CANIMI SIKAN ŞEYLER
Sağlıkta iflas, yakında ameliyat yapacak doktor bulunamayacak
Saray iktidarının yıllardır en övündüğü şeylerin başında “sağlıkta devrim” masalı geliyor.
Devrim dedikleri lüks ve yeni inşaatların yapılmış olması.
İçerik?
O fena işte.
Beş yıldızlı otel lüksünde kentlerin hayli dışında, hasta garantili dev binalar inşa edildi.
Cicili bicili kıyafetler giymiş güzel hostesler hastaları güler yüzle karşılıyor, çay kahve ikram ediyor.
Hastalar evlerinden randevu alıp saatinde hastaneye gidiyor ve muayene oluyor.
Bunları anlatmak güzel de gerçek hayatta artık böyle değil.
Haydi, bir randevu almaya kalkın bakalım; kaç gün sonraya verecekler ve gününde gittiğinizde ne kadar verimli hizmet alacak ve sağlığınıza kavuşacaksınız.
Elbette bu doktorların ve sağlık personelinin beceriksizliğinden, bilgisizliğinden olmuyor.
Lüks sistemle övünenler insan niteliğine önem vermeyince böyle oldu işte.
Bunları ben anlatınca belki “Bunu da mı biliyorsun?” diye sataşanlar olacaktır.
Elbette hayır, bunu nereden bilebilirim, ama halka soruyorum, hastaneye gidenlerden öğreniyorum bu işin gerçek uzmanlarının makalelerine bakıyorum.
İşte bir örnek…
İstanbul Üniversitesi’nin en başarılı rektörlerinden, tıp uzmanı Prof. Dr. Mesut Parlak iki haftadır bu konuda makaleler yazıyor.
Sağlıktaki iflası çok zarif bir üslupla dile getirdiği yazısında “Bu ülkenin, her şeyi bilen üst yöneticilerine soruyorum. Bu denli üniversite açılıyor. Bu ülkenin gelecek on yıl içinde, kaç hekim, kaç mühendis, kaç öğretmen, kaç arkeolog, kaç ekonomist, kaç ziraat mühendisi, kaç orman mühendisi vb… ihtiyacı olduğuna dair bir araştırmanız var mı?” diye sormuş Mesut Parlak.
Sonra da Erdoğan’a hitaben “Sayın Erdoğan; Özel Kaleminize emir verin, saraydan aradığını değil de vatandaş arıyormuş gibi kamu hastanelerinden birinden randevu almaya çalışsın da gerçekleri bizzat öğrenin” demiş.
Mesut Parlak, Erdoğan’ın yurtdışına maddi nedenlerle gidenlere “Giderlerse gitsinler” demesini de eleştirerek “Çok iş bilir bürokratlar hemen devreye girdiler aman Sayın Erdoğan böyle dedi diyerek, 2022 yılı Mart dönemi tıpta uzmanlık kadrolarını düzenleyip açıkladılar. Bu ilanlarda, belirtilen kadrolarla uzmanlık eğitiminin dibine bombayı koydular” diye yazmış.
Nedenini de anlatmış Parlak; “Sadece bu dönemde açılan kadro sayıları, neredeyse ilgili klinikte bulunması gereken toplam asistan sayısından bile fazla. Asistanlık eğitimi usta-çırak ilişkisi gibidir. Asistan ne denli çok hasta görür, özellikle cerrahi branşlarda ne denli ameliyat yaparsa o kadar iyi yetişir. Bu açıklanan sayılar hangi klinikler de, nasıl hasta görüp kaç sayıda ameliyat yapacaklar? Bırakın ameliyatı nerede oturup, nerede yatacaklar, nöbetleri nasıl tutup nasıl hasta görecekler?”
Mesut Parlak daha sonraki makalesinde ise Doktor Zeki Bayraktar’ın “Sağlıkta ŞOK Öncesi” yazısına atıfta bulunarak kısa bir süre sonra, şimdiki cerrahlar emekli olunca ameliyat yapacak uzman bulunamayacağını anlatıyor.
Bayraktar ilgili çalışmasında panik halinde çok sayıda kadro açılmasını eleştirerek şunu belirtmiş; “2022 TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) yerleştirme sonuçları açıklandı. Bakın neler olmuş ve bu durum neyi işaret ediyor? Bu sınavlara önceki yıllarda yaklaşık 20 bin civarında doktor girer ve en yüksek puanı alan ilk 1500-2000 doktor kazanmış olurdu. Çünkü kontenjan o kadar açılırdı. Son sınavda ise 12 bin 294 kontenjan açıldı. Yani önceki sınavlarda sınava giren doktorların yaklaşık yüzde 10’u (en başarılı üst kesimi) kazanıyor ve bu doktorlar 4-6 yıllık ihtisas eğitimini tamamladıktan sonra uzman/operatör oluyorken, şimdi sınava girenlerin neredeyse yüzde 70’i kazanabilecek şekilde bir kontenjan açıldı. Tabi bu ne demek? Çok düşük puan alanların bile kazanması demek.”
Benim anladığım şu: Gidenlerin yerini hızla doldurmak için henüz yetişmemiş kişileri kadrolara doldurursanız nitelik iyice düşer ve sağlık hizmetleri iyice çıkmaza girer.
Tehlike çok büyük aslında.
ŞAŞIRDIM
Kendini korurken herkesin bildiğini ama saraycıların söyleyemediğini itiraf etti
Şu Nagehan Alçı’yı anlamıyorum.
Sanki herkes “Neden o otobüse bindin?” diyormuş gibi cevap yetiştirmeye çalışıyor.
Sadece bununla kalsa iyi.
Bu nedenle İmamoğlu’nu eleştirenleri de gerçek muhalif olmamakla, AKP’ye hizmet etmekle suçluyor.
Oysa Alçı’ya “Neden bindin?” denmiyor İmamoğlu’na “Neden sembol olmuş bu kişiyi otobüse aldın?” diye soruluyor.
Bunlar konuşuldu, ama Nagehan Alçı’nın son yazısı evlere şenlik.
Tam bir “saray itirafı” olmuş.
Gerçi biz hep söylüyoruz.
Bakın Nagehan Alçı ne demiş?
“Bu fotoğraftan hareketle Ekrem İmamoğlu’na saldıranların hiçbiri -evet hiçbiri- mevcut siyasal rejimin muhalifi değil. Bilakis rejime faydalı kişiler. Hepsinin de zihinleri bir şekilde Devlet’in kontrolünde. Korku ya da başka sebeple. Sonuçta böyleler. İçlerinde geçmişte İmamoğlu’na samimi destek olanlar da vardır ama siyasal ideolojileri ya da korkaklıkları yüzünden istemeseler bile şu an bunlar zihinsel manada Devlet’in hizmetkarları. Ekrem İmamoğlu’na bu şekilde saldırarak Devlet nezdinde konfor alanlarını genişletiyorlar. Kendilerini garanti altına alıyorlar. Ortada tam bir sahtekarlık var. Somut örnek vereyim. Bundan daha iki hafta önce Ekrem İmamoğlu’na hapis istemiyle dava açıldı. Bugünkü Türkiye’de, istenirse bu dava hemen mahkumiyet ile sonuçlanır. Yargıtay da anında onar. Yani o durumda Ekrem Bey aday falan olamaz. Bunu yapmak zor mu? Hayır, 2022 itibariyle hiç de değil. Sadece karar verilip düğmeye basılması yeterli…”
Harika değil mi?
Demek ki neymiş, Erdoğan istediği an İmamoğlu’nu görevden alabilir hapse de atarmış.
Biz söyleyince bir şey olmuyor tabii de saray yazarı yazınca pek hoş oluyor.
Bugünkü YouTube sohbetimde Erdoğan’ın artık padişah haline geldiğini ve bunun ipuçlarını anlatıyorum. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki padişahların çoğu tıpkı bugünkü Erdoğan gibiydi. Yetki ve sorumluluklar açısından değil. İzleyince siz de göreceksiniz…
ÜZÜLDÜM
30 yıl adının olduğu tabelanın altında oğlunu bekledi
Pazar günü Anneler Günü’ydü.
Keşke o güne denk getirebilseydim ama ne yazık ki okurum bana da bu yazıyı dün göndermiş.
“Bugün size bir anneden bahsetmek istiyorum” demiş okurum.
Annenin ismi Hürü Savunmaz. Manisa Şehzadeler ‘de yaşıyor. Oğlu Mehmet Savunmaz vatani görevini yaparken, 1992 yılında bir operasyon dönüşü, Şırnak’ta, çığ düşmesi sonucu şehit olmuştu.
Şehidin ismi şehzadeler ilçesinde bir parka verilmişti.
Anne Hürü Savunmaz her gün bu parka gider, oğlunun isminin ve özgeçmişinin yazılı olduğu tabelanın yanına otururdu.
30 yıl boyunca bunu her gün yaptı, Hürü Anne.
Her gün “Oğlum bugün gelecek” duygusu içinde yaşadı.
Maalesef, geçen günlerde, Hürü Anne’yi tedavi gördüğü hastanede, çoklu organ yetmezliğinden kaybettik.
Bıkmadan usanmadan parkta oturduğu sandalyesi boş kaldı. Park sahipsiz kaldı.
Mekanın cennet olsun Hürü anne.
Bİ SORALIM BAKALIM
Bunun nesi geri zekalılık?
Bülent Turan, AKP Grup Başkanvekili ve Çanakkale Milletvekili…
Çanakkale Boğazı’na yapılan köprü açıldığından bu yana dengesini kaybetti gibi geliyor bana.
Önce köprünün fiyatını ve geçiş garantisini eleştirenlere “dangalak” dedi.
İstanbul’a geldiğinde geçtiği iki köprüye 8.5 lira öderken kendi ilindeki köprüye 200 lira ödemesinin doğru olduğunu söylüyor.
İşin tuhafı kendisini dinleyen Çanakkaleliler kendisini alkışlıyor.
Alkışları aldıkça Bülent Turan’ın dengesi daha da bozuluyor, şimdi de kalkmış feribota binmesini alaya alanlara “geri zekalı” demiş.
Niye geri zekalı olsunlar ki?
Köprüyü ve fiyatını çok övüp sonra feribotu kullanırsanız millet de dalgasını geçer.
Kalkıp da “Arabayla gittik, sonra da feribotla döndük, ayıp mı, günah mı, yanlış mı?” diye sormak da komiklik olarak görülür.
https://twitter.com/can_atakli_