CANIMI SIKAN ŞEYLER

Tırnağın varsa başını kaşı

Bu deyimi daha önce hiç duymamıştım.

Sevgili dostum Göztepeli Taner söyleyince de çok şaşırdım.

Meğer belli yörelerde bilinen bir sözmüş.

“Benden sana hayır yok, kendi başının çaresine bak artık” anlamına geliyormuş.

Peki bu söz neden kullanıldı telefon sohbetimizde?

Göztepeli Taner 60’ı geçti artık, şu sıralar işi yok.

Aile içinde geçimlerini sağlıyorlar.

Günlerdir sokağa çıkmıyor, para kazanma olanağı da yok.

Dedi ki “Aklıma geldi, propaganda yaparken yardım isteyenlere koştuklarını söyleyen Ataşehir Belediyesi’ni aradım. Telefon tam 8 dakika çaldıktan sonra açıldı. Görevli şu sıralar bu tür yardımlar yapmadıklarını, bu işin Vefa Grubu tarafından yapıldığını söyleyerek, orayı aramamı salık verdi.”

Sonra ne olmuş?

Ataşehir Belediyesi’nden aldığı 0216 577 27 10 no.lu telefonu aramış.

Sürekli meşgul, sonunda karşısına biri çıkmış.

Telefondaki ses çaresizlik içinde “Şu an size bir şey gönderemeyiz, burası ana-baba günü, dağıtım yapamıyoruz.”

Arkadaşım, “Ben çok uzakta değilim yerinize. Oraya gelebilirim, çok ihtiyacım olan birkaç şey var” demiş.

Karşısındaki daha da yakınarak “Valla istersen gel ama bil ki buradan bir şey alamazsın. Şu anda kapı dolu. İçeri girip derdini bile anlatamazsın ki.”

Sonra “Ama sana bir yol göstereyim, bizim Vefa Grubu’nun bir başka numarası daha var. Oradaki arkadaşların başı belki daha rahattır şu sıralar. Şansını bir dene bakalım” demiş.

Taner bu kez 0216 577 29 88’i aramış.

Durum aynı durum.

Oradaki görevli de işlerinin başlarından aşkın olduğunu, daha sona araması gerektiğini belirtmiş.

Birkaç gündür televizyon konuşmalarımda bu konuyu dile getirerek “Yandaş medya, gerçek önlemler yerine bu tür primitif çözümleri göklere çıkarmaya çalışıyor. Ama bir süre sonra talep sayısı arttığında işin içinden çıkamayacaklar. Sistem çökecek” diyorum.

Çünkü böyle bir hizmet, şov yapmaya gelmez.

Neymiş, adamın biri polisi aramış rakı istemiş de polis memuru amirine “Ne yapalım amirim götürelim mi?” demiş, amir de “Götürün, yanına da buz koyun” demiş.

Sonra bir yaşlı adam, midesi için bir şişe soda istemiş de polisler eve koşmuşlar.

Bunlar şov amaçlı ve sorumsuzca yayınlar aslında.

Sonuçta bunu gören on binlerce kişi “Benin neyim eksik, ben de isteyeyim de getirsinler” diyerek buraları arıyor.

Sistem doğal olarak daha ilk haftasında çuvallıyor.

İktidar, hâlâ durumun farkında değil.

İlkel önlemlerle, yandaş medyanın şişirmeleriyle dualarla falan sorunu atlatacağını sanıyor.

Oysa insanlar kayıplarını düşünüyor.

Yüz binlerce hatta milyonlarca kişi, önümüzdeki ay eve ekmek alacak parayı bulup bulamayacağından korkuyor.

Böyle bir durumda insanları rahatlatacak önlemler almak yerine, “aman iktidarımıza bir şey olmasın” şovları yapılıyor.

Çareyi vatandaşın kendi bulması isteniyor.

Göztepeli dostumun sözü ne kadar da doğru değil mi?

“Tırnağın varsa saçını, başını kaşı.”

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Medeni bir iş insanı gözüyle; korona sonrası dünya ve gerekli üç kitap

Adnan Öztürk, Türkiye’nin önemli yöneticilerinden, sanayicilerinden biri.

İş insanlığının yanı sıra sporla ilgisi de yakından biliniyor, Galatasaray yönetiminde başarılı hizmetler yapmış bir isim.

Ayrıca pek çok iş insanının aksine, siyasetle “biat ederek” değil, tam tersine gerçekleri söyleyebilecek cesaretle” ilgileniyor.

Yakından tanıdığım Adnan Öztürk, Atatürk ilke ve devrimlerine sözde değil, özde bağlı bir medeni insan hepsinin ötesinde.

Korona ile ilgili bir yazı göndermişti geçen hafta.

Bunu sizinle de paylaşmak istedim:

Yazıma koronadan önce ve sonra olarak başlamak istiyorum.

Dünyayı neredeyse esir alan bir virüsün tabii ki sonu gelecek. Sabretme ve kurallara uyma günlerini yaşıyoruz.

Virüsün sonu geldiğinde “korona sonrası” başlayacak.

Can çekişen kapitalizm artık olmayacak.

1. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni dünya düzeni artık olmayacak.

Küreselleşme olmayacak.

İnsanlığa hizmet etmesi için kurulan birçok NGO, yani Birleşmiş Milletler, Unicef, Dünya Sağlık Örgütü, NATO vb. gibi bir virüs karşısında diz çöken kurumlar olmayacak.

Ağzının içine bakılan FED (Amerika Merkez Bankası), MB artık eski hesaplarla çalışamayacak.

Dijital ortamda alınan-satılan rakamlar artık bir işe yaramayacak.

Trilyon dolarları silahlara harcarken, hastaneleri unutmuş sistemlerle devletler yönetilemeyecek. Siyaset yapmak için boş söylemler, sosyal medyalar, porselen dişlerle atılan gülücükler, yapılan algı operasyonları olmayacak.

Boş siyasetçiler gidecek, devlet adamları gelecek.

Ülkeler artık ‘kendime nasıl yeterim’ derdine düşecek.

Menfaat birlikteliklerinin zor durumda nasıl duman olduğunu gören insanlar vatan ve millet olgusundan başka sarılacak bir şey kalmadığını anlayacaklar.

Eğitim, bilim ve inanmışlık öne çıkacak, boş hurafeler, sahte kimliklerle güç sahibi olanlar yok olacak.

İnsanlar; ekmeğe, suya saygı duyar, gezegenin kıymetini anlar hale gelecek.

Ulus devletler ayakta kalacak. Suni, ortak duyguları olmayan devletler çökecek.

Ezberler bozulacak, sorgulama yeniden başlayacak.

Üreten, çalışan, bilim ile eğitilen, gerçek ortak yaşam kültürüne sahip halklar öne çıkacak.

Bunlar mantık olarak ortaya çıkması gerekenler.

Ne zaman olur bilemem ama bildiğim bir şey var; Sıfırdan, her türlü zorluğa rağmen, var olma savaşını verip başarıya ulaşmak ne demek diye düşünürseniz, bu görece dertli günlerde size 3 kitap tavsiye edebilirim.

Nutuk-Mustafa Kemal Atatürk

Beyaz Zambaklar Ülkesinde–Grigoriy Petrov

Kuran- ı Kerim Türkçe Meali–Elmalılı Hamdi Yazır

Yani eski müfredat.

ÖNERİ

Koronanın en sevdiği ortam; “panik havası”

Koronaya karşı çok aktif, maddi önlemler almak zorundayız.

Ancak bunların psikolojik olarak da desteklenmesinde büyük yarar var.

Çünkü panik havası başta korona olmak üzere birçok hastalığın da davetçisi olabiliyor.

Panik içindeki insanların bu tür salgınlardan daha fazla etkilendiğini birçok psikiyatr söylüyor.

Şimdi sizlere Fransız bilim-kurgu yazarı ve gazeteci  Bernard Werber’in ‘İzafi ve Mutlak Bilgi Ansiklopedisi’ adlı eserinden alınmış bir bölüm sunmak istiyorum.

Konuyu çok güzel özetliyor;

1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi, Portekiz’den aldığı Madura şaraplarını İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra, şilepte çalışan denizcilerden biri, unutulan şarap kolisi kaldı mı diye kontrol için soğuk hava deposuna girer. Onun içerde olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise kapıyı dışarıdan kapatır.

Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içeriden açmaya çalışır kapıyı, mümkün değildir.

Boş şilep, yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar.

Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir.

Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturucu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını anlatır.

Şilep Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve..

Kendisi de hayretten donakalır.

Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. İskoçya’ya götürdükleri Madura şarapları 18 derecede taşınmayı gerektirmekte imiş. Şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi zaten kapatılmış olup kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece de yükselmiştir.

Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı (ya da donacağına inandığı) için ölmüştür.

Uzmanlar diyor ki: Panik bağışıklık sistemini zayıflatır. Ve zihnimiz bize inanılmaz oyunlar oynayabilir. Korku çoğu zaman iyidir, sizi hayatta tutar. Lakin panik her zaman kötü sonuçlar verir. İnsanın boş kaldığı, amaçsız hissettiği anlar ise zihnine en kolay yenildiği anlardır.

Bu nedenle gerek medyada, gerek sosyal medyada sürekli felaket haberlerine odaklanmak iyi değil.

Elbette haberleri izleyelim, ne olup bittiğine bakalım, ama şu bir tür karantina günlerinde zihnimizi oyalayacak başka işlere de yönelelim.

BUNU YAZMAK GEREK

Devlet devletliğini yapsın, ne yardımı?

Korona yüzünden her şey altüst oldu.

Uzmanlar bu musibetten çabuk kurtulmak için “yayılma hızının önüne geçilmesi” gerektiğini ısrarla açıklıyorlar.

Özeti biliyoruz, “İnsanlar ne kadar az dolaşır, tecrit yaşarsa; virüsün yayılması o kadar engelleniyor ve kuluçka süresinin sonunda da kendiliğinden ölüyor.”

Buna rağmen iktidar gerekli önlemleri alamıyor.

Bilim Kurulu, “Hiç olmazsa 48 saatliğine dolaşımı durdursak bile kâr” diyor ama iktidar sanıyorum “sorumlu olup herkese maddi destek sağlamak zorunda kalmamak için” buna kulak tıkıyor.

Oysa devlet, bugünler için çok gerekli.

Devlet; Anayasa gereği, her vatandaşına bakmak, hakkına sahip çıkmak ve her türlü güvenliğini sağlamak zorunda.

Buna karşı başta Kızılay olmak üzere bazı kurumlar “yardım kampanyaları” açıyor.

Kızılay’ın yardım istemesi halkla alay etmek gibi bir şey.

Daha yeni öğrendik 8 milyon dolarlık bağışı, iktidarın yan kuruluşlarından bir vakfa aktarmış.

Bu milletin artık Kızılay’a güvenmesi mümkün mü?

Kızılay’ın bağış kampanyası ilanlarını gören herkesten “Ne yüzle istiyorlar?” sözünü duyuyorum.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu da yardım kampanyası açmış.

Bu kampanyalar bana göre çok yararsız ve gereksiz.

Devletin bu konuda sonsuz kaynağı var aslında.

Bu tür yardım kampanyaları açmak, iktidara alan açmaktır.

Önce iktidar, en azından bir aylık süre için yapması gerekeni yapsın, ondan sonra yetmezse başka çareler aransın.

Ama şimdi bu amaçla açılan hiçbir kampanyaya bir kuruş vermem, ayrıca veremem de.

https://twitter.com/can_atakli_