ANALİZ
Türkiye’yi azınlık hükümeti yönetiyor
Hepimizin dikkatinden kaçıyor aslında.
Şu anda bizi yöneten iktidar ne kadar meşru?
Seçim gününe göre elbette meşru, ama madalyonun bir de tersinden bakalım.
Bir kişiyi tek adam yapan ucube sistem gereği artık kurulan hükümetler hiçbir yerden güven oyu almıyor.
Halkın seçimi yetiyor bu sistem için.
Parlamento ise zaten yok hükmünde olduğu için oradaki sayısal dengenin pratikte çok önemi yok.
Eğer tek adamlığa seçilen kişi arkasına 200 kişiyi takabilirse onu artık kimse yerinden indiremiyor.
İndiremediği gibi denetleme olanağı bile yok.
AKP genel başkanı Erdoğan sadece 800 bin oy farkla Cumhurbaşkanı seçildi.
Bu 800 bin oyluk fark Erdoğan’ı “yetkileri tartışılamaz, asla karışılamaz, dediği dedik, kestiği kestim” bir tek adam haline getirdi.
Erdoğan 2018’de sadece 800 bin oyla seçildi seçilmesine ama şu anda 5 milyon oy geride.
Ve bunun bir yaptırımı yok.
Diyeceksiniz ki “Demokraside bu böyle değil mi, seçildikten sonra oylar düşse bile görev devam etmez mi?”
Evet ama o demokrasilerde böyle oluyor.
Bizdeki demokrasi değil.
Demokrasilerde hükümetler parlamentodan çıkar. Parlamentolar bu hükümeti sıkı biçimde denetler. Hükümetler parlamentodan güven oyu alarak göreve başlar. Parlamento gerek gördüğünde de güvenoyu isteyebilir, çeşitli yöntemlerle, örneğin gensoru ile hükümeti düşürebilir, aynı şekilde Meclis aritmetiğinin değişmesi halinde yeni hükümet kurma olanakları ortaya çıkabilir. (Amerika modeli de öyledir aslında. Başkanın her attığı adım Kongre denetimine tabidir. Bakanlar içinse ayrı ayrı güven oylaması yapılır, aynı şekilde düşürülebilir de.)
Buna karşı mevcut ucube sistemde bu olmuyor, olamıyor.
Erdoğan’ın azınlığa düştüğü uzun zamandır biliniyor.
Saray yazarları da bu gerçeği biliyorlar ve işin tuhaf tarafı Erdoğan hükümetinin aslında bir azınlık hükümeti olduğunu açıkça yazıyorlar.
Elbette farkında bile değiller, saraya yalakalık yaptıkları için hükümetin azınlığa düştüğünü ifşa ettiklerini anlamıyorlar bile.
Örneğin Hürriyet’teki sarayın en has adamı Abdülkadir Selvi dünkü yazısında Erdoğan’ın oyunun yüzde 39.2 olduğu belirtiyor.
Yani Erdoğan saray yazarına göre bile seçildiği oyun 11 puan altında.
Diğer araştırma şirketlerinin ortalamasına bakıldığında Erdoğan’ın oranı yüzde 39’un hayli altında aslında, ama olsun, bu yazıda saraya en uygun oranı kabul edelim.
Erdoğan bu sonuçla, yani saray yazarlarının bile kabul ettiği oyla seçilemiyor.
Yani artık azınlıkta ve “seçilmemişlerden oluşan” hükümeti de bir azınlık hükümeti konumunda.
Buna karşı iktidarını bütün gücüyle sürdürüyor, yetkilerini fütursuzca kullanıyor.
Saray yazarlarının tesellisi ise diğer adayların hiçbirinin yüz de 50’nin üstünde görünmemesi.
Bu nedenle Erdoğan hükümetinin bir azınlık hükümeti olduğu görmüyorlar.
İşte bu ucube sistemin en aksayan yönü bu.
Dönem içinde iktidar tüm desteğini bitirse bile “demokratik” olarak hiçbir şey yapılamıyor.
SORDUM ÖĞRENDİM
Avrupa ülkelerinde elbette yurt sorunu yok
Bu yazı aslında kazaya uğrayan bir yazı.
Dün nasıl olmuşsa olmuş yazının bir bölümü uçup gitmiş.
Akşam da sosyal medyada sorun yaşanınca hiçbirimiz sayfanın bitmiş halini görme olanağı bulamadık.
Böylelikle yazı yarım haliyle basılmış, tabii basılınca geri dönüşü de olmuyor.
Bu nedenle yarım kalan yazının bugün tamamını tekrar sunuyorum:
Pek çok üniversite öğrencisi yurt ya da kalacak yer bulamamaktan şikâyetçi.
Yurtlar dolu ve yetersiz.
Ev ya da pansiyonlar ise öğrenci bütçeleri çok aşan kiralar istiyor.
Bu durumdaki öğrenciler kendilerini anlatmak için eylemler yapmak istediler ama anında sarayın polislerini karşılarında buldular.
İtildiler, kakıldılar, yerlerde sürüklendiler, gözaltına alındılar.
Üstüne bir de AKP genel başkanının ve bakanlarının hakaretlerine uğradılar.
Erdoğan ve bakanları yeterli yurt olduğunu ama bu eylemcilerin öğrenci olmadığını, öğrenci olanların ise yurt başvurusunda bulunmadıklarını söylediler.
Oysa sorunu çözmek çok kolaydı, madem yeterli yurt var, eylem yapanlar başvuruda bulunmamış olsalar bile hemen birer yurda yerleştirilirdi.
AKP genel başkanı öğrencileri “nankörlükle” suçlarken mevcut yurt ve yatak sayısının başta Almanya ve Hollanda olmak üzere diğer ülkelerden çok daha fazla olduğunu söyledi.
Yani yine “Almanya bizi kıskanıyor” edebiyatı..
Oysa durum hiç de öyle değil.
Almanya’da bir üniversitede görevli dostumu arayıp sordum.
Dedi ki “Burada yurt sorunu hiç yok. Çünkü Almanya’da ve hatta diğer Avrupa ülkelerinde öğrencilerin yüzde 90’ı bulundukları kentlerdeki üniversitelere gider. Başka kentlerdeki üniversitelere gidenler içinse zaten üniversite bünyesinde yeterli yurtlar vardır.”
Gelişmiş ülkelerde bizdeki gibi üniversite çılgınlığı yok.
Oralarda sınav da yok.
Eğitim sistemi daha baştan kimin nereye yöneleceğini saptar ve planlama da buna göre yapılır.
Eğitim süreci sonunda da herkes iş güç sahibi olur.
Bizde ise “Her üniversite mezunu olana iş bulmak zorunda değiliz” mantığı hakim.
Bir de bu gençlere yurt mu bulacaklar?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Rönesans aslında bir parça haklı, haksız olduğu konu ise…
Dünya medyasında “Pandoranın kutusu açıldı” başlıkları atılmıştı.
Meğer Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) kim tarafından gönderildiği bilmedikleri ama hepsi gerçek olan gizli belgeleri inceliyormuş iki yıldır.
117 ülkeden 600’den fazla gazeteci katılmış bu çalışmalara.
Sonunda yaklaşık 12 milyon belge, vergi cennetleri sisteminin nasıl çalıştığını gözler önüne sermiş.
Kimler yok ki bu belgelerde?
Çeşitli ülkelerdeki devlet görevlileri, siyasetçiler, sanatçılar, iş insanlarının isimleri çıkmış bu belgelerden.
Türkiye’den sadece Erdoğan’ın sarayını yapan müteahhidin adı sızmıştı.
Listede 200’ü aşkın Türk’ün adının geçtiği belirtiliyor.
Tabii Rönesans şirketi dün hemen bir yazılı açıklama yaptı.
“Offshore hesaplarına para gönderilmesi mevzuata uygun bir durumdur” diyor açıklamada.
Bana göre Rönesans haklı.
Çünkü bu şirket dünyanın 28, Avrupa’nın ise 9’uncu büyük müteahhitlik şirketi.
75 bin çalışanı olan şirketin dünya ölçeğinde 40 milyar dolar üzerinde bitirdiği iş var.
Böyle bir şirketin 220 milyonluk bir offshore hesabı olması gerçekten devede kulak niteliğindedir.
Sorun şu; “Offshore hesaba yatırılan 220 milyon doların yarısının bir kişiye/yere bağış olarak gönderildiği ortaya çıktı.”
Rönesans milyarlarca Dolarlık bir şirket olabilir, 110 milyon dolar onlar için küçücük bir paradır belki ama kim kime 110 milyon dolarlık yardım yapar ki.
Tabii bu yardım bir işin karşılığı veya rüşvet değilse.
Rönesans bu meblağdaki bir yardımın “hangi mevzuata uyduğunu” açıklamak zorundadır.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Devlet kullanma tarihinin üzerini örter ve yalan söyler mi?
Olay dün yaşandı.
Üstelik işe bakın ki, tanıdığım birinin başından geçti.
Tanıdığım kişi Ege Üniversitesi Tıp Fakültesine ateş ve grip belirtileri nedeniyle gidiyor.
Yapılan Korona testi pozitif çıkıyor.
Kendisine her hastaya verilen Favicovir ilacından veriyorlar.
Hastalanan tanıdığım ilacı aldıktan sonra kutunun üzerine yapıştırılmış bant dikkatini çekiyor.
Bantta “Son kullanma tarihi 12/2022” yazıyor, altında da “TC Sağlık Bakanlığı malıdır, satılamaz” ibaresi bulunuyor.
Tanıdığım kişi ucu kalkmış olan bu bandı biraz daha kaldırınca altından ne çıksın?
“İlacın gerçek son kullanma tarihi.”
Sakın şaşırmayın, ilacın gerçek son kullanma tarihi temmuz 2021.
Tabii hafif bir tartışma çıkıyor. Bu kez ilacı alan herkes kutusunu kontrol ediyor ve hepsi aynı çıkıyor.
Rezalete bakar mısınız?
Belli ki son kullanma tarihi kasıtlı olarak kapatılmış. Üstelik iki ay önce biten son kullanma tarihi de bir yıl uzatılmış.
Bunu yapan da devlet.
https://twitter.com/can_atakli_