ANALİZ

Tarihin en önemli ekonomik paketi: Borçlan da borçlan

Damat Bey’in yönettiği Ekonomi ve Maliye Bakanlığı, “Görülmemiş” dediği, “tarihin en büyüğü” iddiasında bulunduğu “kredi paketini” dün açıkladı.

Korona nedeniyle bunalan halkı “rahatlatma” operasyonuymuş bu.

Korona nedeniyle işini, şirketini, gelirini yitirenlere hiçbir katkı sağlayamayan hükümet, “Pantolon olmadı gömlek verelim” misali ev, araba, ev eşyası alması için çok uzun vadeli kredi veriyor şimdi.

Tabii kredileri kamu bankaları verebiliyor ancak.

Ziraat, Vakıf ve Halkbank, aylık yüzde 0.67’ye varan oranlarda krediler verecek.

Örneğin, ev almak isteyenler evin yeni ya da eski olmasına bakılmaksızın, 12 aya kadar ödemesiz 15 yıla varan vade ile kredi alabilecekler.

Yine otomobil almak isteyenler de 6 ay ödemesiz, toplam azami 60 ay yani 5 yıl vadeli krediye kavuşabilecek.

İktidar, tatil yapmak isteyenleri de ihmal etmemiş.

Bu yıl tatile gidecekler bunu 3 yılda ödeyecekler, ilk 6 ayını ise ödemesiz geçirecekler.

Yine beyaz ya da kahverengi eşya almak isteyenlere 3 ayı ödemesiz, 5 yıla kadar vadeli krediler verilecek.

İlk anda insanın “bravo” diyesi geliyordur belki.

Ama bu yolun sonu yok ki.

Zaten ağır bir ekonomik baskı altında olanları daha da borçlandırmak, güya piyasayı hareketlendirmek için para pompalamak, kısa sürede bir ferahlık sağlasa bile arkası facia olacaktır.

Çünkü kısa sürede piyasaya büyük miktarda para çıkacak ve bu sirkülasyon ile işler iyi gidiyormuş gibi görünecektir ama sonraki beş yıl sadece “aldığı krediyi ödeme çabası içinde olan” büyük bir kesim, batağa daha da saplanacaktır.

Ev ve araba alanlar en azından evladiyelik bir mal kazanırken küçük ihtiyaçlar, ev eşyaları ve tatil için kredi alanlar ise krediyi aldıkları ve ödemesiz geçen ayları sırasında, bir parça rahat ettiklerini zannedecek ancak sıra ödemeye gelince aynı faciayı yaşayacaktır.

Sonuç olarak, “tarihin en büyük kredi paketi” olarak açıklanan bu yeni ekonomik paket, göreceksiniz getirdiğinden fazlasını götürecektir.

Ciddi sıkıntı içinde olan insanları, borçlandırma yöntemiyle para harcamaya teşvik etmek, hiçbir sorunu çözmez.

Ancak elbette bu paketin iktidar için “tarihi” bir önemi var onu da vurgulamadan geçemeyiz.

Bu yöntemle zaten borç içinde olan halk daha da borçlandırılacak.

Üstelik bu kez daha uzun vadeye yayılacak borç ödeme takvimi.

Bu nedenle yüz binlerce vatandaş “ayda 1000 lirayı her durumda öderiz” mantığı ile yüksek miktarlardaki borcun altına girecektir.

Sosyolojik bir gerçek şudur ki, borçlu insanlar kolay kolay karşı çıkamaz, eleştiremez, sorgulayamaz ve isyan edemez.

İktidar, ağır bir ekonomik krizi göze alarak toplumu iyice bağımlı hale getirme operasyonu yapıyor bu “tarihi” kredi paketi ile.

Olan budur, aman dikkat.

YENİ ÖĞRENDİM

Sadece Sağlık Bakanlığı’nın bildirdiği doktorlara ulaşım kartı veriliyor

Bir doktor arkadaşım aradı geçenlerde ve “Canım sıkıldı” dedi.

Neye sıkıldığını sordum doğal olarak.

Lafa, “Hiç ihtiyacım yok ve hiç kullanmadım, kullanmayı da düşünmüyorum” diye girdi ve ekledi, “Ama sağlık çalışanları arasında ayrım yapılınca kafam atıyor.”

Haliyle şaşırdım, “Dur yahu, neye bozuldu kafan bu kadar, nedir sağlık çalışanları arasındaki ayırımcılık?” diye tekrar sordum.

Belediye, doktorlara toplu taşımadan yararlanmaları için kart vermiş.

Doktor arkadaşıma ise verilmemiş.

Çünkü hangi doktora ulaşım kartı verileceğine Sağlık Bakanlığı karar veriyormuş.

Listeler bakanlıktan gidiyormuş.

“Bak tekrarlıyorum” dedi doktor arkadaşım, “Hiç kullanmadım bugüne kadar, burada rahatsızlık veren, Sağlık Bakanlığı’nın kendi kafasına göre davranması, neymiş bir özel ya da devlet hastanesinde çalışmayan, kendi özel işini yapanlar bu haktan yararlanamazmış.”

Anladığım kadarıyla bakanlık, kendi hesabına çalışan doktorları, doktordan saymamış.

Oysa yapılacak tek şey Tabipler Odası’na kayıtlı herkesin bu haktan yararlanmasıdır.

İhtiyacı olup olmamasının bir önemi yok.

Nitekim Tabipler Odası da uygulamanın düzeltilmesi için belediyeye başvurmuş.

Bİ SORALIM BAKALIM

Yandaş tetikçi takımı, söyleyin bakalım ne yapılmalı?

Korona önlemlerinde gevşeme başladı dün biliyorsunuz.

Lokantalar, kahveler, pek çok iş yeri, AVM’ler büyük oranda açıldı.

Trafik bir anda eski günlerine döndü.

Sokaklar caddeler hayli kalabalık artık.

Yandaş tetikçi medya “Acaba bizden olmayan belediyelere nasıl saldırırız?” diye düşünmüş olmalı ki, hemen hepsi şu başlığı atmaktan çekinmediler: Normalleşmenin ilk gününde metrobüslerdeki yoğunluk, vatandaşı isyan ettirdi.

Sorun şu: Metrobüs duraklarında yoğunluk oluşmuş, vatandaş otobüslere binememiş, bu nasıl işmiş?

Tamam da ne yapılmalı?

Hükümet, toplu taşımadaki limitleri belirledi.

Araçlara belli sayının üzerinde yolcu alınamıyor aslında.

Ancak buna pek uyulduğu söylenemez çünkü artık çoğu işbaşı yapan insanlar, gözünü karartıp otobüslere doluşuyor.

Normal otobüslerde herkes ön kapıdan bindiği için, şoförler belki müdahale edebilir ama özellikle metrobüste 4 kapı birden açılıyor ve inip binenleri kontrol etmek o kadar da kolay değil.

Tamam, vatandaş isyan ediyor etmesine de bu isyan kime? Belediyeye mi, yasakları bitiren iktidara mı, yoksa bizzat koronaya mı?

BUNU YAZMAK GEREK

Ne kadar da tanıdık geliyor bu sözler

Amerika, çok sıkıntılı günler yaşıyor.

Polisin, bir siyahı kötü muamele sonucu öldürmesi üzerine, ülkenin her tarafında protesto gösterileri yapılıyor.

Amerika Başkanı Trump, olayları bastırmak için yapıcı konuşmalar yapmak yerine, sürekli tahrik edici konuşuyor.

Gösteri yapanlara “Terörist” diyor.

Protestolarda öne çıkan Antifa gibi lidersiz, kadrosuz oluşumu, terör örgütü ilan etmeye hazırlanıyor.

Sokaklara çıkanlara “Vandallar” diye bağırıyor.

Anarşistlere gün doğduğunu söylüyor.

Protesto edenlerin sol zihniyet olduğunu ileri sürüyor.

Belki “halkın yarısını evinde zor tuttuğunu” da söylemiştir.

Çünkü Trump’a destek vermek için sokaklarda göstericilerin üzerine araba süren, ateş eden, ok atanlar bile var.

Ne derseniz, her şey size de çok tanıdık gelmiyor mu?

ŞAŞIRDIM

Bu lüks, ihtişam merakı ve kibirle bir yere varamazlar

Lafa gelince İslam dininin en mütevazı, her türlü şatafattan uzak bir din olduğunu söyleyen Diyanet, sıra kendine gelince pusulasını şaşırıyor.

Örneğin, sadeliğin simgesi olması gereken Diyanet İşleri Başkanı, piyasa fiyatı birkaç milyon olan Mercedes’e binmekten çekinmiyor.

Dün bir çarpıcı örneğe daha rastladım.

Diyanet, Elazığ’da ne gereği varsa 58 milyon 700 bin liralık masrafla bir külliye inşa ettiriyormuş.

Külliye için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmayacakmış.

Öyle ki, bahçeye ekilecek çiçek, ağaç ve çimlerin bile “ithal” olması istenmiş.

Sanki Türkiye’de bitki kalmamış gibi, bu külliye için her şey dışarıdan getirilecekmiş.

Neden?

Nedeni yok.

Belli ki lüks ve ihtişam merakı, Diyanet’in her tarafını sarmış.

Bu kibirle nereye kadar gidilir bilemem artık.

Bakın Diyanet’in yurt dışından dövizle getirilmesini istediği bahçe ihtiyaçları şöyle;

12 ithal huş ağacı

12 ithal meşe piramidi

14 tijli süs armudu

22 ithal çitlembik

20 ithal tijli meşe

30 ithal sığla

11 ithal piramit mazı jumbo

5 ithal ters sedir pendula

10 ithal leylandi jumbo

17 ithal ponpon leylandi

8 tijli oya ağacı

60 ithal toros sediri

43 ithal sprila şimşir

11 bin metrekare ithal çim

8 gladiçya

6 kırmızı yapraklı akçaağaç

5 ithal lale ağacı

2 ithal salkım söğüt

2 ithal ters mavi sedir

3 ekstra ithal gürgen Jumbo

1 ters huş yongi.

Bunları kimin ithal edeceği bile, önceden kararlaştırılmadıysa ben de bir şey bilmiyorum.

Diyanetimize hayırlı uğurlu olsun.

Ama unutmasınlar, millet kesesinden yapılan bu savurganlık bir gün önlerine çıkacaktır mutlaka.

https://twitter.com/can_atakli_