ŞARKILARIN ÇAĞRIŞIMI…

Bir akşamdı. Eski kuşaktan üç kişiyiz sofrada. Söz önce Türk musikisinin ustalarından Necmi Rıza Ahıskan’ın seslendirdiği “Ada sahillerinde bekliyorum” dizeleriyle başlayan şarkısıyla başlamıştı. Ardından İstanbul için, İstanbul’un semtleri için söylenen şarkılara kaymıştı. Kısa sürede Adalar’dan Moda’ya, Beyoğlu’ndan Üsküdar’a kadar İstanbul’un semtlerini dillendiren şarkı ve türkülerin adedi bizim yorgun hafızalarımızın çağrışımlarıyla 14’e kadar ulaşmıştı. Elbette konunun meraklıları çok daha yukarılara taşır bu rakamı.

Peki ya İstanbul ve semtleri için yazılan şiirlere ne demeli, ne kadardır acaba? Benim bilgilerim divan şairimiz Nedim’den başlıyor. Ne demiş büyük usta:

“Bu şehri Stanbul ki bi müslü pahadır

Her sengine yekpare acem mülkü fedadır”

Yani Türkçesi, bu İstanbul paha biçilmez bir şehirdir. Her taşı bir Acem ülkesi değerindedir.

Düşündük… Kırık dökük de olsa zihnimizde, Nedim’den Orhan Veli’ye, Yahya Kemal’den Cahit Sıtkı’ya kadar yüzlerce ozanımızın İstanbul üstüne yazdıkları şiirleri anımsadık. Hiç kuşkusuz bu imparatorluklar başkenti o güzellemeleri misliyle hakediyor.

Peki, bu yaşadığımız günde, bu şehri İstanbul için şarkılar yazacak bir bestekâr, mısralar dizecek bir şair bulunabilir mi? İşte yazımızın amacı da bu ve ötesidir…

Cumhurbaşkanı, AKP Genel Başkanı ve de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eski başkanı R. T. Erdoğan geçenlerde bir konuşmasında, “Biz bu şehrin kıymetini bilmedik. Biz bu şehre ihanet ettik. Hâlâ da ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum” dedi.

Biz de şimdi önce günaydın diyor, sonra da sorguluyoruz.

Bu sözler Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı R. T. Erdoğan’ın ender itiraflarından biridir. Daha önceleri “yanıldık, kandırıldık” diyordu. Şimdi “sorumluyum” diyor, diyebiliyor. Büyük gelişme…

Hiçbir meslek odasının, hiçbir akademik kurumun, hiçbir sivil toplum kuruluşunun düşüncesine başvurmadan, “kentsel dönüşüm” başlığı altında bir yıkım başlatıldı. Amacı neydi? Anlaşılmadı. “Depreme dayanıklı konut” yapımı diye başlatılan yıkım, yeşil alana, parka, bahçeye yayıldı. Öyle ki bir deprem anında kaçıp sığınacak bir yer bırakılmadı. Dikine konutlar, alışveriş merkezleri, 40 – 50 katlı gökdelenler icat edildi. Geçmişte bu şehri İstanbul 42 saniye süren 7.4 şiddetindeki koca bir sarsıntıyı yüzünün akıyla atlatmıştı. Hatırlardadır.

Dahası ne trafik, ne sağlık, ne de eğitim sorunları gözetilmeden yıkım sürdürüldü. Bu güzelim şehrin ne altyapısı, ne tarihi, ne kimliği, ne sanatsal varlığı önemsendi. Bu yıkım bir diğer yönden bu iktidarın bir muhafazakâr kimliğinin olmadığını da ortaya koydu. Giderek “Dersaadet’te” minareler gökdelenlerin gölgesinde kaldı. Sonunda bu şehrin ahalisi ne güneşi, ne denizi, ne de gökyüzünü görebiliyor artık. Haydarpaşa’nın tren istasyonu, vapur iskelesi, köprüsü, lisesi, hastanesi rant uğruna elden çıkıyordu nerdeyse.

Bugün bu şehri İstanbul bir beton yığını, bir beton ormanı görünümündedir. Ürkütücü, korkutucu… Bugün milyarlarca lira taşa, toprağa, betona gömülmüştür adeta… Bugün koca Avrupa kıtasında 25 bin müteahhit varken, 80 milyon nüfuslu Türkiye’de birkaç yüz bin müteahhit türedi, türetildi... Ve yine bugün bu şehri İstanbul’un Cadde ve sokakları satılık ve kiralık ev tabelalarıyla donatılmıştır… Öyle ki geçmişte İstanbul’a gelen bir yabancının ilk öğrendiği sözcük inşallah, maşallah idi. Bugün satılık ve kiralık sözcükleri olmuştur.

Bugün gayrimenkul konusunda ülke genelinde arz – talep dengesi bozulmuştur. Stoklar birikmiş, artmış, yaygınlaşmıştır. Bugün günlük basın sayfalarca, televizyon ekranları saatlerce gayrimenkul satış reklamlarıyla doludur.

Başa dönüyoruz şimdi. Bugün artık Heybeliada’da mehtap yok, Kalamış huzursuz, Küçüksu suskun, Beyoğlu hüzünlü ve ıssızdır.

Bugün bu şehri İstanbul ve onun güzellikleri mazide kalmıştır artık…   

Bu yazı, okurlarına İstanbul şarkıları söyletebilirse, yazarını mutlu edecektir…