniversitesi’nde okuyan oğlu, Türkiye’ye dönmek için başvurmuş ve birikmiş millerini kullanmak istemiş.

THY kabul etmemiş ve parayla bilet alması gerektiğini bildirmiş.

Sonra başka yaşayanlardan öğrendiğime göre, yurt dışından gelirken bilet için Türk Lirası da kabul edilmiyor. İlle dolar olarak ödenecek bilet fiyatı.

Ayrıca çok ciddi bir “ayrım yapıldığı” da söyleniyor. Öyle isteyen herkes “Dışarıdaki Türkleri ülkemize getiriyoruz” kampanyasından yararlanamıyor.

Başvuruyorsunuz, kabul edilip edilmediğiniz size sonra bildiriliyor.

Her şey sadece “hava atmak” için yani.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Digitürk’ten kulüplere para yok ama bizden para kesiyor

Korona nedeniyle maçlar da yapılamıyor.

Sadece bizde değil tüm dünyada bu böyle.

Tabii maç olmayınca maç yayınları da olmuyor.

Maç yayınları olmayınca, yayıncı kuruluş reklam alamıyor, o da kulüplere ödemesi gereken parayı ödemiyor.

Medyada bu haberleri okuyunca aklıma takıldı; “O halde” dedim, “kulüplere para ödenmiyorsa, bizden de spor kanalının ekstra ücreti alınmıyordur artık.”

Digitürk’ün müşteri temsilciğini aradım.

Karşıma çıkan kişiye, “spor kanallarına abone olduğumu, ancak maç yayını olmadığını, bu nedenle herhalde benden ekstra spor kanalı parası kesilmediğini düşündüğümü” söyledim.

Karşımdaki görevli, “Paketinizi mi iptal ettirmek istiyorsunuz?” diye sordu.

Baktım tam anlamadı, “Hayır” dedim, “Maçlar olmadığına göre faturama hâlâ spor kanalı parası ekleniyor mu?” diye sordum.

Karşımdaki “Tabii ki alınıyor, siz aboneliğinizi bozmadığınız sürece bu para tahsil edilecek” karşılığını verdi.

Ben de “İyi ama maçlar yok, bu nedenle kulüplere de para ödenmiyor, ben niye ödeyeyim?” diye üsteledim.

Karşımdaki bu kez, “Siz bilirsiniz, isterseniz aboneliğinizi iptal edebiliriz, yoksa faturanız aynen gelecek size” dedi.

Başka sorum olmadı artık.

Durum budur.

Bİ SORALIM BAKALIM

Anlamadık şimdi, bayrama müjde var mı, yok mu?

AKP Genel Başkanı, birkaç gün önce “Bayrama çifte müjde ile gireceğiz inşallah” demişti.

Kastettiği, hem bayram coşkusuydu hem de korona ile ilgili önlemlerde ciddi gevşemeler olacaktı.

Ertesi gün bu sözlerini yine tekrarladı.

Daha sonra bir daha söyledi.

Bu umut dolu konuşmalar hepimizin içini ferahlattı ama bu kez de fazla umutlananlar tedbiri elden bırakmaya başladı.

Dün Hürriyet gazetesi, Erdoğan’dan sonra gelen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ı taşımıştı manşete.

Oktay, ikinci adam olarak, birinci adamı yalanlarcasına “Bayrama müjde demek için henüz erken” diyordu açıklamalarında.

Gazetenin yine aynı birinci sayfasında Erdoğan’ın “Gevşememeliyiz” sözleri de yer alıyordu ve bu sözlerde “müjde” kelimesi geçmiyordu artık.

Ve en ilginci, 1918’de 100 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan İspanyol gribine atıfta bulunularak “St. Louis’te gevşeme feci sonlanmıştı” haberi veriliyordu.”

Sonuç: Bayrama müjde yok anlaşılan. Hatta bayramı sokağa çıkma yasağı ile geçireceğiz gibi bile görünüyor. Pompalanan umudun ters teptiği anlaşıldı demek ki.

https://twitter.com/can_atakli_