MUHAMMEDÎ İSLAM ve KEMALİST DEVRİM İLİŞKİSİ ÜZERİNE…

İslam, halkın köle – hür, yoksul – varsıl diye sınıflara ayrıldığı VII. Yüzyıl Mekke’sinde bir özgürlük ve adalet hareketi olarak doğdu. İslam peygamberi Hazreti Muhammed, sınıf ayrımcılığına karşı kardeşliği, köleliğe karşı özgürlüğü ikame etmek için mücadele etti. Kur’an, akılcılığı temel alan bir kitap kimliğiyle dönemin koşullarında bir özgürlük ve adalet manifestosu olarak peygamberin dilinden insanlara ulaştı.

İslam’ın adalet ve özgürlüğü temel alan eşsiz düzeni, Medine Sözleşmesi ile pratize edildi. Böylece kölelerin kölelikten, yoksulların yoksulluktan kurtuluş süreci başlamış oldu. Bu süreç, peygamberimizin vefatına değin aynı minvalde ilerledi. Ancak, peygamberin vefatını takiben başlayan ve özellikle Emevîler dönemiyle iyice belirginleşen yeni süreçte kölelik, İslamî bir kisveyle kurumsallaştırıldı. Tarihin ve toplumun doğal akışı içerisinde çoktan ortadan kalkması gereken kölelik kurumu, saltanatçı ve hilafetçi İslam anlayışıyla kalıcı hale getirildi. Aynı şekilde yoksulluk da servet hırsı ve ganimetçi zihniyet nedeniyle ortadan kaldırılamadı. Aşırı zenginleşen bir avuç insan dışında geniş Müslüman kitleler fakirliğe mahkûm edildi.

Özetle, İslam toplumu İslam’a sırt çevirdi. Öyle ki 680’de Kerbela’da peygamber torunu ve yakınları Emevî saltanatının vesayetçileri tarafından katledilip Hazreti Muhammed’in manevi mirasının son unsurları da çöle gömülerek İslam’a ihanetin zirvesine ulaşıldı. O günden itibaren gerçek Müslümanlar muhalefete çekildi. Saltanat ve hilafet, yüzlerce yıl boyunca Müslüman toplumun üzerinde bir baskı ve zulüm aracı olarak varlığını sürdürdü.

Yaklaşık 1400 yıllık İslam tarihi boyunca kısa aralıklar dışında Müslümanlar, bilime sırt çeviren ve aklı nakil karşısında önemsizleştiren siyaset ve din erbabı yüzünden büyük mahrumiyetler yaşadılar. Sultanlar ve halifeler, iktidarlarını ganimetler ve halka yükledikleri ağır vergilerle sürekli kıldılar.

Saltanat ve hilafet düzeni, özgürlükçü İslamî düşüncenin gelişimini engelledi. Her yeni fikir, fitne etiketiyle mahkûm edildi. Başta Ebu Hanife ve ehlibeyt neslinden gelen imamlar olmak üzere pek çok Müslüman bilgin, sözde İslamî yönetimler tarafından çeşitli zulümlere uğratıldı. Özgür düşünceli İslam filozoflarının çoğu, sultanlarla işbirliği içinde hareket eden sözde ulema tarafından tekfir edildi. Bundan dolayıdır ki İslam toplumu içerisinden yeterince bilgin ve mucit yetişmedi.

Batıda başlayan aydınlanma felsefesinin doğurduğu yeni süreç, XIX. Yüzyıla gelindiğinde büyük bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ve çeşitli düşünsel akımların önünü açtı. İnsanlık, din adamlarının, sultanların / kralların, halifelerin teokratik egemenliğine ve inancın aklın önüne geçirilmesine karşı laikliği keşfetti.

Laiklik, din ve inancın akıl üzerinde kurduğu baskıyı ortadan kaldırmak ve dinsel erki yok edip halkın iktidarını kurmak için bulunan bir anlayış olarak hızla yayıldı. Bu yayılış bazen devrimlerle, bazen de aydınların başlattığı ve tamamladığı düşünsel evrimlerle gerçekleşti.

Yaklaşık bin yıl boyunca aklı ve özgürlüğü, saltanatçı ve hilafetçi teokratik iktidarlar eliyle tutsak edilen Türk toplumu da insanlığın ulaştığı bu yeni evreye yönelme yolunu tuttu. Bu yöneliş, Osmanlı’nın özellikle son yüzyılında cereyan eden özgürlükçü hareketlerle ivme kazandı. Sonuçta Türk toplumu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları eliyle aklın ve bilimin önünde yüzyıllardır bir engel olarak duran saltanat ve hilafeti kaldırarak laiklik esasına dayalı cumhuriyet rejimine geçti.

Cumhuriyet büyük bir devrimdir. Aklı özgürleştiren, bilimin önünü açan, hurafe ve bidatlara karşı İslamî düşüncenin doğmasını sağlayan laiklik, deyim yerindeyse cumhuriyetin ruhudur.

Cumhuriyet devriminin önderi olan büyük Atatürk, gerçekleştirdiği devrimlerle medeni bir toplum hedefi doğrultusunda az zamanda çok ve büyük işler başarmış emsalsiz bir kahramandır.

Cumhuriyet, adeta Medine Sözleşmesinin güncellenmiş hali olarak nebevî mirası xx. Yüzyılda yeniden dirilten görkemli bir devrimdir. Bu devrimi ve devrimin önderini savunmak samimi her müminin görevidir.

Cumhuriyeti ve onun ruhu olan laikliği İslam karşıtı olarak yaftalamak, ardılları tarafından kurumsallaştırılan Muaviye ve Yezid’in uygulamalarını İslam sanmaktan başka bir şey değildir. Özetle, cumhuriyete karşı olup halifelik özlemi duymak ve saltanat sevdasına kapılmak; İslam’ı Emevî ırkçılığının yararına yorumlayıp bu şekilde yaşamaya çalışmakla eşdeğerdir.

Bu nedenle şahsen, Cumhuriyetçi Atatürkçü bir İlahiyatçı olarak son dönemde laik cumhuriyetimize ve Atatürk ilke ve devrimlerine yönelik ağır saldırıları ibretle, teessürle izlemekte ve not etmekteyim.

Yapılan hiçbir saldırı şahsımı Cumhuriyet devrimini savunmaktan alıkoyamayacaktır. Zira Cumhuriyet devrimi, yapılan aksi yöndeki propagandalara rağmen İslam’ın ulaştığı çağdaş bir aşama olup bir nevi yeniden doğuşu gibidir.

Muhammedî İslam Hareketi, İslam’ın çağdaş dünyada yeniden doğuşunu sağlama mücadelesi olarak gücünü Cumhuriyet devrimlerinden / Kemalist devrimden almaktadır.

Bu nedenle kararlılıkla ifade edeyim ki, Muhammedî İslam, Mustafa Kemal’in düşünsel ve eylemsel mirasını sahiplenen bir harekettir.

Dinin temel kaynağı olan Kur’an’ı akıl ve bilim süzgecinden geçirerek yorumlamak ve böylece çağdaş İslamî düşünceyi laiklik zemininde ihya etmek Muhammedî İslam Hareketinin başarmak zorunda olduğu kutsal bir görevdir.

Bu görev kesin olarak başarılacaktır.

İlahiyatçı-Yazar Cemil Kılıç
https://twitter.com/m_cemilkilic