ANALİZ

Şimdi de mültecilerin üzerinden toplumu bölmeye çalışıyorlar!

Sığınmacılar konusu, iktidarın en zayıf noktalarından biri.

Çünkü ülkemizin her tarafını dolduran bu sığınmacıların varlığı iktidarın yanlış, çapsız ve popülist dış politikası nedeniyle oluştu.

Türkiye yakın tarihimizde komşu ülkelerden defalarca sığınmacı akınına uğradı.

Ancak bunların hepsinin temel bir gerekçesi vardı ve Türkiye en zor koşullara rağmen kendine sığınanlara kucak açtı.

Birinci Körfez Savaşı sırasında Saddam’ın zulmünden kaçanlar sığınmıştı Türkiye’ye.

Yüz binlerce Kürt, aylarca Türkiye sınırları içinde kaldıktan sonra durumun sakinleşmesi üzerine topraklarına dönmüştü.

Yine Bulgaristan’da Jivkov’un ırkçı baskılarından bunalan Türkler akın akın Türkiye’ye gelmişlerdi ve Türkiye yine kucak açmıştı.

Bugaristan’dan gelen Türklerin bir bölümü Jivkov gittikten sonra kendi yurtlarına dönmüş, bir kısmı ise Türkiye’de kalmayı tercih etmişti.

Yine İkinci Körfez Savaşı sırasında da Irak üzerinden sığınmacı akınına uğramıştık.

Ancak bu kez Suriye’den gelen milyonların tek sorumlusu AKP iktidarıdır.

Suriye’de çıkan iç savaşı bahane ederek bu ülkeden çok büyük bir göç dalgası başlatıldı.

Amaç sınırda bir mülteci bölgesi oluşturmak ve Avrupa ile dünyanın büyük ülkülerinden para almaktı.

Ama plan hesaplandığı gibi gitmedi, 500 binle sınırlı kalacağı düşünülen sığınmacı akını Türkiye’nin cazip şartlar sağlamasının yarattığı hevesle bir anda milyonları aştı.

Resmi rakamlara göre şu anda geçici koruma altında 3 milyon 751 bin 889 Suriyeli var ülkemizde.

Ancak henüz kaydolmamış en az 2 milyon Suriyeli olduğu da belirtiliyor.

Oturma iznine sahip olan Suriyeli sayısı 2018 yılı verilerine göre 99 bin 643. Ancak bu rakamın şu an 150 bine ulaştığı tahmin ediliyor.

Suriye’den gelen 193 bin 293 kişi ise Türk vatandaşlığına alındı. Bu rakam da her gün yükseliyor.

Aynı şekilde şu anda resmi rakamlara göre 150 bini aşkın Afganlıya da ev sahipliği yapıyoruz.

120 binin üzerinde Pakistan’dan gelen var.

140 binden fazla Iraklı bulunuyor.

En az 80 bin de çeşitli ülkelerden gelenler olduğu tahmin ediliyor.

Özellikle Suriyelilerin sayısının çok artması birçok kentte nüfus dengesini de alt üst etti.

Yakın bir gelecekte ülke nüfusunun da bundan etkileneceğini görmemek mümkün değil.

Sığınmacılar şimdilik çok ucuz ücretle çalışmayı kabullendikleri ve henüz bir sosyal güvenceyi talep etmedikleri için işverenler tarafından çok tutuluyor.

Ancak bu sığınmacılar yerleşik hale geldikçe güçleniyorlar, milliyetçi dayanışmaları ile bulundukları yerlerde sorun çıkarmaya başlıyorlar.

Doğal olarak buna yönelik tepkiler de giderek artıyor.

İktidar ise sorunu çözmekte aciz kaldığı gibi yine tamamen popülist amaçlarla sığınmacıların yerlerine gitmesini isteyenleri “kışkırtıcı, mülteciler üzerinden iç savaş çıkarmak isteyenler” olarak yaftalıyor.

Sarayın en iri medyasında “Halkı mültecilere karşı kışkırtan teröristler, iç karışıklık çıkarmayı hedefliyor” başlıkları atılıyor bununla da kalınmıyor dizi senaryolarına bu saçma görüş monte edilerek toplumda bir yeni kin, nefret ve bölücülük tohumları ekiliyor.

Muhalefetin bu konuda çok etkin bir çalışma yapması ve “Biz iktidara gelince sığınmacıları göndereceğiz” sözünden başka ve daha derinlikli görüşler bulması gerek.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Fransa’da Le Pen iyi, Türkiye’de Özdağ kötü…

Fransa beş gün sonra tarihinin en önemli seçimlerden birini yapacak.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Avrupa Birliği’nin korkulu rüyası olan “Irkçı-faşist” partinin başkanı Marine Le Pen ikinci tur için yarışacak.

Karşısında ise mevcut cumhurbaşkanı Macron var.

Her iki aday da ilk turda toplumdan yüzde 25’şer oy aldılar.

Ancak bir mucize olması dışında Macron’un bu seçimleri kazanması kesin gibi, çünkü Fransa halkı hiç beğenmese bile ülkeye ırkçı faşist bir yönetimin sahip olmaması için “kerhen de olsa” Macron’dan yana oy kullanacak.

Bu seçimler Türkiye’de de tartışılıyor.

Gözlediğim kadarıyla birçok kişi Le Pen’in kazanmasını istiyor. Nedeni basit “Le Pen kazanırsa Avrupa’da yaşanacak kaosu”  görmek istiyor insanlar. Bir tür “Oh olsun” deme beklentisidir bu.

Ancak bir siyasi hareket, Doğu Perinçek’in Vatan Partisi açıkça Le Pen’in kazanmasını istiyor.

Perinçek “NATO’dan, AB’den çıkacağını açıklayan Le Pen’in karşısındaki Macron ise Amerikan tekellerinin temsilcisidir” diyor.

Ancak aynı Perinçek tam karşıtı olmasa da tıpkı Le Pen gibi yabancıların ülkelerine dönmesini isteyen Zafer partisi ve Başkanı Ümit Özdağ’ı ise kışkırtıcılıkla suçluyor.

Fransa’da Le Pen’in yabancı karşıtlığını “Amerikan emperyalizmine karşı bayrak” gibi gören Perinçek, Ümit Özdağ’ı ise “Amerika’nın kaos planlarına hizmet etmekle” niteliyor.

Tuhaf bir ülkeyiz değil mi?

BUNU YAZMAK GEREK

Amerika Erdoğan’ı “Rusya’ya açık kapı gibi gördüğünü açıkça ilan etti

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırdığı günden bu yana Türkiye diğer ülkelerden farklı bir tavır aldı biliyorsunuz.

Amerika’nın başını çektiği NATO ve AB ülkeleri daha ilk andan itibaren Rusya’ya karşı yaptırım kararları aldılar.

Amerika bu kararlara uymayacak olanları sürekli tehdit etti ve etmeye de devam ediyor.

Buna karşı AKP iktidarı Rusya’ya karşı alınan hiçbir yaptırıma uymuyor, uymadığı gibi bunu sürekli olarak da ilan ediyor.

Ben ilk günden beri “Türkiye açık kapı gibi kullanılmak isteniyor, Rusya ile bir ilişki kurulması halinde bunun en iyi yolunun Türkiye’den geçtiğine inanılıyor” görüşünü savunuyorum biliyorsunuz.

Bu saptamam Amerikan yönetimi tarafından da ilan edildi sonunda.

Dışişleri Bakanlığı’nın basın toplantısında Sözcü Ned Price, bir gazetecinin “Türkiye hiçbir yaptırıma katılmıyor, ona niçin hiçbir şey denmiyor?” şeklindeki ısrarlı sorularına “Türkler ayrıca diplomatik zeminde bir çözüm için Rusları ve Ukraynalıları bir araya getirmeye çalışan çok önemli bir rolü üstlendiler” sözleriyle cevap verdi.

Bizim saray medyası soruları soran kişinin Yunan olduğunu ve fena halde bozguna uğradığını yazıyor ama işin aslına bakarsak Amerika Türkiye’nin “açık kapı olarak tutulmasına” karar verdiklerini net biçimde açıklamış oldu.

Zaten saray ilk günden bu yana kendisine verilen bu desteği iç politikada kullanmak için yoğun çaba harcıyor.

Erdoğan’ın barışı sağlayacak adam olduğu ileri sürülüyor hatta Zelenski ile Putin’i aynı masaya oturtması halinde Nobel’i bile alacağını ileri sürüyor.

Bİ SORALIM BAKALIM

Ne oldu o “Eyyy İsrail” efelenmelerine

İsrail güvenlik güçleri, üstelik ramazan ayında yine Filistinlilere saldırdı.

Mescid-i Aksa’nın avlusunda toplanan Filistinlilere yönelik saldırıda 150’den fazla Filistinli yaralandı.

Saldırı bundan 4 gün önce meydana geldi.

İsrail konusunda “çok hassas” olan saraydan ise ciddi ses çıkmadı.

Sadece Erdoğan’ın pazar akşamı Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’la telefonda görüştüğü açıklandı.

Erdoğan yaptığı açıklamada “İsrail’in Mescid-i Aksa’da ibadet edenlere yönelik müdahalelerini şiddetle kınadığımı ve Mescid-i Aksa’nın statüsüne ve maneviyatına yönelik tahrik ve tehditlerin karşısında duracağımızı Sayın Abbas’a ifade ettim. Türkiye her daim Filistin’in yanındadır” dedi.

Hepsi bu kadar.

Peki İsrail’e bir şey söylendi mi?

Dünya ülkelerine bu konuda mesajlar çekildi mi?

BM toplantıya çağrıldı mı?

Hiçbiri olmadı, olması da beklenemez zaten.

Amerika’nın gücü nelere kadir görüyorsunuz değil mi?

“İsraille barışacaksın, başta Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan olmak üzere Müslüman dünya ile de iyi geçineceksin” uyarısı geldiğinden bu yana İsrail ne yaparsa yapsın artık “en üst perdeden efelenen Erdoğan”  görüntüsü ortadan yok oldu.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Aynı operasyonlar Suriye’de neden yapılmıyor?

Milli Savunma Bakanlığı, pazar gecesi Irak topraklarında yuvalanan terör merkezlerine yönelik çok büyük bir operasyon başlatıldığını ilan etti.

Operasyonu bizzat yöneten Milli Savunma Bakanı ve komutanların fotoğrafları servis edildi.

Belirlenen hedeflerin büyük bir ustalıkla vurulduğu bildirildi.

Son bir yıl içinde bu kaçıncı çok büyük operasyon bilemiyorum ama sıklıkla yapıldığını biliyoruz.

Tabii bunlardan alınan sonucu da tam bilmiyoruz.

Bildiğimiz “terör yuvaları yok ediliyor, binlerce terörist etkisiz hale getiriliyor” açıklamalarından ibaret.

Örneğin yeri gelmişken yine söyleyeyim, bu hedeflerde Diyarbakır annelerinin çocukları bulunmakta mıdır veya bu annelerin çocukları arasında etkisiz hale getirilen teröristler var mıdır, o anneler bu operasyonlar yapılırken ne hissediyorlar, kendi çocuklarının da etkisiz hale gelebileceğinden endişe ediyorlar mı?

Ama asıl merakım şu; ne zamandır sürekli Irak topraklarında terör örgütüne yönelik operasyonlar yapılırken nedense Suriye’deki teröristlere hiç dokunulmuyor.

Oysa şurası bir gerçek ki Suriye’deki yapılanma Irak’taki yapılanmadan çok daha güçlü.

İktidarın tanımına göre terörist olarak açıklanan yüz bini aşkın PYD elemanı hiçbir baskı ve operasyonla karşılaşmıyor.

Neden acaba?

Oysa PYD her geçen gün çok daha fazla güçleniyor ve silahlanıyor, üstelik iyi eğitim de alıyorlar.

Milli Savunma Bakanı her gün terörist suçlaması yaptığı PYD’ye yönelik bir operasyonu da yönettiğini açıklayacak acaba?

https://twitter.com/can_atakli_