ACAİP YAZILAR
Tamam hakaret suçu diyelim ama gerekçesini de kimse söyleyemiyor
Son günlerin moda sohbeti elbette “128 Milyar Dolar nerede?” sorusu üzerine yapılıyor.
Valiler ve emniyet müdürleri, herhangi bir yargı kararı olmamasına rağmen bu soruyu “Cumhurbaşkanı’na hakaret” olarak kabul ediyor.
Afiş kaldırma operasyonları bu gerekçeye göre yapıldı hep.
İl merkezlerinde, ilçelerde polisler canhıraş biçimde çalıştılar gece yarıları bile.
Vinçler, itfaiye araçları getirildi CHP’nin parti binaları önüne.
Akrobatlar gibi tırmandı bazı yerlerde polisler binalara, kestiler pankartların iplerini.
Evinin balkonuna “128 Milyar Dolar nerede” diye kağıt asanlara da müdahale edildi, “İndir onu aşağı, yoksa biz çıkarız yukarı” diye seslendi polisler.
EN TEHLİKELİ PLAKA
Avukat çıktı bunlardan biri, “yazılı emir getirin” dedi, getiremediler tabii.
Çünkü yazamıyorlar yazılı emir.
Neye dayanacak “kaldırın bu pankartı” emri?
Çaresiz başka gerekçeler aradılar.
Yine bulamadılar.
Sonunda parlak fikirli bir AKP’li vermiş aklı galiba.
Çünkü bir anda valiler “Pandemi bahanesiyle” indirmeye başladılar pankartları.
Tabii uyanıklar ya, doğrudan “128 milyar Dolar nerede pankartı asmak yasaktır” diyemiyorlar, genel bir pandemi genelgesi yayınlayıp içine her türlü toplantı yasağı olduğu gibi “Sokaklara, duvarlara, binalara bildiri, afiş, pankart asmak yasaktır” cümlesi ekliyorlar.
Böylelikle ne oluyor?
Her ne olursa olsun bir yere pankart asmak yasaklanmış oluyor.
İşin tuhafı bu yeni genelgenin ilk kurbanı da Erdoğan olmuş Karaman’da.
AKP’nin hayli yerli ve milli yöneticileri, Türkiye’nin konuşulan dilinin İngilizce olduğuna karar verip parti binasına üzerinde “Love Erdoğan” yazan devasa bir pankart asmışlar.
Şikayet gelince vali, mecburen kendi çıkardığı genelgeye uyarak indirtmiş o pankartı.
Saray duyduğu an, o valinin de indirilmesi an meselesidir bilmiş olsun.
Gelelim tekrar “128 Milyar Dolar nerede?” sorusunun neden “Cumhurbaşkanı’na hakaret olduğuna” ve bundan neden vazgeçildiğine.
Benim anladığım şu;
Galiba aklı başında herkes “128 Milyar Dolar nerede?” sorusunun neden Cumhurbaşkanı’na hakaret olarak kabul edildiğini biliyor.
Afişleri indirme, toplama kararı alanlar ve uygulayan valiler, emniyet müdürleri, kaymakamlar da biliyor.
Ama kimse bunun neden hakaret suçu olduğunu söyleyemiyor.
Çünkü tahminimce bunun neden suç olduğunu söylemek hakaret suçundan bile daha büyük bir suç işlemek olarak kabul edilebilir.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Aynı boy patatesleri seçme yöntemi
Geçen hafta “patates soğan” iktidarın popülizmi için gündeme geldi ya,okurlarımdan Faruk Gölboylu “Patatesle ilgili yaşadığım bir olay geldi aklıma, size de aktarmak istedim” demiş.
Bana çok ilginç gelen bu anıyı sizlerle de paylaşmak istedim;
“1990 öncesi Ali Sami Yen stadının yakınlarında (Şimdi orada devasa üç gökdelen var, hani asansör kazasında 14 işçinin öldüğü. O binalarda oturanlar var, içleri hiç ürpermez mi? C.A) Mecidiyeköy meydanında 1 saatte filmi banyo ederek baskı yapabilen o zamana göre ileri teknoloji sahibi bir iş yerinin ortağıydım.
İş yerinde çay devamlı kaynardı filmlerini getirmiş olan bazı devamlı müşterilerimiz baskıların yapılmasını dükkanda beklerken biz onlara anında çay ikram ederdik.
Dolayısıyla muhabbet açılırdı.
Bir müşterimiz İstanbul Erkek Lisesi’nde Erbakan’dan birkaç sınıf yukarıdaymış.
1960’lı yıllarda Almanya’ya patates ihracatı gerçekleştirmiş. Almanya aynı boydaki patateslerin aynı çuvalda olmasını istiyormuş ama o dönemda kalibre yapabilecek makineler yokmuş.
İstanbul Liseli müşterimiz düşünerek çaresini bulmuş.
Bir köyünün bütün patatesini köy meydanına döktürmüş köyden herkesin eline bir çuval vermiş çocuklar dahil herkes eline sığacak büyüklükte bir patatesi elindeki çuvala doldurmasını isteyerek Almanların şaşırdığı hassaslıkta bir kalibrasyonu gerçekleştirerek ihracatı yapmış.”
Nasıl ama?
YENİ ÖĞRENDİM
Denizcilerin uğursuz saydığı şeyler
Yıllar önce Göcek koyunda tanıdığım Emir Kunt’un üçüncü kitabı “Meltemi” geldi geçen hafta.
Yatch Türkiye dergisindeki “Dalgalı Sohbetler” yazılarını toplayan Emir Kunt gerçek bir deniz aşığı.
Şu sıralar “Biraz ara verdim” diyor Kunt nedenini ise “Hayallerim içinde benden hiç beklenmeyecek iki uçuk planım var” diyerek açıklıyor.
Her biri ayrı bir bilgi kaynağı olan yazılarını ince ve esprili bir dille yazıyor Emre Kunt.
Örneğin kitabındaki “Çıplak kadın ve kara kedi” başlıklı bölümünden denizcilerin uğursuz saydığı şeyleri öğrendim.
Geminin kedisini kızdırmak fırtınaya neden olurmuş.
Hiç rüzgar yoksa denize para atılırmış, böylelikle Poseidon’dan rüzgar satın alınırmış.
Siyah çantayla gemiye gelmek uğursuzluk sayılırmış.
Kara kedi ise sanılanın aksine denizciler ve tekne için uğurluymuş.
Kocası denizci olan kadınlar bu nedenle evlerinde kara kedi beslermiş.
Güvertedeki bir kadın, denizi kızdırırmış buna karşı kadın çıplaksa deniz sakinleşirmiş.
İşte geçmişte gemilerin burnuna çıplak kadın heykeli bunun için konurmuş.
Denizciler “hayırlı yolculuklar” denmesini de uğursuz sayarlarmış, bunun için kan akıtılması gerektiğine inanırlarmış.
Sırf bu nedenle “hayırlı yolculuklar” diyenin burnuna yumruk atıp kanatırlarmış.
Denizciğini sevenler için çok keyifli bir kitap.
ÇOK GÜLDÜM
Bu pazar için dört fıkramız var
Yine sokağa çıkma yasağındayız ve bu daha hayli bir zaman devam edecek galiba.
İşte bu sıkıntılı ev oturmaları sırasında küçük bir tebessüm şansımız da var.
Yıldırım Tuna bu hafta sayfamız için 4 fıkra göndermiş. Birlikte okuyalım;
Akbaba..
Kayınvalide damada “Ayıp damat” demiş sinir içinde, “Bana sanki bir akbabaymışım gibi davranıyorsun..! ”
Damat “Olur mu hiç efendim, estağfurullah” demiş saygıyla, “Haksızlık ediyorsunuz… Akbabalar insanı didikleyip yemek için en azından ölmelerini beklerler..!”
Namık Kemal
Öğretmen öğrencisine “Zil çaldıktan sonra sınıftan çıkma, seninle beş dakika görüşmek istiyorum” demiş. İkisi yalnız kaldıklarında öğrencinin ödev kağıdını eline almış,
“Bu şiiri kendin mi yazdın?” diye sormuş.
“Evet öğretmenim, ben yazdım, bütün mısraları tek tek bana aittir” diye cevap vermiş öğrencisi.
“Ooo, o zaman sayın Namık Kemal Bey, sizinle tanışmak benim için inanılmaz bir onur” demiş öğretmen saygıyla ayağa kalkıp telaşla ceketini iliklemeye çalışırken, “Türk edebiyatseverleri sizin uzun yıllar önce öldüğünüz gibi saçma sapan bir düşünceye kapılıp büyük bir üzüntü içerisindeydiler efendim.”
Güneşe tapmak..
Norveçli misyoner Afrika’da gittiği köyde kabilenin büyücüsüne hayli kızıp “Olur mu hiç, bu devirde Güneş’e tapılır mı?” diye bağırmış..
“Şişştt, yavaş gel ve lagaluga yapma Rahip efendi!” diye cevap vermiş Büyücü, “Sizin memlekette Güneş’i bulabilseniz tamamınız kiliselerden fırlayıp da tapacaksınız ama yok işte..!”
Bankayla anlaşma..
Dursun, bankanın önünde kestane satan arkadaşı Temel’i görüp borç istemiş..
“Veremem” demiş Temel,
“Yahu neden?” diye sormuş Dursun sinirlenerek,
“Tam arkamdaki banka ile bir anlaşmamız var” demiş Temel, “Onlar kestane satmıyorlar, ben de o nedenle kimseye borç para veremiyorum..”
https://twitter.com/can_atakli_