MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

VELİAHT SELMAN'la ALIP VEREMEDİĞİMİZ NEDİR?

Kaşıkçı cinayetinin üzerinden 2 ayı aşkın süre geçti.
Bu süre içinde çok şey yazıldı çizildi ama ortada ceset yok, katil yok ve cinayet silahı nedir bilinmiyor.
Yaygın inanç Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan Konsolosluğu'nda öldürüldüğü parçalara ayrılıp dışarı çıkarıldığı yönünde.
Cinayet tam olarak böyle mi işlendi tam bilemiyoruz.
Elimizdeki tek şey Suudi yetkililerin “Cemal Kaşıkçı, konsolosluğun evlilik işlemleri için geldiği sırada çıkan bir boğuşmada ölmüştür” sözleri.
Bunun dışında bir kanıt yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çantasına koyup herkese dinlettiği bir ses kaydı olduğu belirtiliyor ama bunun da ne kadar kanıt olduğu tam belli değil.
Buraya kadar her şeyi biliyoruz.
Benim merakım şu; AKP iktidarı ve saray nedense cinayeti çözmek, katilleri yakalamak ve adaleti yerine getirmek için değil de, bu olayın arkasında azmettirici olarak Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın olduğunu kanıtlamak için çabalıyor.
Elbette bir cinayetin azmettiricisinin kim olduğunun ortaya çıkarılması çok önemlidir ama Türkiye'nin önceliği bu değildir.
Almanya, Amerika, İngiltere, Çin veya herhangi bir ülke cinayetin bu ayağının ortaya çıkarılması için çabalayabilir ama Türkiye'nin önceliği cinayeti kanıtlamak olmalı.
Çünkü bu iğrenç cinayet ne yazık ki ülkemizde işlendi.
İstanbul emniyeti ve savcılık Türk medyasına bilgi vermiyor, bunun yerine yabancı medyaya bilgi sızdırıyor ve bu sızdırılan bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla ilgili Türk birimleri ilk andan itibaren cinayeti biliyorlar.
Zaten bu nedenle Suudi Arabistan'dan gelen ekip izlenmiş, her yaptıkları kayda geçirilmiş.
Buna karşın nedense cinayeti önlemek ya da işlendiği anda müdahale etmek akla gelmemiş.
Ya da böyle olması uygun görülmüş.
Şimdi bunlar ortadayken Türkiye'nin “Cinayetin arkasında kralın oğlunun olduğunu” kanıtlamaya çalışmasına bir anlam verebiliyor musunuz?
Deyin ki bir süre sonra azmettiricinin Muhammed bin Selman olduğu ortaya çıktı.
Türkiye'nin bir çıkarı var mı bunda?
Aslında yok.
Yok ama bu sayede cinayetin ülkemizde işlendiği, bizim de buna engel olamadığımız gibi kanıtları da ortaya çıkaramadığımız gerçeğinin unutulacağını sanıyoruz muhtemelen.
Tam bir şark kurnazlığı yani.
Ya da Muhammed bin Selman ile tepemizdeki yöneticilerin arasında bizim de bilmediğimiz bir husumet var, şimdi fırsatını yakalamışken bunun hesabını yapıyoruz.
Öyle bile olsa yine de bize yararı yok.
Üstelik gelişmeler beklediğimiz gibi olmayıp da bir süre sonra bu adam Suudi Kralı olursa ne yapacağız?
Cumhurbaşkanı, mevcut kralı “Mekke ve Medine'nin hizmetkarı” unvanıyla yüceltmeye ve cinayetten ayırmaya çalışıyor, yeni kral oğlu olunca da aynı biçimde onu da yüceltecek mi?

BUNU YAZMAK GEREK

YANDAŞLAR HAKAN ATİLLA KARARINA ERKEN SEVİNİYOR OLABİLİR

Amerika ile en önemli sorunumuzun ne olduğunu sorarsanız “Halkbank- Zarrab davası” diyebilirim.
Çünkü çok uzun zamandır Amerikan yönetimi ile ilgili tüm görüşmelerde birinci gündem maddesi hep bu dava oluyor.
Ne Fetullah Gülen'in ne çetesinin üyelerinin iadesi, ne Menbiç olayı ne PKK'ya yardım ilk gündemimiz Amerika ile ilişkilerde.
Varsa yoksa Halkbank davası.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerikan Başkanı Trump ile her görüşmesinde bu konuyu gündeme getiriyor ve Hakan Atilla'nın gönderilmesini istiyor.
Bu konuda perşembe gününe kadar yükselen bir beklenti vardı.
New York Güney Bölgesi Başsavcılığı'nın Temyiz Mahkemesi'ne sunduğu dilekçe görüşülecekti.
Ancak savcılık son anda Hakan Atilla'ya verilen cezanın artırılmasını talep eden dilekçesini geri çekti.
Bu yandaş medyada “Halk Bankası sorunu bitiyor” yorumuyla yer aldı.
Oysa bu sevinç erken bir sevinç olabilir.
Çünkü savcılık Hakan Atilla'nın suçlu olduğunu verilen 32 aylık cezanın onanmasını istiyor, ceza artımından vazgeçilmiş sadece.
Bunun da anlamı şu; Hakan Atilla organize bir suçun parçası. Asıl suçlular yakalanmadığı için şu anda bir piyon kurban durumundadır. Bu koşullarda daha fazla ceza alması adalete uygun değildir…
Kısacası New York savcıları aslında her an yeni bir dava açılabileceğinin sinyalini veriyor.

ŞAŞIRDIM

HAYROLA, DAVUTOĞLU NASIL CESARETLENDİ BÖYLE?

Çoğumuz belki adını bile unuttuk.
Genel seçimlerde AKP tarihinin en yüksek oyunu alan genel başkandı ve bir gece ansızın başbakanlıktan azledilmişti.
Ahmet Davutoğlu, böyle aşağılayıcı biçimde görevden alınmasından az önce Pelikan isimli bir sosyal medya hesabının şiddetli saldırısına uğramıştı.
O zamandan beri sesi soluğu çıkmayan Davutoğlu, her nasılsa cesaretlenmiş olacak ki Karabük'te öğrencilerle konuşurken bakın neler demiş;
“İletişim teröristleri çıktı ki; ahlakı yerle bir etti. Kim bunlar, troller. Bunlar iletişim teröristleri. İnsanların şahsiyetini, haysiyetini, izzetini, yok yere bitirecek şekilde para ile tutulmuş adamlar, bir anda bir algı oluşturuyorlar. Her birimiz öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki. Artık fikirler çarpışmıyor, kimin ne kadar trolü var ve karşı tarafa ne kadar zarar verebilir? Başbakanlıktan ayrılma süreci esnasında ‘Pelikan Dosyası' diye bir şey çıktı. Beni birazcık tanıyanlar için her birisi iftira olan şeyler.”
İster istemez aklıma “Hayrola, bu ne cesaret böyle, bir şeyler mi oluyor yoksa” sorusu takılıverdi.

ÇOK GÜLDÜM

CUMARTESİ FIKRASI

4 mühendis arabaya binmişler ama araba çalışmamış. Aralarında fikir yürütmeye başlamışlar.
Makine mühendisi: Marş motoru arızalanmıştır.
Elektrik mühendisi: Akü bitmiştir.
Kimya mühendisi: Benzine başka kimyasal madde karışmıştır.
Bilgisayar mühendisi: Haydi hep birlikte inip tekrar binelim…

İRONİ

“SEN SALAK mısın YOKSA PARAN mı ÇOK?”

Bu yazı “okurdan mesaj” aslında.
Ama ben o başlık yerine “ironi” demeyi tercih ettim çünkü gerçekten çok çarpıcı bir hiciv içeriyor.
Konu yeni havaalanı ile ilgili.
Şöyle demiş okurum yazısının başında; “3. Havaalanı konusunda komşumla olan bir sohbeti size aktarmak istiyorum. Kendisi koyu bir AKP'li. Hangi konuyu eleştirirsem eleştireyim reisini korumak için sürekli karşı çıkıyor.”
Bunları dedikten sonra şöyle yazmış;
Havaalanından hiç söz etmeden, sanki kendime bir ev yapıyormuşum gibi şöyle anlatmaya başladım;
Benim evi biliyorsun. Bana gelen misafir sayısında biraz artış bekliyorum ve evim 2-3 yıl sonra bir oda ilave isteyebilir.
Bu nedenle ben evimin yanına komple yeni bir ev yapmaya karar verdim.
Evin maliyeti de 300.000 lira olacak.
Üstelik evin yanı bahçe ve bu bahçeyi de yok edeceğim. Yeni ev bitince de eski evi bırakacağım. Öyle boş kalacak.
Gerçi mühendisler zeminin gevşek olduğunu söylüyorlar ve bu nedenle de kullanamama ihtimalim de var.
Unutmadan söyleyeyim; bu binayı amcamın oğluna yaptırıyorum.
Gerçek maliyeti 175.000 lira ama amcamın oğluna 300.000 lira vereceğim.
Bunları dinleyen komşum “Olur mu öyle şey, Sen saf ve salak mısın, senin paran mı çok?” dedi.  Ben de “İşte yeni havalimanı da böyle bir şey. Unutmadan şunu da ekleyeyim, parası çok olan ben değilim sen ben hepimiziz, çünkü bu havalimanı hepimizin cebinden yapılıyor” dedim gülerek.
Düştüğü komik duruma gülemedi bile. Bir süre yüzüme bakıp “Siz muhalifler iflah olmazsınız” diyerek çıktı gitti.
Bilmem belki artık bana hiç uğramaz.

https://twitter.com/can_atakli_