Başbuğ; söyledikleri doğru, Başbuğ; üslubu çok yanlış
Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ son bir haftada söyledikleriyle gündeme oturdu.
AKP iktidarının “intikam” duygularıyla tutuklattığı, aylarca hapiste yatırdığı ve ağır cezaya mahkûm ettirdiği Başbuğ hapisten çıktıktan sonra özellikle muhalif kesimin gözdelerinden biri olmuştu.
Yazdığı kitaplar yüz binin üzerinde satıyor, insanlar kitabı imzalatmak için birbirini ezercesine kuyruğa giriyor, bir fotoğraf çektirebilmek için çırpınıyordu.
Emekli paşanın çıktığı TV programları da izlenme rekorları kırıyordu.
Başbuğ’la birkaç kez imza günlerinde yan yana gelmişliğim var. Başkaca da tanımıyorum.
Ancak bu durumu hep garipsedim.
Çoğu CHP’li veya muhalif olanların, AKP iktidarının tetikçilerine Türkiye’nin en gizli yerini açan, silah arkadaşları birer birer zindanlara atılırken, her biri en ağır biçimde aşağılanırken hiç sesini çıkarmayan, hapisteki arkadaşlarını bir kere bile arayıp sormayan, hukuksal desteği bile esirgeyen bir paşa sırf hapse girip çıktı diye bir anda bu kadar sevgi çemberi ile sarılabilir miydi?
Bir şey diyemem, herkesin kendi fikri. Demek ki Başbuğ’da benim göremediğim bir özellik olduğunu düşündüm.
Gelelim konumuza;
İlker Başbuğ önce hükümetin terörle mücadele adı altında Güneydoğu’da yürüttüğü ağır operasyonları savundu.
Bu konuda herkesin hükümetin arkasında durması gerektiğini söyledi.
Teröre karşı mücadele elbette yapılacaktır.
Ancak artık bizzat kimi Özel Harekatçılar’ın bile “Bu savaş devletin bekası için mi yoksa Cumhurbaşkanı için mi yapılıyor?” diye sorarken “Hükümetin arkasında durulmalı” söylemi acaba ne anlama geliyor?
Emekli paşa daha sonra da “paralel yapıyla ancak Erdoğan baş edebilirdi” dedi.
Bu köşeyi izleyenler ve televizyon konuşmalarımı dinleyenler “Erdoğan’ın ülkeye en büyük hizmetinin cemaat yapılanmasını yok etmeye karar vermesidir” başlıklı yazımı hatırlayacaklardır.
Gerçekten de cemaatle mücadeleyi ancak ve ancak AKP iktidarı ve onun başındaki Erdoğan yürütebilir.
Başka hiç kimse bunu yapamaz. Yaptığı anda “Müslümanlara kıyım yapılıyor” sesleri yükselecektir.
Emekli paşa bunları söyledikten sonra ise biraz sarpa sarıyor bana göre.
İki söylemi var, ikisi de yanlış.
Birincisi; “Erdoğan önlemese Fethullah Gülen Türkiye’ye Humeyni gibi dönerdi” diyor.
Bu çok yanlış. Bu söylentiyi bizzat cemaatçiler çıkarıyordu. Fethullah Gülen bir dönem her kesimin hayranlığını kazanmış olsa bile Türkiye’nin gelenekleri Humeyni tipi bir dini siyasi lidere asla geçit vermez.
Belki Humeyni gibi en fazla çok büyük bir kalabalık tarafından karşılanabilirdi. Daha sonra da oturduğu yeri türbeye çevirmek isterlerdi. Ama yönetime gelmesi mümkün değildi.
İkincisi emekli paşanın 17-25 Aralık’ı bir “darbe” olarak nitelemesi.
Bu tarihin en büyük yolsuzluğuna ve buna karşı şımarık direnişe büyük destektir.
Cemaatçiler parasal konularda ayrıldıkları hükümeti düşürmek istemiş olabilirler, ama burada önemli olan yolsuzluk olup olmadığıdır.
Yolsuzluğu yakalayanların cemaatçi oldukları kesindir ama bu yolsuzluk olmadığı anlamına gelmez.
Cemaat elbette iktidarla arası iyi olsa bu yolsuzluğa elini bile sürmeyecekti, ancak bu da yolsuzluk olmadığı anlamına gelmiyor.
O tarihlerde muhalefet süreci iyi okuyup yönetebilseydi bir taraftan cemaatle mücadele edilebilirken diğer yandan yolsuzluğun da hesabı sorulabilirdi.
İlker Başbuğ doğru bazı saptamaları ne yazık ki kötü bir üslupla dile getirmiştir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Güneydoğu’da arkadaşları kahramanca savaşıp şehit oluyormuş
Eskişehir’de Gezi protestolarına katıldığı için polisler ve fırıncılar tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin yargılandığı mahkeme bitti.
Mahkeme Ali İsmail Korkmaz’ı döverek öldürenlere çeşitli cezalar verdi.
Fırıncılar “yattıkları süre yeterli görüldüğü” için serbest bırakılırken polisler kalan sürelerini yatacaklar.
Bu mahkemeyi izlerken sanık polislerin kendilerini savunmak için “şehit edebiyatı” yaptıklarına tanık olduk.
Sanık polisler savunmalarına “Güneydoğu’da vatan savunmasında şehit düşen polisler” diye başladılar.
Ne ilgisi var?
Terörle mücadelede polislerimiz de şehit düşüyor diye başka yerdeki polislerin canlarının istediği gibi adam dövmeye ve öldürmeye hakları mı oluyor?
Ancak ne yazık ki ülkenin en tepesinde oturan kişi terörle mücadeleyi “öldürmekle” yüceltmeye çalışınca, polisleri de kendilerini böyle savunuyorlar.
Karardan sonra Ali İsmail Korkmaz’ın nasıl öldürüldüğünü videodan tekrar izledim.
O polislere hangi duygu bu kadar gaddarca davranma gücü vermiş olabilir acaba?
Ve açık söyleyeyim, verilen ceza çok azdır. Orada bir suçluyu izleme ya da önleme yok “teamüden adam öldürme” var.
Türkiye’de insan hayatının ne kadar ucuz olduğunun mahkeme tarafından tescilidir bu.
ÇOK GÜLDÜM
Zekâ tartışmasında “zekat” kıyası
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım dünkü basın toplantısında yine esti gürledi.
Zaten hep böyle yapıyor. Herkesi suçluyor, ağır sözler söylüyor.
Bir tanesine çok güldüm; “Bak 10 yıl kalırım gitmem görürsünüz gününüzü” dedi Yıldırım.
İlahi Başkan, orada kalman başkaları için ceza mı oluyor yani?
Yıldırım Beyaz tv’de spor programı adı altında şaklabanlığa dönüşen “Derin Futbol” programına da sataştı. Belli ki Ahmet Çakar ve Rasim Ozan Kütahyalı’ya çok kızmış.
Hızını alamadı Kütahyalı için “Böyle geri zekâlılık olmaz” dedi.
Cevabı Kütahyalı değil Ahmet Çakar verdi ve “Senin zekân benim zekâmın zekatı (40’ta biri) olamaz” dedi.
Bence ikisine de IQ testi uygulanmalı. Bakalım hangisi haklı?
ÖNERİ
Küfür ve hakaretlere hâlâ örnek gelmedi
Geçen haftaki bir yazımda “AKP Cumhurbaşkanı’na ve ailesine yönelik sürekli biçimde küfür ve hakaret ediliyor algısı yaratıyor” diyerek “Aslında yok böyle bir şey” demiştim.
Çünkü halkta yaratılan algıya rağmen medya ve siyaset yoluyla ne Erdoğan’a ve ailesine ne de iktidara yönelik küfür ve hakaret yok.
Tam tersine bugün hakaret ve küfür silahını kullanan iki lider var. Biri Erdoğan diğeri Davutoğlu.
Yine de “yanılmış” olabileceğimi düşünerek “Aksi yöndeki örnekleri bulursanız bana gönderin, hiç komplekse girmeden yayınlayacağım” demiştim.
Artık Google sayesinde herkes her şeye ulaşabiliyor.
Buna rağmen hâlâ tek örnek bile gelmedi.
Önceki gün yazdığım gibi “Küfür ve hakaret olduğunu bilmeyen mi var” diyen mantıksız mesajlar alıyorum.
Yine tekrarlıyorum. Hükümete, Erdoğan’a ve ailesine medya ve siyaset yoluyla yapılan hakaretlerden bir örnek gönderin lütfen.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Bakalım bu yıl 1 Mayıs’tan önce “İstanbul’u kana bulayacak” kaç kişi yakalanacak?
Türkiye’de 1 Mayıs’ların önemi ayrıdır.
Bütün dünyada “barış” içinde kutlanan 1 Mayıs’lar bizde hep sorun olmuştur.
AKP iktidarı döneminde sadece bir kere halkın 1 Mayıs’ı özgürce kutlamasına izin verildi.
Orada ortaya çıkan barış ve dostluk havası ve katılan milyonlar, aralarında AKP’lilerin olmasına rağmen iktidarı çok rahatsız etti ve bu uygulamaya son verdiler.
Şimdi her 1 Mayıs’ı kâbus haline getirmekten adeta özel bir zevk alıyorlar.
Bu yıl da 1 Mayıs iktidarın korkusu yüzünden kutlanamayacak.
Ancak her yıl sahneye konan komediyi inanın bu yıl da yaşayacağız.
O da şu; son 4-5 yıldır, yani iktidarın 1 Mayıs’ı kâbusa çevirdiği yıllar, 1 Mayıs’a birkaç gün kala İstanbul Emniyeti bir dizi operasyon yapıyor ve her ne hikmetse o güne kadar yakalanmamış bombalar, patlayıcılar ve örgüt militanları yakalanıyor.
Emniyet de bunları kamuoyuna “Yakalanmasalar İstanbul’u kana bulayacaklardı” diye sunuyor.
İnanmayan açsın arşivlere baksın, bu hep böyle.
Bunun tek amacı var; korku nedeniyle yasaklanan 1 Mayıs’ı “bir tehdit ve tehlike” günü gibi sunmak, her şeye rağmen sokağa çıkmak isteyenleri caydırmak.
Bakalım İstanbul Emniyet hangi gün bu “dehşetengiz açıklamayı” yaparak “İstanbul’u kana bulayacakları” yakalayacak?
https://twitter.com/can_atakli_