Bİ SORALIM BAKALIM
Milli Savunma Bakanı ve üç kuvvet komutanına sormak istiyorum!..
İstanbul’un bir taksi sorunu var biliyorsunuz.
20 milyonluk kentte toplam 17 bin 395 taksi var.
Bu rakam bundan neredeyse 30 yıl önce belirlenmiş, plaka tahsisleri yapılmış.
30 yıl önce İstanbul’un nüfusu tüm çevresiyle birlikte 10 milyonu bile bulmuyordu.
Yani taksi sayısının bugünkü nüfusa yetmesi mümkün değil.
Çare elbette taksi sayısını artırmak ama bu mümkün olmuyor.
Çünkü İstanbul’da “taksi ağaları” var.
Bunların ellerinde çok sayıda taksi plakası var.
Plaka tahsisi olduğu ve talep de çok olduğu için bu taksi plakaları hayli pahalı.
Bu taksi ağaları, yeni taksi plakası tahsisi yapılması halinde zarar edecekler.
Çünkü sayı artınca plaka fiyatları da düşecek doğal olarak.
O halde en iyi yol, yeni taksi plakalarına karşı direnmek.
Öyle sanıyorum ki taksi ağaları, AKP’lilerden oluşuyor.
Çünkü plaka sayısının artmasına sadece AKP’liler karşı çıkıyor.
Peki, AKP nasıl oluyor da taksi sayısının artmasına karşı çıkabiliyor ve bunu başarıyor?
Çünkü taksi sayısının artmasını bizzat hükümet yani saray önlüyor.
Daha önce de yazdım, herkes de biliyordur, büyük kentlerde ulaşım koordinasyonu “UKOME” adı verilen bir kurul tarafından yapılıyor.
Açık adı Ulaşım Koordinasyon Merkezi. İstanbul’da bu kurulun 25 üyesi var.
11 üye İBB’den geliyor.
14 üye ise sarayın gönderdiği isimlerden oluşuyor.
İBB tam 11 defadır taksi sayısının artırılması teklifini getiriyor UKOME’ye ama her seferinde sarayın adamları tarafından reddediliyor bu öneri.
Çok merak ettiğim bir konu var.
Sarayın adamları taksi sayısının neden artırılmasını istemediklerini hiçbir toplantıda dile getirmiyor.
Sadece oylama yapılıyor ve saray tarafı blok halinde ret oyu kullanıyor.
Saray tarafından gönderilen memurlar arasında üç de asker var.
Birinci Ordu Komutanlığı adına bir subay var kurulda.
Ayrıca Jandarmalı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nı temsilen de birer subay bulunuyor bu heyette.
Şimdi öncelikle Milli Savunma Bakanı’na sonra da Kara, Deniz ve Jandarma genel komutanlarına sormak istiyorum.
+ Bu subaylarınız tam 11 keredir hangi gerekçeye dayanarak taksi sayısının artırılmasına karşı çıkıyor?
+ Milli Savunma Bakanı ve komutanlar subaylarının hangi gerekçe ile taksi sayısının artmasına karşı çıktıklarını biliyorlar m?
+ Subaylar UKOME’de ret oyu verirken Bakanlığa ya da komutanlıklara danışıyor mu?
+ Eğer danışıyorlarsa, kendilerine ret oyu kullanma emri mi veriliyor?
+ Eğer danışmıyorlarsa, Bakan ve komutanlar bir kere bile merak edip “Siz neden taksi sayısının artmasına karşı çıkıyorsunuz?” diye sordular mı?
+ Subayların direk saraydan emir almaları mümkün müdür?
+ Milli Savunma Bakanı ve kuvvet komutanları taksiye en son ne zaman bindiler?
Bu sorular, zor sorular değil.
Ama mutlaka cevaplanması gereken sorulardır bunlar.
Çünkü koskoca Türk Silahlı Kuvvetleri, İstanbul halkından adeta intikam alınması için oynanan bu oyunun piyonu olmamalıdır.
KOMİK
“Dış güçler” lafının masal olduğu bu haberle otaya çıktı
Haberi saray medyasının en militanı yapmasa, ciddiye almayacağım.
Tuhaf ama gerçek, bu haber Sabah’ta yayınlandı.
Bakın ne diyor;
“Erdoğan’ın talimatıyla kamuoyunda yaygın olarak konuşulan manipülasyon iddialarını aydınlatmak üzere çalışma başlatan kurum, manipülasyon olup olmadığını, varsa kimler tarafından yapıldığını belirleyecek.”
Haberde, Devlet Denetleme Kurulu Başkanı Yunus Arıncı ve ekibinin araştırma sonucunu bir rapor haline getireceği ve bir suç tespit edildiyse işlem yapılmak üzere ilgili kurumlara göndereceği belirtildi.
Demek ki neymiş, dış güçler lafları bir palavradan ibaretmiş.
Eğer döviz fiyatlarını gerçekten dış güçler yükseltiyor olsa böyle bir araştırmaya gerek duyulmaz.
Anında belgeleriyle ortaya konur, dış güçlere kocaman bir tokat atılır.
Peki nereden çıktı bu Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirme fikri?
Saraydaki bazı adamların döviz oyunu oynadıkları dedikoduları var.
Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri Şeyhi’nin gelmesinden önce dövizin bizzat saray adamları tarafından yukarı çekildiği, bu sırada çok ciddi miktarlarda döviz satışı yaptıkları, sonraki düşüşte sattıkları dövizi yerine koyup aradaki TL farkını cebine indirdikleri söyleniyor.
Üstelik öyle küçük rakamlar değil.
Kara Salı denilen gün, dolar üç lira birden arttı.
Beş milyon dolar bozdurup sonra dolar düşünce sattıkları dövizi yerine koyanlar en az 10 milyon TL kazandılar. Bunu reisten habersizce yaptılarsa, belki de bu açığa çıkarılmak isteniyordur.
OKURDAN MESAJ
O parlak farlar, meğerse buymuş
Bir okurum şöyle yazmış;
Üstadım Merhaba,
Sorunlara parmak basıyorsunuz ya, bir sorun da bu bence; beyaz renk araç farları
Fabrikalar optimum aydınlatma ve insan sağlığı için yıllarını ve parasını AR-GE’ye harcayıp far üretiyorlar. Genelde sarı renkli çünkü yağış tanelerini ve zemin seçilebilirliğini en iyi gösteren renkmiş.
Zaten gece şehir aydınlatmaları da bu yüzden sarıdır.
Ancak son dönemde bir hevesle sanki marifetmiş gibi xenon taklidi beyaz renk çakma ışık takıyor sürücüler. Eminim tamamı Çin malı bunların. Arkanızda ya da karşınızda fark etmiyor gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi oluyorsunuz. İnsan göz seviyesi sınırı olmuyor bunlarda. Gökyüzüne kadar açıyla yanıyor. Far ayarı bunda bir işe yaramıyor maalesef.
Hemen hemen tüm ticari vasıflı araçlarda, taksilerde var. Şehirlerarası otobüsler de bu furyaya katılmış. Özel araçlarda sürekli artıyor. Hayır yani iyi bir trend olsa tamam ama tamamen bir özenti ve cahillik. Orijinal olan xenon far özentisi. Onlar böyle şimşek gibi çakıyor ya onu istiyorlar.
Araç muayenede bir şekilde geçiyorlar demek. Ama yollarda trafik denetimleri buna hiç dikkat etmiyor. Orijinal üretim dışında bu insan sağlığı için tehlikeli olan farlara cezalar yazılmalı.
Üstadım, bu konu bence çok ciddi bir toplumsal yozlaşmayı gösteriyor. Derhal önlem alınmalı ve farkındalık yaratılmalı. Benim kuru bir vatandaş olarak gücüm yok. Desteğinizi rica ediyorum.
Gerçekten bunu bilmiyordum.”
O çok parlak farlar beni de rahatsız ediyor ama ben de bunların orijinal olduğunu sanıyordum.
Meğer farlar bile çakma olmuş güzel memleketimde.
ŞAŞIRDIM
Terörle mücadele hesabında bir tuhaflık var
Sarayın ateşli gazetelerinden Yeni Şafak, dün “PKK’ya ayda 10 bin operasyon” manşeti ile çıktı.
Haberde “Güvenlik güçleri terör örgütü PKK’ya 2021 yılında da göz açtırmadı. Emniyet, Jandarma ve güvenlik korucuları; PKK’ya ağır darbeler vurdu. İçişleri Bakanlığı verilerine göre bu yılın ilk 11 ayında 108 bin 986’sı kırsal, 2 bin 969’u şehir olmak üzere toplam 111 bin 955 operasyon yapıldı” deniyordu.
Bir yılda 111 bin operasyon yapıldıysa, bu ayda yaklaşık 10 bin operasyona karşılık gelir aritmetik hesapla.
Demek ki günde 300’ün üzerinde operasyon anlamına gelir.
Bu gerçekçi bir rakam mı?
Bir günde belki 300’e yakın operasyon yapılabilir tüm ülke çapında ama her gün en az 300 operasyona hangi can dayanır ki?
PKK’ya karşı ciddi bir mücadele yapıldığı biliniyor.
Ancak güvenlik güçlerini övmek isterken sanki ölçü kaçırılıyor gibi geliyor bana.
BUNU YAZMAK GEREK
Erdoğan siyasi parti genel başkanı kabul edilmiyor
Mersin’de miting krizi yaşanıyor.
CHP, ekonomideki kötü gidişe karşı mitingler düzenleme kararı aldı biliyorsunuz ve bu kapsamda ilk mitingi Mersin’de yapacak.
Ancak Mersin Valisi, CHP’nin Cumhuriyet Meydanı’nda miting yapmasına izin vermedi.
Gerekçe olarak da bu meydanın 2015’ten bu yana siyasi partilere miting için tahsis edilmemesini gösterdi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da yaptığı açıklamada CHP’ye hakaretler yağdırarak “O alanda bugüne kadar hiçbir siyasi partiye miting izni verilmedi” dedi.
Oysa AKP genel başkanı Erdoğan çok değil iki ay önce eylül ayında halka hitap etmişti.
İşte ucube cumhurbaşkanlığı sistemi ortaya çıkarıldığından bu yana garabeti anlatıyorum; Erdoğan her ne kadar parti başkanı olsa da devlet katında “Eski Cumhurbaşkanı” muamelesi görüyor. Çünkü anayasa değişiklikleri yapılırken cumhurbaşkanının bu pozisyonu atlandı. Bu nedenle örneğin bu makam hala eski sembolik cumhurbaşkanının korunduğu yasalarla korunuyor ve Erdoğan’a yönelik her eleştiri “Cumhurbaşkanına hakaret” olarak kabul ediliyor. Aynı şekilde Erdoğan’ın bir parti genel başkanı olarak yaptığı tüm işler de Cumhurbaşkanı sıfatının içine sokuluyor ve eskisi gibi ayrıcalıklı sayılıyor.
Oysa Erdoğan’ın sadece adı cumhurbaşkanı.
Eski cumhurbaşkanı ile hiç ilgisi yok.
Erdoğan AKP’nin genel başkanı olarak seçilmiş cumhurbaşkanıdır ve bu görev aslında çok güçlendirilmiş başbakanlıktır.
Buna karşı işlevi eskisi gibi tutmak çok yönlü olarak Erdoğan’ın işine geliyor ve sistemi asla değiştirmiyor.
Muhalefet de bu konuda nedense hiç adım atmıyor.
Ama o zaman ağlayıp sızlamanın da bir anlamı kalmıyor ki.
https://twitter.com/can_atakli_