ÖNERİ

Koronadan hep korkmak yerine, üzerine gidelim

Korona bir yıldır hayatımızda ve bize her günümüzü zehir ediyor.

Artık tam kapanma dönemine de girdik sonunda.

Hepimiz korku içindeyiz.

Hepimiz panikteyiz.

Hatta hepimiz paranoyak olduk.

Çünkü her gün ülkemizden ve dünyadan gelen rakamlarla boğuluyoruz.

Dün şu kadar kişi virüse yakalandı.

Dün şu kadar kişi yoğun bakıma alındı.

Dün şu kadar kişi entübe oldu.

Dün şu kadar kişi öldü.

Hepsi olumsuz rakamlar.

Hepsi içimizi karartıyor.

Tabii listenin son hanesinde “iyileşen hasta” sayısı da var.

Ama bunca iç karartıcı bilgiden sonra kimse bu rahatlatıcı rakama bakmıyor bile.

Oysa o rakam var ya, işte o rakam hepimizin umudu aslında.

Şimdi gelin tersten bakalım.

Dünyanın nüfusu 7 milyarın üstünde.

Peki tüm bu nüfus içinde şu ana kadar kaç kişi koronaya tutulmuş acaba?

139 milyon 127 bin kişi.

Bu 139 milyon kişi, dünya nüfusunun kaçta kaçı?

Siz hesaplayın.

Bu 139 milyon koronalıdan kaçı ölmüş?

2 milyon 989 bini.

Yani aslında 139 milyon kişinin 136 milyonu iyileşmiş ve normal hayatına dönmüş.

Konuya bu açıdan bakarsak en azından içimizi biraz rahatlatırız.

Bu oransal açıklamalar elbette tıbbi gerekçelere pek uygun değil.

Tıp uzmanları bu oranda bir salgının ve ölümlerin alarm zillerinin çalınmasına neden olduğunu söylüyorlar tabii ki.

Ama ben bugün sizlere bunca karanlık içinden bir kibrit ışığı yakmamızın mümkün olduğunu söylemek istiyorum.

Tamam, korona çok kötü bir salgın…

Ama şunu da bilelim, her korona olan ölmüyor, ölmeyecek.

Tedbiri elden asla bırakmadan, bardağın dolu tarafından bakalım biraz da.

Umuyorum ve diliyorum, sarayın en sonunda aldığı 17 günlük tam kapanma kararı bu belanın savuşturulmasında etken olur.

Tabii aynı süreçte zaten batık durumda olan ama şimdi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan korona mağdurlarına, ekonomik destek paketi de açıklanmak zorundadır.

Medeni ülkeler uzun süreli tam kapanma önlemi aldılar ama ortada tek mağdur bile bırakmadılar.

BUNU YAZMAK GEREK

Bu sefer karşımıza çıktılar, bakalım ne olacak

Beni okuyan ve izleyenler bilir, en canımı sıkan konuların başında isimsiz hedefler gösterenler gelir.

“Dış güçler, karanlık güçler, şer odakları, malum kesimler” türü lafları siyasetçilerin kullanmasını hiç anlamam.

Hele ülkenin tüm gücünü elinde tutanların böyle, isimlerini koyamadıkları hedefleri gösterip iri iri konuşmaları çok canımı sıkar.

24 Nisan’dan birkaç gün önce, henüz Biden’ın “soykırım” deyip demeyeceği belli değilken,

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, dijital ortamda “1915 Olayları Uluslararası Konferansı” düzenlemişti.

Programa katılan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Birol Çetin, “Bugüne kadar Ermeni meselesinde, Yunan meselesinde olsun, arka plandaki oyuncuların kim olduğunu biliyoruz. Bugüne kadar hiç karşımıza doğrudan çıkamadılar” demişti.

Notumu almıştım ve soracaktım “Kimdir bunlar, madem biliyorsunuz neden çıkıp açıklamazsınız?” diye.

Çünkü Birol Çetin bir bilim insanı, isimsiz hedefleri konu edip konuşmamalı.

Ancak daha yazamadan Biden konuştu ve aslında Birol Çetin’in adını vermeden suçladığı hedeflerden biri, kendiliğinden ortaya çıkmış oldu.

Demek ki “soykırım” konusunda artık elimizde somut bir hedef var.

Bakalım yine aynı terane mi devam edecek yoksa adlı adınca konuşmaya cesaret edecek mi iktidar ve destekçileri.

KOMİK

Bunların hepsi Türkiye’de yaşadı

Şimdi bazı isimleri alt alta yazmak istiyorum.

Pek çok kişi daha ilk isimden ne anlatıldığını anlayacaktır zaten.

Başlayalım o zaman;

Sülün Osman

Raki (Güney Zobu)

Banker Kastelli

Banker Bako

Anadolu Kaplanları Avrupa

İhlas Finans

Titancı Kenan Şeranoğlu

Jet Fadıl “İmza” Proton

Parsadan

Deniz Feneri

Çiftlikbank

Şimdi de Thodex ve benzeri kripto para şirketleri.

Hepsinin ortak bir noktası var.

Hepsi dolandırıcı olmakla suçlandılar.

Ama hiçbiri insanların alnına tabanca dayayıp da paralarını almadı.

Bazıları birkaç kez yaptılar aynı numarayı.

Her seferinde aşağı yukarı aynı sayıda insan para kaptırdı bunlara.

Elbette dolandırıcılık kandırmaya dayanır, zorlama yoktur, insanların hızlı zengin olma hırslarından yararlanır dolandırıcılar.

Ama aynı insanlar, yine aynı insanları en fazla bir kere dolandırır değil mi?

İşte bizde öyle olmadı.

Adeta bir kere dolandırılan doymadı ille bir daha istedi.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Milleti “ucuz ekmek isteyenler istemeyenler” diye bile böldüler

Saray, iktidarını sürdürmek için hiçbir kural ve engel tanımıyor.

Kendileri dışında kim bir şey yapmaya kalkarsa mutlaka tepesine biniyorlar.

Kaybettikleri belediyeleri çalıştırmıyorlar.

Kendilerinden olmayan kimseye iş vermiyorlar.

Eleştiren, karşı çıkan, isyan eden herkesi sopa ile bastırıyorlar.

Milleti her konuda bölüyor, araya kin ve nefret sokuyorlar.

Son bölünme ise İstanbul’un AKP’li ilçelerinde yaşanıyor.

AKP’li ilçe belediyeleri ucuz ekmek satan portatif Halk Ekmek büfelerine sırf büyükşehre ait olduğu için izin vermiyor.

İşin tuhafı, halkın ucuz ekmek almasına karşı çıkan AKP’ye, yine halktan destek geliyor.

Ucuz ekmek büfelerinin konmasını isteyen vatandaşların karşısına, “Hayır istemiyoruz” diyenleri çıkaranlar, insanların zaman zaman çatışmasına da neden oluyor.

Tabii benim bu tür bir kin ve nefreti anlamam mümkün değil.

AKP’li belediye başkanları, saraydan gelen emir gereği büfelerin konulmasına engel olmaya çalışabilir, ama halkın ucuz ekmek almasını istemeyen kimi sıradan vatandaşlar niye olaya müdahil olup kavga bile ederler?

Yapılan kötülüğü görüyorsunuz değil mi?

ŞAKA GİBİ

Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu iddialı sözünü hiç unutmamak gerek

Tele1’de Merdan Yanardağ, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na sordu;

“Türkiye’yi yönetmeye hazır mısınız?”

Kemal Kılıçdaroğlu da şu cevabı verdi;

“Türkiye’yi yönetmeye, en nitelikli kadroya biz sahibiz.”

O halde bir soru da ben sorayım;

Madem Türkiye’yi bile yönetecek kadar nitelikli bir kadroya sahipsiniz, o zaman neden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde görev yapacak tek bir CHP’li bile bulunamıyor da hâlâ AKP’nin eskileri ile idare ediliyor? Yoksa siz de iktidara geldiğinizde AKP’li kadroları mı görevde tutacaksınız?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Adnan Hocacılar mektup göndermişler

Önceki gün büyükçe bir zarf geldi kargo ile.

Cezaevinden gönderilmişti, üzerinde “görülmüştür” damgası vardı.

Meğer Adnan Hoca adına gönderilmiş.

Yargılamanın, adaletsiz ve taraflı olduğunu anlatıyorlar.

İşin içinde İngiliz istihbaratının da bulunduğu, delillerin düzmece olduğu, suç gerekçesi bile bulunamadığı, ancak bir düşmanlık halinde davanın sürdürüldüğü iddia ediliyor.

Elbette suçu ne olursa olsun hiç kimse hukuka aykırı muamele altında tutulmamalı, adil yargılanma ve savunma hakkı zedelenmemeli.

Mektupta bir nokta çok dikkatimi çekti.

Üç sayfadan oluşan mektup son derece profesyonelce yazılmış ve bilgisayar çıktısı alınmıştı.

Demek ki Adnan Hocacılar hapishaneye bilgisayar sokabiliyor.

Oysa başta Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına maruz bırakılanlar olmak üzere, bu iktidarın hapse attığı hiç kimse, bilgisayarı bırakın daktilo bile kullanamıyor, yazacakları bir şey varsa elle yazmaları söyleniyor.

Ama bu kural demek ki Adnan Hocacılara uygulanmıyor.

Tabii “Avukatı mektubu alıp rahat okunsun diye bilgisayara geçirmiş sonra da bizlere göndermiştir” diyenler olabilir.

Ama o da olmaz çünkü her sayfasında cezaevinin ismi ve damgası var.

Herhalde avukatlar dışarıda hazırladıkları bilgisayar çıkışını getirip hapishane müdürlüğüne damgalatmıyordur.

https://twitter.com/can_atakli_