LİSELERDEN BİR LİSE! İLLE de KARS LİSESİ…
İçinde yaşadığımız politik ve toplumsal olaylar, hiç dinmeyen gerilim, her an yeniden üretilen nefret dili, sürekli kışkırtılan şiddet, “Anne imdat!” dememek için zorluyor insanı. Biz de bunlardan biraz uzaklaşmak, biraz kafa dinlemek, biraz eskilere dalmak için küçüklü büyüklü gruplar halinde lise arkadaşlarımızla zaman zaman toplanıyoruz.
Bu hasret dolu buluşmalara Türkiye’nin çeşitli illerinden gelenler mi dersiniz? İstanbul’dan katılan, ya da teee yurtdışından gelen mi istersiniz! Buluşuyoruz, sarılıyoruz, kucaklaşıyoruz, ağlaşıyoruz, bağrışıyoruz, birbirimize dokunup yaralarımızı sarıp, sevinçlerimizi çoğaltıyoruz. Sonra da buluşma mekânımızın çeşitli bölümlerine bölükler halinde kapanıp derin muhabbetlere ve gıybete dalıyoruz!
Herkesin anlatacağı, paylaşacağı pek çok şey birikmiş olduğundan herkes bir ağızdan konuşuyor ve sözcükler ağzımızdan şelaleler gibi akıyor! Emekli olan var, halen çalışan var, torun torba sahibi olanlar var. Pek çoğumuz kayıplar yaşamışız, bu arada kaybettiğimiz arkadaşlarımız olmuş. Kaderden payını az ya da çok alanlar olmuş. Yıllar hızla geçerken hayat defterini erken kapatanlar olmuş. Aynı ilkelerle başladığımız yolu terk edenler olmuş. Ama okulda edindiğimiz ilkeler bizi hiç terk etmemiş. Alkışlar bize…
Benim yüküm ağır ki ne ağır! Bu buluşmaların sonunda izlenim yazmak asli görevim olduğu için gözlem yapmak zorundayım! Gözümü kulağımı dört açarak havayı kokladığımda dikkatimi çeken şu ki; çalışan çalışmayan herkesin ortak paydası daha demokratik bir ülke, daha barışçı bir dünya umudu, dinmeyen bir öğrenme tutkusu, yararlı olma çabası, dayanışma, paylaşma, sorumluluk duygusu ve en çok da Atatürk Cumhuriyetinin temel değerlerine bağlılık! Bu saydıklarım bizim kuşağı ve bizim lisenin mezunlarını hiç terk etmemiş. Afferin bize…
Küçük büyük gruplar halinde dolaşırken ve konuşurken bizimkilerin hala durulmayan deli bir rüzgâr gibi estiğini, yaşsız, çocuksu, akıl, vefa ve duygu zengini olduğunu özellikle kaydetmeliyim. Bravo bize…
Ben bunları niye yazarım? Ey okur! Varsa böyle bir olanağınız, geçmişi ve geleceği, belleği ve unutmayı, anlatmayı ve anımsamayı, düşleri ve umutları, kuşaklararası anlayışı ve çatışmayı, sırları ve gizleri içeren sınıf buluşmalarını sakın es geçmeyin. Demem o ki! Yer yer gülümsetip yer yer hıçkıra hıçkıra ağlatan, hüznü de mutluluğu da çok olan bu sınıf buluşmalarını sakın ertelemeyin.
Torunuyla ve çocuğuyla gelenlerin “teyzeler ve nineler buluşmuş!” şeklindeki alaylı ama gerçek sözleri ve bakışları arasında zalım yıllara kızsanız da, “öğrenmek için girip, hizmet etmek için çıktığımız lisemizin” konularımızın başını çektiğini unutmayın…
Genel değerlendirmeden sonra özele inersem! Bu buluşmalarda özellikle hemşeri olduklarımızla yer yer memleketimize de uzanıyoruz! Doğduğumuz ev yıkılmışsa, top oynadığımız arsalar, koştuğumuz yeşillikler yoksa! Yaşadığımız sokakların, yürüdüğümüz caddelerin, okuduğumuz okulların adları değişmişse! Gittiğimiz sinemalar, alışveriş ettiğimiz dükkânlar, kaçıp saklandığımız parklar yok olmuşsa! O yıllara ve o günlere uzandığımız için ortak paydamız hep bunlar oluyor…
Bıraktığımız her şey, azmanlaşarak- ucubeleşerek zamanın ruhuna teslim olmuşsa, günün modasına uyulmuş ve rantın çarklarına kurban edilmişse! Ayrıntıları paylaştığımız, anılarımızı içine koyup kapattığımız binalar yıkılmışsa! Böylece geçmişimize tanıklık edecek hiçbir mekân kalmamışsa! “Nasıl baş ederiz bu çürümeyle” sorusu gelip tam da içimize oturuyor…
Ve tüm bu sıralananları ve hunharca yapılanları canlı tutabilmek için bize çareler aratıyor, sorular sorduruyor, yazılar yazdırıyor, konuşmalar yaptırıyor. “Ne değişiyor?” diye eleştiri dozunu yükseltenlere; “konuşmayalım mı, yazmayalım mı, dokunmayalım mı?” dedirtiyor.
İçimizden birileri çıkıp, hayır hayır diyor yazın, ama içimizi kaplayan öfkeyi daha çok mizahla sarıp sarmalamaya, daha özlü yazıp konuşmaya, çevre, doğa, yurt ve insanla ilgili konulara daha çok eğilin diye ısrar ediyor.
Tabi ki söz sık sık lisemize geliyor. O yıllarda ve o koşullarda okulumuzun bize verdiklerini, o mahrumiyet bölgesinde ki hocalarımızın bize kazandırdıklarını, yıllardır anlı şanlı okulları bitirenlerle her düzlemde nasıl yarıştığımızı ve ipi göğüslediğimizi gururla anmamıza neden oluyor.
Pilav günlerimiz, mezuniyet balolarımız olmasa da, eğitimde fırsat eşitliğine inanan bir yönetimle, bize kimlik ve kişilik kazandıran Cumhuriyet öğretmenleriyle ve sırtımızı bir kaya gibi dayadığımız Atatürk ilkeleriyle yetiştiğimiz aklımıza gelince yorgun yüreklerimiz aydınlanıyor.
Daldan dala atlayarak, yokluğu ve yoksulluğu paylaştığımız, kışın ayazını, yazın sıcağını yüzümüzde hissettiğimiz, çocukluğumuzu yastığın altına saklayıp boyumuzdan büyük, yaşımızdan büyük, yüreğimizden büyük işlere kalkıştığımız telebelih illerine dönüyoruz…
Konu konuyu açınca! Çok çocuklu ailelerimizin, işi başından aşkın annelerimizin, her daim otoriter görünen babalarımızın bizim çocuksu düşlerimize ayıracak zamanları olmadığı için hemen büyüdüğümüz aklımıza geliyor. Sonra da memleketimizin yoksul gerçeklerini hayallerimizle varsıllaştırmaya çalıştığımız günler. Hele de birbirimize delikanlı sözü verdiğimiz için kimimiz doktor, kimimiz öğretmen, kimimiz mühendis, kimimiz avukat olarak Kars’a gelip çalıştığımız yıllar...
Rüya gibi, düş gibi hızla geçen 2 günün sonunda vedalaşırken, “TEOG ne ya!” gibi, LGS, SBS, OKS gibi önce övünülen sonra da pat diye kaldırılan sistemlerle tanışmadığımız yıllara şükrediyoruz! Anadolu Liselerinden değil de Anadolu’nun liselerinden mezun olduğumuzu unutmuyoruz! Aramızda sık sık bunaldığımızı da konuşuyor, bunları söylerken tek bunalanın biz olmadığımızı gençlerin de bunaldığını hatırlıyoruz. Beyin gücünü beyin göçüne kurban veren ülkemizin geldiği ve getirildiği noktaya hep birlikte sesli sedalı üzülüyoruz…
Sonra da yatıp kalkıp siyaset konuştuğumuzu, bunun bizi tutsak ettiğini, oysa hayatın ayaklarımızın altından hızla akıp gittiğini, her şeye rağmen yaşamın bize sunduğu güzellikleri ıskaladığımızı ve kaçırdığımızı düşünüyoruz. Daha az öfkelenmeye, daha az siyaset yazmaya, daha az siyasetten konuşmaya daha yaratıcı olmaya karar veriyoruz!
Uyar mıyız uymaz mıyız? Onu zaman gösterecek. Sözümüzde duracak mıyız? O da belli değil. Ama söz ağızdan çıktı bi kere ve ben sözümde durarak izlenim yazdım bile…
Kars Lisesinin mezun ve mensuplarını selamlayarak…