PARODİ DÜZEYİNDE AÇIKLAMALAR!

Yakıcı ve hüzünlü konular gündemden düşmezken, kara bulutlar üzerimize çökmüşken, üst üste gelen moral bozucu haberler karamsarlığımızı iyice artırırken ister istemez can acıtıcı yazıların köşemizi işgal etmesi doğaldır- olağandır.

Elektrik, doğalgaz, ulaşım, çarşı pazar, benzin mazot, su, gazete zam üstüne zam yerken her krizden güçlü çıkmak, durmadan lütuf düzenini işaret eden rotadan şaşmamak, her gelen tarife ile dar gelirliyi yerden yere vurup yine çılgınca alkışlanmak nasıl bir duyguysa artık?

Sorunun yanıtı havada asılı kaldığına göre! Alan memnun, satan memnunsa yapacak bir şey yok deyip, yola devam edelim, önce anahtar sözcüklerin, daha doğrusu iç acıtan, göz yaşartan adreslerin izinde dolaşalım, neyi nereden alıyormuşuz ona bi kez daha bakalım.

Efendim! Suriye’den patates, Yeni Zelanda’dan üzüm, Kanada’dan şeker, Kırım’dan havuç, Tunus’tan zeytinyağı, Bulgaristan’dan maydanoz, İran’dan doğalgaz, Afrika’dan muz, Güney Amerika’dan kahve, Rusya’dan buğday, velhasıl 20 ülkeden sığır, 8 ülkeden koyun ithal ediyoruz, teee Avustralya’dan koyun getirtiyoruz…

Barbunyadan nohuda, inekten koyuna,  samandan kıymaya listeye dalarsam, ne bu sayfanın boyutları, ne sabrınız yeter! İyisi mi özetle 126 ülkeden 133 ürün ithal ediyoruz deyip işi tatlıya bağlayayım! Böylece zamanımızdan, geleceğimizden, cebimizden, midemizden nelerin çalındığını bir kez daha görüp, çiftçinin yaşam damarının kesilmesinin nelere mal olduğunu bi kez daha anlayalım!

Kuşkusuz ki! Bu konuda ve her konuda yapılan açıklamalar her zaman on numara 5 yıldız düzeyinde parodileri aratmayacak düzey ve nitelikte!

Şüphesiz ki! Yönetim erbabının ve A takımının ağız uçuklatan, meydan okuyan açıklamaları insana saç baş yolduruyor.

Net olan şudur ki! Biz ithal ürünlere servet harcarken insanımız da dünyanın pek çok yerine kaçmanın yollarını arıyor. Katarlılar İstanbul’dan ev alırken, Londra’da ev satın alan Türklerin sayısı 85 bini,  ödenen para 5 milyar sterlini buluyor.

Sık sık dile getirilen 16 yıllık ekonomik destanın neleri başardığını duyunca; gününü gösterdiğimiz ABD, bizi kimsenin yıkamayacağı teraneleri, yeni bir kurtuluş savaşı hamlemiz, her konuyu hafife alışımız gerçeği geliyor aklıma. Bunları hatırlayınca da uyuşturucu kullanma yaşının 9’a düştüğü, paramızın istihdam yaratmak yerine, inşaata betona yatırılıp tarımdan esirgendiği, dünyada tarım ürünleri kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken geldiğimiz nokta çıkıveriyor aklımdan…

Yine, aldıklarımızla sattıklarımız arasındaki dengesizlik, avuç açıp aldığımız dolarları karnımızı doyurmak için yine yaban ellere verişimiz, ithalat, ihracat, döviz açığı, pahalılık, geçim derdi, işsizlik, faiz, enflasyon, döviz artışı, işsizlik gibi yaşamsal sorunlar uçuveriyor aklımdan…

Ülkenin taşını toprağını gama kedere çevirenler ne der ne düşünür bilemem ama büyüklere masalları dinlerken kırda, bayırda, sarayda açan çiçekler değil, kapkaranlık ormanlar geliyor aklıma, bir de 30 Ağustos Zafer Bayramımız…

“Askerler ileri hareketinde süvarilerle beraber yürürken, yorulanlar ve hastalananlar geri kalmamak için birbirlerine tutunuyordu. Ayakları şişenler; İzmir’de iyi olacak! Yaralananlar; İzmir’de sardıracağım! Diyorlardı. Kıtasından ayrı düşen bir asker, karşılaştığı herkese soruyordu; İzmir ne tarafta? Gösterilen tarafa yürürken soruyorlardı; Peki kıtan nerededir? Boynunu bükerek; Kıtamı bilmiyorum. Bize İzmir’e gideceksin dedilerdi, onun için İzmir’e geldim.”

(Bu satırları Falih Rıfkı Atay’ın Eski Saat adlı kitabından aldım.) Demem o ki;

“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!” Buyruğuyla namlusundan çıkmış bir kurşun gibi dur durak- gece gündüz- açlık tokluk bilmeden, bir yüz bire bin çoğalarak büyüyerek, gösterilen hedefe yürüyen Mehmetçik’in Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki bu zaferine selam olsun.

Türk ulusunun Gazi’ye olan güvenini artıran ve çağdaş cumhuriyet devrimlerinin kapısını açan, haykırışın, kükreyişin, şahlanışın adı olan 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun…