ONUR, GAFLET ve DALALET!..

Ülke neredeyse baştan başa işgal edilmişti…

Düvel-i Muazzama, Mondros Mütarekesi’ndeki şartları tamamen hiçe sayıyordu… Türk Ordusu hemen her yerde terhis edilmiş, asker namına Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’nın Kolordusuyla, Ankara’daki Ali Fuat Cebesoy’un Kolordusu kalmıştı…

Yunan 15 Mayıs’ta, İngiltere’nin oldu bittisi ile İzmir’e asker çıkarmış, 2000’e yakın asker ve sivil silahla, süngüyle delik deşik edilerek öldürülmüştü… İzmir Ortodokslarının başı Metropolit Hrisostomos, daha bir gün önceden “Kurtarıcılarımız yarın şehre gelecektir” müjdesini verdikten sonra, karaya çıkan ilk Yunan askerinin çizmelerine sarılmış ve ardından verdiği vaazda aynen şu sözleri söylemişti:

-Ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız!..

Millet aç, yoksul ve umutsuzdu… Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yakılmaya çalışılan “Kuvayi Milliye” ateşleri soluk, cılızdı… Karadeniz’de Rum çeteleri, Doğu Anadolu’da Ermeni çeteleri, o topraklarda nüfus çoğunluğunu ele geçirmek için, bir yerlerden aldıkları talimatlarla acımasız bir Türk-Müslüman katliamı uyguluyordu…

İstanbul, tam da bu sıralarda Büyük Şair Nazım Hikmet’in ölümsüz eseri Kuvayı-Milliye Destanı’nda anlattığı gibi adeta “soysuzluğun başkenti” görünümündeydi. Başta Padişah ve damadı Ferit Paşa, hükümet, aydın müsveddeleri ve ahalinin hali vakti yerinde bölümünün çoğu İşgal Kuvvetleri’ne, subaylarına hatta askerlerine yaranabilmek için her türlü haysiyetsizliği yapmayı bir görev sayıyordu…

Vatanseverlerin çoğu İstanbul’da Bekir ağa Bölüğü Hapishanesi’ne atılmıştı. Kısa bir süre sonra da Malta’ya sürgün edilecekler, ancak yıllar sonra Mustafa Kemal’in büyük siyaseti, Malta esirlerine karşı Anadolu’daki İngiliz subaylarının tutuklanması ve bu sürgünler hakkında, başta “Ermeni katliamı” olmak üzere her türlü suçlamanın yalan olduğunun ortaya çıkması üzerine Kurtuluş Savaşı sürecinde serbest bırakılacaklardı…

Aynı sıralarda iktidardaki Hürriyet ve İtilaf Partisi ileri gelenleri, başta Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit olmak üzere İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyeleri, “manda” olabilmek için emperyalistlere yalvarma yarışındaydı!..

İşte Büyük Devrimci Mustafa Kemal böylesine ağır, böylesine umutsuz şartlar altında 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı!.. O karaya ayak bastığında Osmanlı Devleti aslında fiilen bitmiş, tarihe karışmıştı. Ancak bunu dünyaya anlatmak için daha 4 yıla yakın süren bir Kurtuluş Savaşı’nı zaferle bitirmek gerekiyordu… Bitirildi de…

-İşte bu nedenle 19 Mayıs bizim onurumuzdur!..

Mustafa Kemal’in yanında idam kararını verenler!..

Tam 101 yıl sonra bugün…

İktidar yandaşlarının “Amiral Gemisi” Sabah Gazetesi, 18 Mayıs’ı kocaman bir fotoğraf ve “Adım adım zafere” başlığıyla kutladı… Başlık güzeldi, ama ya fotoğraf? O fotoğrafta en önde Mustafa Kemal, hemen yanıbaşında son padişah Vahdettin! Kurtuluş Savaşı’nın kahramanları arkada giderek soluklaşan fotoğraflarda görünüyor; İsmet Paşa, Fevzi Çakmak arkalarda, ancak gayet belirgin, pırıl pırıl fotoğrafı ile Damat Ferit onların yanında, hatta önünde!..

-Yani Mustafa Kemal ve arkadaşlarının defalarca idam kararını veren, Nemrut Mustafa Paşa Divanı’nı İngiliz talimatıyla kurup yurtseverleri ipe çektiren iki soysuz!..

Mustafa Sabrilerle, İskilipli Atıflarla, Dürrizade Abdullahlarla, Rahip Frewlarla el ele verip İngiliz Sevenler Cemiyeti’ni kuran, Kuvayı Milliye’yi yok etmek için, parasını İngilizlerin ödediği Kuvvayı İnzibatiye’yi oluşturan, Yunan ordusunu “Halifenin ordusu” olarak ilan eden hainler!..

Damat Ferit, Osmanlı Devleti’nin son sadrazamıydı… Sevr Antlaşması’nın imzalanmasında, kabul edilmesinde büyük emeği vardı… İşgal kuvvetlerine yaltaklanmasıyla, bir dediklerini iki etmemesiyle, Bekirağa Bölüğü’nde hapsedilen yurtseverlerin Malta’ya sürgün edilmesi ve sözde Ermeni soykırımından yargılanmaları için elinden geleni yapmasıyla tarihe geçti!.. Zaten “Vatana ihanet” ile suçlanan ve ülkeden kovulan “150’liklerin” arasında ön sırada yer alıyordu!..

Son Padişah Vahdettin’i aslında anlatmaya bile gerek yok; tarih zaten onun hakkındaki hükmünü çoktan vermiş durumda… Vahdettin, 17 Kasım 1922 gecesi, İngilizlere sığınıp Malaya zırhlısıyla memleketten kaçtığında, Büyük Devrimci Mustafa Kemal’in onun hakkındaki sözlerini anımsatayım yeter:

Gerçekten, neden ve nasıl olursa olsun, Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi ulusu içinde tehlikede görebilecek kertede aşağılık bir yaratığın bir dakika bile olsa, bir ulusun başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır!..

Gençliğe Sesleniş

Tekrar bugüne dönersek…

Sabah Gazetesi’nin, Kurtuluş Kahramanlarının yanına, önüne Vahdettin gibi bir kaçak soysuz ile Damat Ferit gibi bir vatan hainini monte etmesini isimlendiremedim doğrusu… Geçmişe duyulan önlenemez bir özlem mi? Yoksa gaflet mi?

En iyisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük eseri “Söylev”in sonundaki “Gençliğe sesleniş” bölümündeki şu satırlara bakmak:

Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir…

Bu asil millet, bir daha böyle bir “ateşten gömleği” giymez, giyemez, giymeyecektir.. Ne demişti büyük şair Mehmet Akif:

Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!

https://twitter.com/umit_zileli