ANALİZ

Muhalefet ilk turda kazanır

Saraya yakın olan/olmayan birçok araştırma kuruluşu son zamanlarda ardı ardına “Bugün seçim olsa oyunuzu kime verirsiniz?” anketi yapıyor.

Partilerin oy oranları anket kuruluşlarına göre farklı ancak bazı ortak noktaları var.

BİRİNCİSİ: Hiçbir parti tek başına iktidar olamıyor.

İKİNCİSİ: Hiçbir partinin adayı ilk turda seçilemiyor.

ÜÇÜNCÜSÜ: İttifakların adayları da ilk turda seçilemiyor

DÖRDÜNCÜSÜ: HDP’nin desteğini almadan hiçbir adayın seçilme şansı yok.

Bu konuları dün Tele1’deki Kulis programında MAK Danışmanlık Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Kulat’la konuştuk.

MAK’ın yaptığı son araştırma sonuçlarını geçtiğimiz hafta sizlere sunmuştum.

Hatırlamak için tekrar vereyim oranları.

AKP: 38.7

CHP: 24

İYİ Parti: 11.6

HDP: 9.2

MHP: 9.1

Gelecek: 2.3

Deva: 2.3

Saadet: 1.4

Diğerleri: 1.4

Mehmet Ali Kulat, AKP oylarının bir ara yüzde 30’a kadar gerilediğini belirterek, “Ancak Azerbaycan’ın Ermenistan’la savaşı ve Türkiye’nin desteği, Maraş’ın açılması, Akdeniz’deki gelişmeler, özellikle milliyetçi duyguları harekete geçirince oylar biraz yükseldi” dedi.

Ancak buna karşı Kulat’a göre, muhalefetin tek aday üzerinde yoğunlaşması halinde seçim ilk turda bitebilir.

Kulat’a; “Ancak bu durumda HDP desteği, muhalefet bloğuna olacak demektir. Böyle bir destek sağ partilerde bir kaçış yaratır mı?” diye sordum.

Kulat, bu seçimin çok değişik koşullarda olacağını belirterek, “Böyle bir ortamda muhalefet partilerinin bunu çok fazla dert edeceklerini zannetmiyorum” dedi.

Benim üzerinde çok durduğum “baskın seçim” konusunda, Kulat daha farklı düşünüyor.

Kulat’ın görüşü özetle şöyle; AKP’den oy alması muhtemel iki partinin (Gelecek ve DEVA) hazirandan önce yapılacak bir seçime katılmaları mümkün değil. Ayrıca yeni parti kuracaklarını açıklayan Mustafa Sarıgül ve Muharrem İnce’nin de hemen yapılacak bir seçime katılması çok zor. Bu halkta hoşnutsuzluk yaratır, mağduriyet çıkmasından hoşlanmaz.

Bunun üzerine Kulat’a, “Seçimler zamanında mı yapılır?” diye sordum.

Kulat buna gülerek, “Türkiye’de herkes 2023’te seçim olmayacağını biliyor. Mutlaka daha erken tarihte olacak. Bana göre 2021’in sonbaharında bir erken seçime gidilebilir” karşılığını verdi.

Kulat, seçimler yaklaştıkça Gelecek ve DEVA partilerinin oylarında yükselişler olabileceğini de ileri sürdü.

BUNU YAZMAK GEREK

Erdoğan baskın seçim için yarını bekliyor

Uzun süredir Erdoğan’ın bir “erken seçim” değil, “baskın seçim” hazırlığı içinde olabileceğini yazıyorum.

Çünkü mutlaka kendisi de biliyor ki, bu iktidarın 2023’e kadar sürdürmesi mümkün değil.

Erken seçim Erdoğan için bir risk. Bu nedenle kimsenin beklemediği anda, koşullarını kendisinin belirleyeceği bir ‘baskın seçime’ gitmek zorunda…

Bana göre bu kararı yarın verebilir.

Avrupa Birliği Liderler Zirvesi’nden çıkacak sonuca göre Erdoğan bir baskın seçim kararı alabilir.

Hatta bunun sinyalini dün Bakü’ye giderken verdi.

Gazetecilerin, “Liderler Zirvesi’nden bir yaptırım kararı bekliyor musunuz?” sorusuna şöyle cevap verdi; “Türkiye’ye yönelik yapılacak herhangi bir yaptırım kararı Türkiye’yi çok fazla da ırgalamaz. Yani zaten bize resmi olarak 1963’ten bu yana sürekli yaptırım uyguluyorlar. Hiçbir zaman Avrupa Birliği bize dürüst davranmamıştır. Hiçbir zaman Avrupa Birliği verdiği sözün arkasında durmamıştır ama biz o günden bugüne hep sabrettik, hâlâ da sabrediyoruz. Şu anda atacakları adımlar, verecekleri kararlar nedir bunların hepsini göreceğiz ama samimi olan, dürüst olan liderler, zaten bu sürece yönelik onlar da gayet dik duruyorlar ve Türkiye’ye karşı yapılacak bu tür yaklaşımlara da sıcak bakmıyorlar.”

Buradaki “ırgalamaz” sözü çok dikkat çekici. Erdoğan, sanki ipleri koparmak üzere gibi ama her şeye rağmen Almanya’nın desteğini de söylemeyi ihmal etmiyor.

Erdoğan’ın bir baskın seçim zemini bulması için bugün ya da yarın bu zirveden “Türkiye’ye yaptırım” kararı çıkması gerekir.

Ayrıca böyle bir karar çıkarsa zaten seçimden başka şansı kalmaz.

Ancak şunu görmek gerek; Avrupa’dan gelecek böyle bir kararda, buna yeni seçilen Amerikan başkanının da destek vermesi, Türkiye de aksi etki yaratır ve milliyetçi duygularla Erdoğan’ın oyları artar.

Zaten bütün siyasetini, “Türkiye’nin dış düşmanları” algısı yaratarak “sert bir milliyetçi vatanseverlik” üzerine kuran Erdoğan da hiç tereddütsüz seçime gider ve yaptırımlara karşı, “Türkiye demokratik bir ülke, arkamda halkın yarısından fazlası var” der.

Böyle bir sonuç ister istemez Amerika ve Avrupa’ya da fren yaptırır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Diplomatlar işte böyle çaktırmadan laf sokuşturuyor

Hani özellikle dinci siyasetçilerin “monşerler” diye küçümsedikleri diplomatların en büyük mahareti, inceden laf sokuşturmayı bilmeleridir.

Çoğu diplomatın söyledikleri veya yazdıkları ilk anda anlaşılamayabilir.

Buna karşı biraz dikkatli olunca diplomatlığın ne olduğunu fark edersiniz birden.

Bir dönem Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi olan, şimdi de Amerika’nın Suriye Özel Temsilcisi görevini üstlenen James Jeffrey’ye, katıldığı bir panelde “Türkiye IŞİD’ı destekliyor mu?” diye sorulmuş.

Şimdi Jeffrey’nin yanıtını dikkatle okuyun.

Bakın ne demiş; ‘‘Türkiye’nin Suriye’de önceliği yıllarca IŞİD değildi, PKK’nın uzantısının güney sınırında güçlü bir pozisyon edinmemesi sağlamak; Esat rejimi, Rusya ve İran’la denge kurmaktı. IŞİD, Türkiye için dördüncü sıradaydı. NATO içinde IŞİD’le sahada Türkiye kadar çok karşı karşıya gelen ülke olmadı. Türkiye, IŞİD’e karşı çok etkili savaştı. Türkiye, Beşar Esat’a karşı savaşmak isteyenler için sınırlarını açtı ve bunlar arasında bir ayrım yapmak için çalışmadı. Biz bunu Irak’ta yapmaya çalışmıştık ama biz de çok başarılı olamamıştık. Bu yabancı savaşçılar arasında El Kaide uzantıları ve IŞİD arasında çok geçiş oluyor; ama hiçbir zaman Türkiye IŞİD’i destekledi diyemeyiz.’’

İlk anda “Jeffrey, Türkiye’nin IŞİD’i desteklemediğini söyledi” diye düşünebilirsiniz.

Ama bu diplomat, “Türkiye’nin önceliği yıllardır IŞİD değildi” diyerek lafı sokuşturmuş.

Çünkü IŞİD yıllarca Türkiye’nin dördüncü önceliği olmuşsa, bu süre içinde etkili bir mücadele yapmamış, pek çok şeye göz yummuş demektir.

Bu arada Jeffrey, bu basın toplantısında “Mısır, İsrail ve Türkiye arasında normalleşme gelişmeleri olduğunu, Türkiye’den iyi bir ışık aldıklarını, Biden’in de bunu desteleyeceğini” söyledi ki, o da aslında çok tartışılacak bir açıklama.

ÖNERİ

10 büyükşehir belediyesi her gün “Bulaşıcı hastalıktan öldü raporu verilen” hasta sayısını açıklasın

Ekrem İmamoğlu; iktidarın, koronadan ölenleri gizlediğini ortaya çıkardı.

İstanbul’da “nedense artık”  bulaşıcı hastalıktan ölenlerin sayısı artıyordu.

İmamoğlu da istatistikleri inceleyerek bunun mümkün olmadığını söyledi.

Bizler de “Bu insanlar hangi bulaşıcı hastalıktan öldü?” diye sorduk.

Tabii ki kapı duvar her zamanki gibi.

Cevap vermediler ama sonunda gerçeğe daha yakın rakamları açıklamaya başladılar.

Benim de bir önerim var.

10 büyükşehir belediyesi CHP’nin yönetiminde.

Bu 10 belediye, Türkiye nüfusunda çok büyük yer tutuyor.

Bu illerin belediye başkanları her gün kaç vatandaşın ölüm raporuna, resmi görevlilerin “bulaşıcı hastalık” yazdıklarını açıklasın.

Bunlar CHP parti yönetimi tarafından her gün kamuoyuna açıklansın.

Kamuoyu da koronadan ölenler tablosu ile bulaşıcı hastalıktan ölenleri kendi zihninde kıyaslasın.

ŞAŞIRDIM

Bu yargıya müdahale değil mi?

Erdoğan’ın bir dediği diğerini tutmuyor.

Ya birkaç gün önce söylediklerini unutuyor ya da o günün durumuna göre sözler söylüyor.

Örneğin bir süre önce “yargıya müdahale olmaması gerektiğini” söylemişti.

“Yargı mensuplarına sesleniyorum. Değerli yargı mensupları, Anayasa’nın 138’inci maddesi beni ne kadar muhatap alıyorsa, benim dışımdakileri de alıyor. 138’inci maddeyi eze eze kullananlara karşı gereğini niye yapmıyorsunuz, gereken adımları niye atmıyorsunuz?” demişti.

Kastettiğinin Kılıçdaroğlu olduğu anlaşıldı. Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmasını istemişti CHP Genel Başkanı ve bu Erdoğan’ın gözünde yargıya müdahale idi.

Oysa zaten “Yargıya müdahale edilmesin” dedikten hemen sonra, yargı mensuplarına “Gerekeni niye yapmıyorsunuz?” demesi, yargıya müdahalenin dik alasıydı da muhalefet bile üzerinde durmadı, konu geçti gitti.

Erdoğan dün de Selahattin Demirtaş üzerinden yargıya “bir talimat” verdi.

Dedi ki; “Yargının işine müdahale etmek benim haddime değil ama Selahattin Demirtaş gibi teröristin, varsa, sözde hakkını koruyacak değiliz. İnanıyorum ki bizim yargımız Selahattin Demirtaş gibi bir teröriste böyle bir imkan tanımaz. Böyle bir teröristin asla önünün açılmasına yol vermeyiz.”

Çok net ve açık değil mi?

Yargı kararı yok ama Demirtaş terörist.

Demirtaş’ın hukuken bir hakkı da yok. Erdoğan buna “sözde hak” diyor.

Yargının bir teröriste imkan tanımayacağının altını çiziyor.

En sonunda da yargıyı da bir kenara atıp “Teröriste yol vermeyiz” diyerek noktayı koyuyor.

Bu “Yeni Türkiye” işte…

https://twitter.com/can_atakli_