ANALİZ
 

LOZAN KARTIYLA KANDIRMACA
 

İktidarın şu andaki bütün hedefi Kuzey Irak. AKP Genel Başkanı, Amerika gezisinin başarısızlığını sanıyorum savaş tamtamları çalarak örtmeyi ve “şovenist bir hava” yaratarak kamuoyunu etkilemeyi amaçlıyor.
Milli Güvenlik Kurulu zehir zemberek bir bildiri açıkladı. İktidar yetkilileri sanki bin yıllık düşmanımızmış gibi Barzani'ye “Bak bu son uyarımız ayağını denk al ona göre” diye parmak sallıyor.
Neden? Çünkü Barzani kendi bölgesinde “bağımsız bir devlet olalım mı?” diye halka soracak. “Yapamazsın” diyoruz.
Oysa çok değil daha bir ay önce bu Barzani Türkiye'ye gelmişti. Gittiği Başbakanlık'ta da Cumhurbaşkanlığı'nda da adına “Kürdistan bayrağı” dedikleri bayrağı göndere çekmiştik. Yani olmayan bir devleti “tanımış” gibi yapmıştık.
AKP iktidarı referanduma karşı çıkarken Türkiye'nin çıkarı ile ilgili bir şey söylemiyor aslında. “Böyle bir girişim bölgede çatışma ortamı yaratabilir, bu nedenle Irak'ın toprak bütünlüğü korunmalı” diyor.
Bütün bu yüksek tonda gösterilen tepkiler bana göre “Barzani referandumdan vazgeçebilir” umudu ile gösteriliyor. İktidar Barzani'nin Amerika'nın baskısına boyun eğeceğini düşünüyor. Böyle olursa “İşte gücümüzü gösterdik, bölgenin asıl oyun kurucusu biziz, bizden izin almadan kimse bir şey yapamaz” diyebilecekler.
Peki, Barzani Amerika'nın baskısına rağmen referanduma giderse, gerçekten bir şey yapabilir miyiz? Ne olacak yani Erbil'i mi işgal edeceğiz? Zaten bu nedenle “Lozan kartını” öne sürüyoruz sanki. Çünkü iddiaya göre eğer Irak'ın toprak bütünlüğü bozulursa Türkiye'nin Musul ve Kerkük üzerinde hakkı doğuyor. “Bak referanduma kalkarsan uluslararası anlaşmalara göre davranırız” diyerek Musul ve Kerkük'e girme tehdidi Barzani'ye yönelik olamaz. Bu Barzani'yi durduracak bir hamle değil. Nedeni basit; o anlaşmayı göstererek Musul ve Kerkük'e yönelik hareket Irak'a yönelik olacaktır aslında. Böyle bir hamle ile Türkiye kendi elini kolunu bağlar. Esip gürleriz ama hiçbir şey de yapamayız. Çünkü böyle bir durumda karşısında başta Amerika olmak üzere dünya devlerini bulur. Konu bir anda Barzani olayı olmaktan çıkar başka alana kayar. Türkiye askeri olarak hiçbir şey yapamaz. Buna karşı “Görüyorsunuz işte tüm dünya Türkiye'ye karşı birleşti, bunların bütün derdi Erdoğan'ı yıkmak” propagandasını sürdürme şansı bulur.
Bu nedenle iktidarın efelenmelerini çok ciddiye almıyorum. Yine yapamayacakları bir şeyi söyleyip seslerini yükseltiyorlar hepsi bu. Nasıl olsa “ne söyleseler inanan” bir kesim ve hareket edemeyen bir medya var ellerinde.

 

BUNU YAZMAK GEREK
 

MUSUL-KERKÜK'le İLGİLİ İKİ NOT
 

Musul ve Kerkük konusu çok uzun yıllardır konuşulur. Özellikle iktidar yanlıları cumhuriyetle de hesaplaşmak için ikide bir Musul-Kerkük sorununu dile getirerek Atatürk'ün Lozan'da buraları sattığını ileri sürecek kadar fütursuzlaşabilir.
Şimdi ellerinde bir fırsat var. Eğer dedikleri gibi Barzani referandumda ısrar ederse uluslararası anlaşmaları öne sürecekmişiz, yani Musul ve Kerkük'teki haklarımızı almak için harekete geçecekmişiz.
Bu konuda iki notum var:
NOT 1: Kişisel olarak 1. Körfez Savaşı'nda Musul ve Kerkük'e girilmesini savunmuştum. 2. Körfez Savaşı'nda da bunu yapabilirdik. Ancak nedense “bize yedirmezler” aşağılık duygusu üzerimize çökmüş. Oysa Türkiye bunu zamanında başarabilirdi. Bu iktidarla başarmamız mümkün değildir ama.
NOT 2: Musul ve Kerkük'ün bize “yedirilmeyeceğine” inananlara şunu söylemek isterim: Bundan tam 43 yıl önce Kıbrıs'ın kuzeyini aldık. O günden bu yana “Çık” diyorlar bize. Ambargolar uyguladılar, ne baskılar yaptılar, biz hâlâ Kıbrıs'tayız. Yani diyeceğim “fiili durumu” gerçekleştirdiğinizde geri döndürmek kolay olmuyor.
Şimdi diyorum ki; “Öyle lafla olmaz bunlar. Madem oturdunuz konuştunuz MGK'da da karar aldınız, eğer Barzani lafınızı dinlemezse girin Irak'a, alın Musul ve Kerkük'ü. İnanın hiçbir şey olmaz. Dünya eser gürler ama bizi artık oradan çıkaramaz. Tabii bunu yapabilmek için yürek gerek.”
O da bu iktidarda var mı, bilemiyorum. Bunlar bırakın Kerkük'e falan girmeyi Kıbrıs'ı verirlerse bunca yıldan sonra hiç şaşırtıcı olmaz.

 

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
 

AMERİKA GEZİSİ BERBAT GEÇMİŞ
 

Amerika'dan dönen AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın yüz ifadesi hiç hoş değil. Bu kez gazetecilerle uçakta konuşmamış. Uçakta hemen yatıp uyumuş ki dinlenmiş biçimde Türkiye'ye inebilsin. Uçağa binmeden önce hepsini karşısına almış ve soruları cevaplamış. Önceden verilen sorulara verilen cevaplardan anlaşıldığı kadarıyla bir kere Trump'la görüşme hiç de olumlu geçmemiş. Erdoğan'ın sözlerinden anladığımız kadarıyla hiçbir konuda ilerleme yok.
Fetullah Gülen ve adamlarının iadesi konusunda Trump'tan tık yok. Tam tersine Erdoğan çok öfkeli biçimde “O hâlâ İzmir'deki papazın peşinde” diyerek tepki gösteriyor.
Trump Erdoğan'ın korumalarına alınacak silahların satışının iptali konusunda da geri adım atmamış. Burada garip olan Erdoğan'ın “Vermezlerse vermesinler biz de yerli silahlarımızı kullanırız” demesi. Madem bu kadar basit bir çözümü vardı ne diye elin Amerikalısı önünde Türkiye'yi bu kadar küçük düşürdü acaba diye sormadan edemeyeceğim.
Trump PYD'ye verilen silahlar konusunda da aynı katılığı sürdürmüş. Erdoğan'ın “belgeleri önüne koyduğumuzda bir şey diyemiyor” sözleri çok manidar. Belli ki “Bunlarla uğraşmayın” havasında. Yani bizim tepkimizi hiç ciddiye almadıkları gibi laf da söyletmiyorlar.
Erdoğan Rusya'dan alacağımızı iddia ettiği S-400'ler konusunun ise hiç açılmadığını söylemiş. Açılmamış olabilir. Çünkü Amerika o konuda çok da endişeli değildir belki de. Zaten Türkiye'nin S-400'leri alması NATO'nun aleyhine bir durum oluşturacaksa ne yapar ne ederler ve bu füzeleri bize aldırmazlar.
Zamanında Çin füzeleri için de böyle anlaşmalar yapmaya kalkmıştık. Hatta iktidara göre füzeler neredeyse geliyordu. Sonra bir de baktık ki füze anlaşması iptal edilmiş. Niye acaba? Fiyatta mı anlaşamadık yoksa işin içine başka şeyler mi girdi? Sonuçta iktidar Çin füzesi ihalesinin üzerini sessizce örttü kimse de sormadı bir daha.
S-400'ler için de aynısı olabilir. Tabii o zaman en azından birinin çıkıp “Verdiğimiz kaparo ne kadardı, geri alabildik mi?” diye sormasını beklerim
Sonuç olarak Amerika gezisi belli ki hiçbir kazanım olmadan sona ermiş. Yandaşlar sanki zafer kazanılmış gibi yazılar yazmışlar ama o parlatıcı yazılardan bile gezinin “berbat” geçtiği izlenimi aldım.

 

ŞAŞIRDIM
 

KADİR TOPBAŞ'ın CESARETİ DUDAK UÇUKLATTI
 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş cemaatin 15 Temmuz dinci faşist kalkışmasından bu yana sıkıntılıydı. O gece Amerika'da olan Topbaş'ın dönüşünü geciktirmesi dedikodulara neden olmuştu. Ardından damadının FETÖ'den tutuklanması, sonra serbest bırakılması, kamuoyu baskısıyla tekrar tutuklanması Topbaş'ı zora sokan konulardı.
Medyadaki saray yazarları da ısrarla Topbaş'ın üzerine giderek “görevden alınacağını hatta tutuklanacağını” bile yazdılar. Topbaş bütün bunlara karşı hep sessiz kaldı, adeta ortalıkta görünmemeye çalışan bir başkan profili çizdi.
Sonra ne olduysa Kadir Topbaş birden cesaret buldu. Sanki bir yerlerden “Korkma arkanda biz varız” desteği almış gibi kendi partisinin hazırladığı 5 imar planını veto etti. Bu AKP zihniyetinin İstanbul'da işbaşına geldiği 1994'ten bu yana ilk kez görülen bir şeydi.
Gerçi AKP hemen karşı atağa geçerek Topbaş'ın vetosunu hiçe sayarak o beş imar planını noktasına virgülüne dokunmadan yeniden kabul etti. Kadir Topbaş da bastı istifayı.
Burada önemli olan Topbaş'ın bir anda nasıl olup da cesaretlendiği ve başını kaldırdığıdır. Muhtemelen sarayla bir pazarlık yapıldı. Erdoğan'ın “kendiliğinden ayrılmasını” istediği isimlerden biri Kadir Topbaş'tı. Topbaş ise sanıyorum “Beni onursuzca göndermeyin, bari bir sorun çıkarayım, sonra da istifa etmiş olayım” demiş de olabilir. Nitekim istifasını açıklarken ağzından çıkan sarayı ve AKP'yi pohpohlayan cümleleri bu ihtimali benim zihnimde çok güçlendirdi.
Tabii “zayıf” bir şık daha var. AKP içinde ciddi biçimde oluşmaya başlayan “Bu böyle gitmeyecek artık yeter demeliyiz” diyenlerin “Hasan Tahsin'i” olarak da ortaya atılmış olabilir.


https://twitter.com/can_atakli_