ANALİZ

SARAY'LA HÜKÜMET ARASINDAKİ SORUNU GÖRMEMEK İÇİN KÖR OLMAK LAZIM


Bu köşede dün yazdığım “Binali Yıldırım'ın da miadı doluyor” başlıklı yazı dün çok ses getirdi. Bu yazım sosyal medyada ciddi oranda paylaşıldı.
Ancak şunu da söylemeliyim ki, medyada benim yorumuma benzer tek bir yoruma bile rastlamadım. Hemen bütün gazete ve televizyonlar Cumhurbaşkanı'nın ilk kez gece yarısı medyayı kullanarak hükümeti uyarmasını “sıradan” bir olay gibi görmüş.
Artık durumu mu fark etmediler yoksa herkes korku içinde tam siper olduğu için mi bu konuda hiçbir yorum yapmadı bilemiyorum.
Oysa görünen köy kılavuz istemez.
Saray hükümetin gidişatından belli ki memnun değil. Belli ki yüz yüze konuşmalardan sonra istediği bazı sonuçları alamayınca rahatsızlığını dolaylı yollardan kamuoyu ile paylaşıyor.
Benzer bir olayı da dün sabah yaşadık.
Önceki sabah Başbakan'ın resmi programında Ekonomik Koordinasyon Toplantısı vardı. İstanbul'da yapılacak toplantıda ekonomide sorunlu gidişe karşı alınacak önlemler tartışılacak ve muhtemelen bazı önemli kararlar alınacaktı.
Bu toplantı için erken saatlerde Ankara'dan İstanbul'a gelen Başbakan hava limanında yaptığı açıklamada “Ekonomik Koordinasyon Toplantısı'nın iptal edildiğini” söyledi.
Meclis'te her salı günü yapılan AKP grup toplantısını bile bu nedenle iptal eden Başbakan Ekonomik Koordinasyon Toplantısı yerine Bilişim kongresine katıldı.
Dün sabah ise Ekonomik kurulun Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplanacağı açıklandı. Yani saray bir anlamda “Bunları sen değil ben yaparım” diyor.
Dün gazetelerin internet sayfalarına ve etkili internet haber sitelerine baktım bu gelişme de “sıradan” bir haber gibi verilmişti.
Kimsenin aklına “Başbakan dünkü toplantıyı neden iptal etti, neden bugün Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanıyor?” sorusunu sormak gelmemişti.
Yine şüpheliyim? Medyamız gerçekten bunu önemli bir haber mi saymadı yoksa yine korku devreye mi girdi?
Dün eski bir siyasetçi dostum arayarak “Sarayla hükümet arasında bir kriz yaşandığını bilgiye dayanarak mı yazdın?” diye sordu.
Ben de “Hayır” dedim, “elimde kesin bilgi yok ama olayları dikkatle izliyorum, bu sonuca vardım.”
Siyasetçi dostum “Peki ne hissettin ki?” diye sorunca şu cevabı verdim;
“Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra bize anlatılan neydi? İkili yönetim olmaz. Bu nedenle başbakan değişti, düşük profilli biri başbakan yapıldı. Cümle yandaşlar iki yönetimin bittiğini belirterek bunu alkışladı. Her şey bu kadar uyumlu giderken cumhurbaşkanının gece yarısı Anadolu Ajansını çağırarak hükümete dolaylı yoldan uyarı göndermesi normal değil.”
Siyasetçi dostum “Ama bu Binali Yıldırım'ın gideceği anlamına gelir mi bilemem” deyince ben de şunu söyledim;
“Ahmet Davutoğlu için bir iki saraya yakın gazeteci eleştiriler yazıyordu. Ama kimsenin aklına sarayla Davutoğlu arasında bir sorun olduğunu gelmiyordu. Sonra bir anda AKP Merkez Yönetim Kurulu Genel Başkanı yetkilerini sınırladı. Herkes şaşırdı. Yine pek çok kişi bunun Davutoğlu'na yönelik bir hareket olduğunu fark etmedi. Bir iki gün içinde kongre kararı alındı ve Davutoğlu bir anda ıskartaya çıkarıldı.”

BUNU YAZMAK GEREK

GERÇEK ÖĞRETMENLER BUGÜNÜ BURUK BİÇİMDE KUTLUYOR


Sabah Beylerbeyi'nde gazeteleri okurken bir öğretmen geldi yanıma. Biraz sohbet ettikten sonra “yarınki öğretmenler gününüz kutlu olsun” dedim.
Sonra da birden aklıma geldi “Öğretmenler gününün ne olduğunu biliyor musunuz, 24 Kasım neden öğretmenler günü?” diye sordum.
Öğretmen bir an şaşırdı ve mahcubiyet içinde kaldı. Çünkü bilmiyordu.
Öğretmenler günü büyük önder Atatürk'ün “millet mektepleri başöğretmeni” olduğu 24 Kasım 1928'in anısına kutlanıyor.
Ancak ne yazık ki gerçek öğretmenler için bugün buruk bir gün.
Eğitim sistemimizin yürekler acısı hali ortada.
İktidar “dindar-kindar” bir nesil yetiştirmek için neredeyse bütün okulları İmam Hatip'lere çevirdi. Okul yöneticilerinin çoğu öğretmenlik vasfı tartışılır İmam hatiplilerden oluşuyor artık. Liyakatin, bilgi ve bilimin önemi hiç kalmadı. İktidara yakın ve dindarsa onlar makbul öğretmen sayılıyor.
On binlerce öğrenci arasından hayli zor sınavlardan sonra girilebilen eski ve köklü okulların yönetimleri ve öğretim kadroları bile darmadağın edildi, bu güzide okullar da imam hatiplilerin işgaline uğratıldı.
Artık kaliteli, bilimsel, vizyonu olan, geleceğe dönük bir eğitim sistemi yerine dine dayalı, çocukları dindar ve kindar yapmayı amaçlayan eğitim sistemi benimsendi.
Çok iyi biliyorum ki gerçek öğretmenler, Cumhuriyet devrimlerinin yılmaz bekçileri oldukları, Atatürk'ün devrim ve ilkelerini benimsedikleri için itilip kakılmış olan öğretmenler bütün bunları endişe içinde izliyor.
Yine de gerçek öğretmenlerin bu mutlu gününü kutluyorum. Başta öğretmen olan annem olmak üzere bütün öğretmenlerimin ellerini öpüyorum.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

“ÖLDÜRÜLDÜ” DEDİKLERİ BAHOZ İÇİN ARAMA KARARI ÇIKARILDI


Medya “flaş” haber olarak duyurdu. Ankara'da 17 Şubat 2016'daki patlama ile ilgili PKK'nın önde gelen bazı isimleri hakkında mahkeme tarafından “arama” kararı çıkarılmıştı.
Kimler yok ki o arananlar listesinde.
Başta PYD'nin en önemli ismi olarak bilinen bir süre önce Ankara'da “kırmızı halı” ile karşılanan ve devletin üst makamları ile pazarlıklar yapan Salih Müslim var.
Murat Karayılan, Cemil Bayık, Zübeyir Aydar, Remzi Kartal gibi yine “açılım” saçmalığında devlet görevlilerinin pazarlık masasına oturduğu isimler de “arananlar” listesinde.
Ama biri var ki işte o çok şaşırtıcı.
Bizzat devletin haber kanalı Anadolu Ajansı tarafından “öldürüldüğü” açıklanan “Bahoz” kod adlı Fehman Hüseyin için de yakalama kararı var.
İlgili devlet kurumları Fehman Hüseyin'in öldürüldüğünü ısrarla açıklamışlardı.
Peki “öldürüldüğü” resmen açıklanan bir kişi şimdi neden “arananlar” listesine alındı?
Öldürüldüğü doğru değil yoksa mahkeme yine özensiz davranıp ölmüş birini arananlar listesine mi koydu?

ŞAŞIRDIM

YİNE 90'LARDAKİ GİBİ HALKI TEHDİT EDEREK BİR YERE VARAMAYIZ


Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün polislere konuşurken Güneydoğu esnafını uyararak “kepenk indiren bedelini öder” dedi.
Erdoğan'ı kızdıran Güneydoğu illerindeki bazı esnafın “teröristlerin tehdit etmeleri üzerine dükkânlarını kapatmaları.”
Erdoğan diyor ki “Tehditlere karşı birlik olun, kepenk indirmeyin, yoksa…”
Cumhurbaşkanının bu tehdidi aklıma 90'lı yılları getirdi.
O yıllarda da teröristler halkı korkutur, halk da teröristlerin istediğini yerine getirirdi.
Devlet de buna misilleme olarak benzer yöntemlerle halkı korkutur, halk iki arada bir derede kalırdı.
Çok çarpıcı bir örnek vereyim. O yıllarda PKK'lı teröristler asker kılığına girerek köyleri basar ve bildikleri PKK'lıların yerlerini söylemelerini isterdi.
Köylüler de silahlar yüzlerine yönlendirildiği için teröristlerin yerini ihbar ederdi. PKK'lılar bu ihbarları aldıktan sonra gerçek kimliklerini açıklar ve köylüleri cezalandırırdı.
Aynı yöntemi bir süre sonra asker de kullanmaya başladı. Onlar da PKK'lı kılığında köylere gider ve yiyecek yardımı isterdi. Eğer köylüler yardım ederse teröre yardım ve yataklıktan hapse atılırdı.
Devlet halkını tehdit edemez.
Devlet halkına “Teröre boyun eğersen bedelini ödersin” diyemez.
Devlet halkını korumak zorundadır.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

BU KORKUYLA BİR YERE VARILMAZ Kİ


Doğan grubu yandaş cazgırların şerrinden korkarak bir kurban daha verdi. Yılların televizyon şovmeni Okan Bayülgen'in başlayacağı yeni programdan vazgeçilmiş.
Sebebi; Bayülgen'in Altın Kelebek Ödül töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çok beğendiği Diriliş dizisi ile dalga geçtiği iddiası.
Yandaş medya o geceki ödül törenini dile dolamış ve Okan Bayülgen aleyhine çok sert bir kampanya yürütmüştü.
Doğan Grubu da her zamanki gibi korkuya kapılarak “tepkilerden” çekindiği için Okan Bayülgen'in programını başlamadan sonlandırdı.
Kim ne tepki gösterecek çok merak ediyorum. Yandaş medyanın yapacağı yayınlar kamuoyunun umurunda mı acaba? Beyaz'ı da karalamaya çalıştılar. Program başladı yine reyting rekoru kırıyor.
Okan Bayülgen'in programının da öyle olacağı biliniyor aslında.
Ama sanıyorum asıl korku sarayın hışmına uğramak. Ticari olarak Doğan Grubu haklı gibi görünebilir. Ama bu bir değil iki değil, yandaş cazgırlar ne zaman harekete geçse Doğan Grubu sürekli kurban veriyor.
Bunun yol olmadığını bir gün görecekler mutlaka ama o zaman iş işten geçmiş olacak.
Medyanın en büyüğü muhalefet etmek bir yana iktidara biraz mesafeli duracak kadar cesaretli olsaydı bu günlere gelmezdik.

Bİ SORALIM BAKALIM

DOLAR YÜKSELİYOR DA PETROL DÜŞÜYOR BENZİN NİYE BU KADAR PAHALI?


Türk Lirası dolar karşısında sürekli değer yitiriyor. Dün itibarıyla dolar 3 lira 40 kuruşu görmüştü. Hemen her gün yeni bir rekor kırılıyor.
Önceki gece doların artışına göre akaryakıt fiyatlarına da zam yapıldı. Benzinin litresi neredeyse 5 lira oldu.
Tabii dolar sürekli artınca akaryakıta yapılan zamlar da “doğal” karşılanıyor. Vatandaş “eee petrolü dolarla alıyoruz, zam zorunlu” diyerek kendini teselli ediyor ister istemez.
Ancak ortada bir gariplik var.
Tamam dolar artıyor ama petrol fiyatları ise dip noktalarda.
Bundan 10 yıl önce petrolün fiyatı yüz doların üzerindeydi. Doların Türk parasına karşı değeri ise 1.6 lira seviyelerindeydi.
Petrol 100 dolar, dolar ise 1.6 lira iken benzinin litresi 3.5 liralardaydı.
Şimdi petrol 40 dolar seviyelerinde dolar ise 3.4 oldu benzin ise 5 liraya geldi.
Petrolü 100 dolardan alırken benzini nasıl 3.5 liraya satıyordu devlet, şimdi nasıl oluyor da 40 dolar olan petrole daha fazla para ödüyoruz?
Bir varil petrol 158 litredir. 10 yıl önce petrolün litresini yaklaşık 1 liraya alıyorduk. İşleyip benzin haline getirdikten sonra 3.5 liraya satıyorduk.
Şimdi petrolün litresini yaklaşık 1.3 liraya alıyoruz ama benzinin satış fiyatı 5 lira.


https://twitter.com/can_atakli_