CANIMI SIKAN ŞEYLER

Tabi canım, bunlar milletin malı

Saraya 1 milyon 800 bin liralık üç Mercedes daha alınmış.

Haberlerde okudum.

Bakın şöyleydi haber; CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Cumhurbaşkanlığı için alınan Mercedes S-600 Guard marka araçların faturasını açıkladı. 30 Mart 2021’de sipariş edilen aracın fiyatı 474 bin 950 Euro oldu. Buna yüzde 220 ÖTV ve yüzde 18 KDV eklendi. Böylece bir araca 1 milyon 793 bin Euro (dünkü kapanış kuruna göre 34.7 milyon lira) ödendi. Yavuzyılmaz, bu araçtan 3 adet alındığını söyledi.”

Ben uğraşamayacağım, lütfen üç araca kaç lira ödendiğini siz hesaplayın artık.

Peki, bu kadar pahalı araç alınması gerekiyor mu?

Aslında gerekmiyor ama Erdoğan ne diyor: “İtibardan tasarruf olmaz.”

İyi de kimin itibarı?

Hesapta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibarını söylüyorlar.

Bu doğru değil.

Lüks ve ihtişamla ilgili iki küçük görsel sanıyorum bu konuda fikir sahibi olmamızı sağlayacaktır.

Bal gibi kendi lüks ve ihtişam meraklarından kaynaklanıyor bu kadar büyük masraflar.

Masraf da değil aslında, israf bunlar israf.

Millet giderek daha da fakirleştirilirken saray iktidarı zenginliğine zenginlik katıyor.

Sarayın 14 tane uçağı var.

Üç helikopter günün 24 saati bütün ekibiyle alesta bekliyor

1000 odalı bir saray yapıldı.

Bu sarayın yanına 250 odalı ayrı bir saray/rezidans inşa edildi

Okluk Koyu’nun coğrafi yapısı bile değiştirilerek, 250 metrekarelik mütevazı bir köy evinin yerine 4 bin metre kare kapalı alanı olan üç dört bloktan oluşan muazzam bir yazlık saray kompleksi bitti.

Ahlat’a saray konduruldu.

Sayısı asla açıklanmayan hepsi birbirinden lüks pek çok makam, maiyet ve koruma aracı var.

Bunlar eleştirilince yapılan savunma ise bana çok komik geliyor.

Hem AKP genel başkanı hem de onun adına savaş veren saray medyası ne diyor: “Bunlar bizim malımız değil ki, bunlar milletin, biz gittikten sonra bu milletin temsilcileri kullanacak yine.”

Komediye bakar mısınız?

Bunlar milletin malıymış da gelecek olanlar da kullanacakmış.

İyi de o makamlar işgal edildiği sürece dünyanın en zenginleri gibi yaşama hakkı vermiyor ki kimseye.

Dünyanın hangi medeni ülkesinde yöneticiler, “Bunlar zaten bizim malımız değil, milletin malı, bizden sonra gelenler de kullanacak” diyerek asla gerekli olmayan olağanüstü bir lüks içinde yaşıyor ki.

Amerikan başkanları Beyaz Saray’da yedikleri içtiklerinin bile parasını kendileri verir.

Avrupa ülkelerinin cumhurbaşkanları, başbakanları asla lüks ve ihtişam içinde yaşamazlar.

Avrupa’daki kraliyetler bile mütevazı yaşamı seçmişlerdir.

Lüks ve ihtişam merakı sadece geri kalmış, şeyhler, krallar, diktatörler tarafından yönetilen ülkelerde görülür

Ve söylemeye bile gerek yok, bu ülkeler ne kadar şatafatlı olurlarsa olsunlar, kullandıkları her şey ne kadar lüks olursa olsun itibarları asla yoktur.

Sadece paraları yüzü suyu hürmetine ilgi görürler o kadar.

Bizim paramız da yok üstelik.

Bİ SORALIM BAKALIM

Türkiye şeriat ülkesi mi oldu?

Biraz geriye dönelim, 2007 yılında AKP için kapatma davası açılmıştı.

Anayasa Mahkemesi’nin o zamanki başkanı Haşim Kılıç kararı ağzı kulaklarında, “Arkadaşlar AK Parti kapatılmamıştır” diye açıklamıştı.

Ancak Anayasa Mahkemesi her şeye rağmen “AKP’nin laikliğe aykırı hareketlerin odağı olduğuna” karar vermiş, bunu şimdilik kapatma ile sonuçlandırmayacağını ancak bundan sonraki ilk laiklik ihlalinde dava açılmaksızın partinin tümüyle kapatılacağını açıklamıştı.

O günden bu yana köprünün altından çok su aktı.

Anayasada duran laiklik ilkesi sanki yokmuş gibi davranıldı, Erdoğan neredeyse her gün laikliğe aykırı bir eylem yaptı.

Ancak son zamanlarda söyledikleri sadece laikliğin çiğnenmesi değil aynı zamanda Türkiye’nin adeta bir şeriat ülkesine döndüğünün ilan edilmesidir.

Diyanete bakan memur, neredeyse protokolün en önüne getirildi, askeri törenler dahil her yerde yer alıyor, Erdoğan yasaları ve uygulamaları anlatırken bunun dini temellerini de dile getiriyor.

Faizler konusunda “Nas” dedi, yani Kuran’ın emri böyle anlamına gelen konuşma yaptı.

Pazar günü yaptığı konuşmada tam bir şeriat devleti başkanı gibiydi.

Şöyle dedi; “Neymiş efendim? Faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm, bu. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin faiz rakamlarıyla enflasyon rakamları arasındaki fark 10 katı bulmuşken, bizim yaptığımız sınırlı faiz indirimleri bu tablonun gerekçesi olamaz.”

Bu cümleler laikliğe aykırıdır.

2007’de açıklanan karar gereği yeniden dava açılmasına bile gerek yoktur.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

AKP dönemi hep böyleydi, bu kez yakalandılar

Ekranda eski bakanlardan şimdiki Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin konuşuyor.

İzleyiciler sadece onu görüyorlar.

Oysa aynı anda karşısında kendisiyle röportaj yapan Muharrem Sarıkkaya ise ses teknisyeni ile cebelleşiyor.

Muhtemelen bir ses sorunu var, görevli bunu halletmeye çalışıyor, Sarıkaya sinirleniyor ve basıyor tokadı.

Sonra dönüp Şahin’e bir soru daha soruyor.

Kadın soruları cevaplarken ekranda yine sadece onu görüyoruz ama göremediğimiz Muharrem Sarıkaya kameramanlarla el kol işareti ile ve hayli sinirli biçimde bir şeyler anlatmaya çalışıyor.

Bu sırada Şahin’i dinlemiyor bile.

Ama Fatma Şahin sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi konuşmasına devam ediyor.

Oysa genel kamera olayı tüm çıplaklığı ile kaydediyor, sonra bu sosyal medyada yayınlanınca kıyamet kopuyor haliyle.

Sarıkaya “mazeretsiz” özür dilerken, Habertürk’teki işine son verildi.

Burada Sarıkaya elbette affı olmayan suç işlemiştir.

Buna karşı daha ağır suçu eski bakan işlemiştir.

Aileden sorumlu bakan olarak her türlü şiddete karşı olması gereken bu kadın, ekrana yansımadığı için hemen yarım metre önündeki şiddet eylemine hiç ses çıkarmamış ve umursamadan yayına devam etmiş, program sonunda da şirinlik taslayarak “Sizi çok seviyorum” demiş diyebilmiştir.

Bu aslında AKP’nin yıllardır uyguladığı çirkin politikanın tesadüfen kamuoyuna yansımış halidir.

Halkın görebildiği yerlerde iyilik meleği gibi davrananlar görünmeyen alanlarda ise böyle şahin ve acımasız olmaktadır.

Genel kamera görüntüsünün yayınlanması çok iyi olmuştur.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Hepsi dünya zengini olan TÜSİAD’cılar ne istiyor olabilir?

Adını ilk kez duyduğum bir derneğin ödül törenine katılan Erdoğan, TÜSİAD’a yönelik çok öfkeli bir konuşma yaptı.

İzlemişsinizdir mutlaka ama söylediklerinin bir bölümünü buradan tekrar sunayım;

“Buradan sesleniyorum, çekinme yok; Ey TÜSİAD ve yavruları! Size sesleniyorum. Siz, tek göreviniz var. Yatırım, üretim, istihdam, büyüme. Siz bunda ne yapıyorsunuz, önce ortaya koyun. Kalkıp da hükümete saldırmanın değişik yollarını, versiyonlarını aramayın bizimle mücadele edemezsiniz. Sizin cinsinizi de cibilliyetinizi de gayet iyi biliyorum. Sizin derdiniz başka. Ama bizim derdimiz bambaşka. Biz vatan sevgisiyle, millet sevgisiyle yürüyoruz. Siz ise acaba, “Biz bu hükümeti nasıl çökertir de isteyeceğimiz, sömüreceğimiz bir yönetimi iş başına getirtiriz, bunun için gayret ediyorsunuz. Bu millet size bu fırsatı vermeyecek.”

Erdoğan’ın öfkesini anlıyorum, TÜSİAD iktidarın “yeni ekonomi politikasını” eleştiriyor.

Anlayamadığım şu; her biri dünya zengini olan TÜSİAD üyeleri bu hükümeti çökerttikten sonra hangi hükümeti işbaşına getirecek, kimdir bunlar?

ŞAKA GİBİ

Suç duyurusunda bulunana “hakaret” davası açıldı

Artık herkes Halkın Kurtuluş Partisi’ni biliyor.

Bu parti AKP iktidarının yaptığı tüm usulsüz işlerin takipçisi.

İktidar sahiplerinin yaptıkları ile ilgili sayısız suç duyurusunda bulundular bugüne kadar, hepsini en azından kayda geçirerek ileride hesap sorulmasına zemin hazırladılar, hazırlıyorlar.

Doğal olarak zaman zaman başları derde de girmiyor değil.

İşte son örnek şu;

Halkın Kurtuluş Partisi avukatları, Gazeteci Fehmi Koru’nun FETÖ itirafının araştırılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu. Savcılık ilgili kişiler yerine Fehmi Koru’nun itirafını yargıya taşıyan HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut Efe hakkında “Cumhurbaşkanına Hakaret” suçlamasıyla yeni soruşturma açtı. Parti Başkanı Efe, savcılığa gidip ifade verdi

Hatırlamayanlar olur diye Fehmi Koru olayı neydi yazayım;

17-25 Aralık sürecinde FETÖ Lideri Fethullah Gülen’den getirdiği mektupla ilgili açıklamalar yapan Gazeteci Fehmi Koru, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kendisini Pensilvanya’ya gitmesi için “çağırıp ikna ettiğini” söylemişti.  Koru, “Muhtemelen başka isimler de telaffuz edilmiştir aracılık için. Beni daha uygun gördüğü için benden böyle bir ricada bulundu” demişti.

İşte Halkın Kurtuluş Partisi, Koru’nun bu açıklamalarını yargıya taşımıştı.

Ama yargı “Fehmi Koru’yu bırak, sen sayın cumhurbaşkanımıza hakaret ediyorsun” diyerek HKP başkanı hakkında dava açtı.

Şaka gibi değil mi?

https://twitter.com/can_atakli_