ANALİZ

Ne oldu o diplomatik dehaya?

Erdoğan’ın Rusya gezisinden sonraki manşetleri hatırlıyorsunuz değil mi?

Türkiye barışı sağladı.

Erdoğan’ın diplomatik dehası.

Dünyaya diplomasi ders verdi.

Bütün ülkeler Erdoğan’ı hayranlıkla izliyor.

Başlık ve yorumlar aşağı yukarı böyleydi.

Tabii o böbürlenme sırasında Hafter’in ateşkesi imzalamadan ülkesine döndüğü arada kaynayıp gitmişti.

Çünkü bu akıllılara göre Erdoğan, Sarraç’ı “hallederken” Putin’e ise “Hafter’i halletmek” düşmüştü.

(Burada bir parantez açayım: Tabii bu nasıl bir üsluptur onu da anlamak mümkün değil. Hesapta “meşru” saydığınız bir devlet yönetiminden söz ediyorsunuz ama sanki çocuğunuzmuş gibi halletmek tanımını kullanıyorsunuz.)

Bizim yandaş yalaka medya Rusya’dan işin aslını öğrenmeden dönmüş meğer bu nedenle zafer çığlıkları atılıyormuş.

Çünkü işin gerçeği şu; Hafter ateşkese karşı çıkmıyor. Sadece “Eğer Türkiye gözlemci olacaksa, askeri varlığını sürdürecekse ve silah gönderecekse biz bu işte yokuz” diyor.

Demek ki Hafter’i “halletmekle” görevli Putin de kendisine hak vermiş ki, Libyalı generalin ateşkesi imzalamadan ülkesine dönmesini kabul etmiş.

Ertesi gün bu gerçek anlaşılınca bizim yandaş yalaka medya “Türkiye barışın garantisi , Berlin’deki zirvede olacağız, zaten Türkiye olmadan barış olmaz” havasına girdi.

Sayılı gün çabuk geçiyor.

Berlin zirvesi günü de geldi çattı.

Sonuç: Zirveye katılan bütün ülkeler ortak bir karara imza attılar.

Kararlarda en önemli madde yani ateşkes yok. Sadece temenni var.

Buna karşı Libya’da barışın sağlanması için iki önemli şart koşuluyor.

Birincisi; Libya’daki tüm taraflara silah ambargosu uygulanacak, şu ana kadar silah satan veya gönderen ülkeler bunu derhal kesecek.

İkincisi; Libya’ya hiçbir ülke asker göndermeyecek, gönderenler de geri çekecek.

Her iki karar da öncelikle AKP iktidarını ilgilendiriyor.

Çünkü AKP iktidarı Türkiye’yi Libya’ya silah ve asker gönderen tek ülke konumuna soktu.

Diyeceksiniz ki “Sanki diğer ülkeler, örneğin Mısır, Dubai, Rusya silah ve paralı asker göndermiyor mu?”

Gönderiyor mutlaka da bunu açıktan söylemiyorlar ki.

Libya’ya müdahale etmeyi kahramanlık gibi gösteren, Hafter’e haddini bildireceğini dünyaya ilan eden AKP oldu.

Bu burumda Berlin zirvesine katılan ülkeler de barışın sağlanması amacıyla öncelikle Türkiye’nin durdurulması gerektiğine karar verdiler ve bunu da Erdoğan’a imzalattılar.

Şimdi “Barışın anahtarı Türkiye” laflarına sadece gülüyorum.

Erdoğan yanına aldığı yandaş gazetecilere “Saldırganlığın sorumlusu Hafter’dir dedim. Kimse itiraz edemedi, teröristle masaya oturmayacağımı söyledim” diyor.

Ama sonuç ortada.

Moskova’da da, Berlin’de de Hafter vardı, üstelik her iki toplantının sonunda Hafter, Trablus’taki Saraç kadar meşru kabul edilmiş oldu, Erdoğan bu konudaki kararı da imzaladı.

Eee, ne oldu müthiş diplomatik dehaya?

ŞAKA GİBİ

Şu soruları soranlara gazeteci deniliyor bu ülkede

Her zaman olduğu gibi son dış gezide de kuralı değiştirmedi AKP Genel Başkanı.

Yine kendi seçtiği gazetecileri uçağına alıp gitti.

Danışmanlarının hazırlayıp bu gazetecilere dağıttığı sorulara da cevaplar verdi.

Şimdi sizlere bu sorulardan bazılarını sunmak istiyorum.

SORU: Hafter’in masadan kalktığını, kaçtığını görüyoruz, takip ediyoruz. Eğer ateşkes gerçekleşemezse bundan sonra herhangi bir revizyon olabilir mi Türkiye’nin politikasında? Bir de sizin batı basını için kaleme aldığınız makalede bir ifadeniz vardı Avrupa liderleriyle ilgili. “Daha az konuşup daha çok somut adım atmaları gerekli artık” demiştiniz. Bugün buna dair bir ışık gördük mü?

(Gazeteci farkında değil, kaçtı denilen Hafter zirveye katılan tüm liderler tarafından meşru güç ilan edildi.)

SORU: “Türkiye barışın anahtarıdır” dediniz. Sosyal medyada bir kampanyaya dönüştü “Turkey for Peace” diye… Aslında Türkiye uluslararası krizlerde bu rolü üstleniyor. Çok önemli bir görev. Masada bir ağırlığı oluyor Türkiye’nin uluslararası krizlerde. Bu diplomasi hamleleri de aslında ülkemizin belirleyici rolünü göstermiş oluyor. “Türkiye dış politikasında yalnızlaştı” eleştirisi yapılırken bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu tür küresel sorunlara ilişkin diplomasi hamleleriniz devam edecek mi?

(Cevaba gerek bile yok, Türkiye’nin ne büyük bir diplomasi yürüttüğü soru içinde anlatılıyor.)

SORU: Dış politikayı iki bağlamda soracağım. Son gelişmeler aslında dış kaynaklardan da teslim ediliyor. Türkiye’nin diplomasinin ve barışın önünü açan adımları Forbes dergisinde geçen tanımlamalar, Türkiye’nin başarısını takdir eden bakış açıları… En son gördük, İtalya’nın özellikle Yunanistan’ın doğalgaz projesi olan Eastmed’i seçenek dışı olarak ilan etmesi… Tüm bunlar içeride nasıl karşılanıyor? Siz muhalefetin tarzını nasıl değerlendiriyorsunuz? Tüm bu gelişmeler tek ses olmaya yetmiyor mu? Sayın Kılıçdaroğlu en son “Ne işimiz var Libya’da?” dedi. Bunu şununla sormak istiyorum; CHP eski Genel Başkanı Baykal “Libya sürecinde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum” dedi. Milli duruş sergiledi. Buradaki tenakuzu nasıl açıklıyorsunuz?

(Vallahi bravo, CeHaPe zihniyeti unutulmasın diye araya sıkıştırılmış.)

SORU: Ecevit yapmış orayı onlara göre… (Marmaray)

CEVAP: O da enteresan. Biz de çok cahil kalmışız; Ecevit’in oraya yaptığını bilmiyormuşuz.

(Nasıl olsa gerçeği kimse açıklayamaz diye düşünüyorlar zahir.)

SORU: Kılıçdaroğlu, “Fizan çöllerinde askerimizin ne işi var? demişti…

CEVAP: Fizan’ın yerini de bilmez. Biz Fizan’a göndermiyoruz ki Trablus’a gönderiyoruz.

(Bu CeHaPe olmasa işleri çok zor galiba.)

SORU: CHP üzerinden bariz bir tablo var ortada. Siz “Yaşam odaları yapalım ki sınırımıza yaklaşan  insanların yağmurdan korunmalarını sağlayalım” dediniz. Kılıçdaroğlu “İdlib’den gelenlerin tamamı teröristtir” dedi; oradan gelen birinin söylediklerini referans göstererek. Bunu nasıl yorumlamak lazım?

(Aslında Kılıçdaroğlu’ra sorulması gereken soruyu önce ince bir yalakalık yaparak Erdoğan’a soruyor.)

SORU: CHP “FETÖ’nün siyasi ayağı araştırılsın komisyonu” önergesi verdi. AK Parti ve MHP karşı durdu. Sayın Bahçeli “Hakim değiliz, savcı değiliz. Meclis’te araştırılması doğru değil. Bunun yerine sözde ‘Yurtta Sulh Konseyi’ araştırılsın” dedi. Siz ne diyorsunuz buna?

(AKP neden FETÖ araştırmasına karşı çıkıyor diye sormak varken konuyu böyle çarpıtmak da müthiş yani.)

Bu sorular elbette bu güya gazetecilerin eline veriliyor.

Burada benim canımı çok sıkan o uçağa binenlerin kendi onurlarını hiç düşünmeden bu soruları sormaları.

OKURDAN MESAJ

Köprüyse birinci ve ikinciler de köprü, ama arada muazzam fark var

Bazı gazetelerde dün 3’üncü Boğaz Köprüsünden geçmeyen araçlar için 1 milyar 600 milyon liralık bir ödeme yapıldığı haberi vardı.

Bunun döviz cinsinden karşılığı 250 milyon doları geçiyor.

Hesapta “Cebimizden bir kuruş bile harcanmadan” yapılan köprü bu.

Israrla “İstemezükçüler var” deniyor ya.

Aslında kimsenin “istemezük” dediği yok.

“Neden bu kadar pahalıya mal ediliyor bunlar, neden iyi hesap yapılmadı ve araç sayısı geçiş garantisinin çok altında kalıyor?” diye soruluyor.

Bundan 35 yıl önce hizmete açılan İkinci Köprü inşaatında görev yapan bir okurum şu mesajı göndermiş;

1985 yılında Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü yapan konsorsiyumda çalışıyordum.

STFA- Misubishi ve IHI ortak girişimi köprü için 125 milyon dolar fiyat verdi.

İnşaat bitene kadar fiyat artırımı da istemedi.

Köprü inşaatı için uzun vadeli Japon kredisi kullanıldı.

125 milyon doları bugüne endekslersek taş çatlasa 350 milyon dolar olur. (Uzun vadeli dolar kredisi için yüzde 3 bileşik faizle hesapladım.)

Yani 3’üncü köprünün fiyatıyla Boğaza bugün en az 8 tane köprü yapılabilirdi. Hem de geçiş garantisi vermeden ve milleti soymadan.

Ayrıca 3’üncü köprünün maliyetinin içine hızlı tren için demiryolu da dahildi ama o demiryolu da unutuldu sanki.

BUNU YAZMAK GEREK

Tezgahın amacı RTÜK’ü etkilemek

Beyaz TV’nin “Fatih Portakal ve Can Ataklı’ya ağır ceza geliyor” iddiasının altındaki tezgah ortaya çıktı.

Cemaatin pis operasyonlarının bir tekrarı olan bu çirkin tezgah şu;

Yandaş tetikçi kesimin önde giden kanallarından Beyaz TV ve AKP’nin trol tayfası hem benimle hem de Fatih Portakal’la ilgili sosyal medyada önce bir linç kampanyası açıyor.

Ardından organize biçimde RTÜK’e şikayet yağdırılıyor.

Amaç hem bana hem Fatih Portakal’a ağır cezalar verdirmek.

Bunu sağlamak için RTÜK’teki kontaklarını da arayarak bastırıyorlar.

RTÜK’teki bazı kişiler bu tetikçilere şu aklı veriyor; “Bu kişilere ağır cezalar geleceğine dair haber yapın. Kurulun toplantı günü bu haber ister istemez gündeme gelecektir. O zaman arkadaşlarımız ‘çok büyük tepki var, mutlaka ceza vermemiz gerek’ diyeceklerdir.”

Yani tezgah aslında RTÜK’ü baskı altında tutmak amacını taşıyor.

RTÜK üyeleri ister istemez şunu düşünecekler; “Haber doğru olmasa bile ayrıca saraya en çok destek veren bir kanal bu haberi yapıyorsa, bu tepeden gelen bir talimat olabilir. Onların dediği kadar olmasa bile mutlaka bir ceza vermeliyiz.”

Yani bu kadar acemice, ilkel bir tezgah bu.

“Ya tutarsa” mantığı ile ortalığı karıştırmaya çalışıyorlar.

RTÜK’ün bu tezgaha gelmemesi halinde ise “Canım biz zaten kesin demedik ki, çok sağlam bir kaynaktan duyum almıştık, demek ki  son anda karar değişmiş” diyeceklerdir gayet pişkince.

Dünkü gibi yine tekrarlamak istiyorum; RTÜK’ün yarınki toplantıda sağduyulu olacağına inanıyorum.

https://twitter.com/can_atakli_