Halit Kakınç’ı çok uzun zamandır tanırım...
Yıllardır görüşemiyoruz ama, tanımanın ötesinde, saydığım, değer verdiğim bir insandır. Kendi deyişiyle, “Millî” solcu Sultangaliyev’i, unutulmuşluğun karanlık dehlizlerinden çıkarıp, Türk halkına tanıtan çok önemli, değerli bir aydındır aynı zamanda... Tabii aynı konuda sevgili Atilla İlhan’ın büyük çabalarını da anmadan geçmek haksızlık olur...
Soner Yalçın’ın, aslında yalnızca kendini “milliyetçi “ sananlar değil, “Cihangir solcuları” sıfatını yakıştırdığı, “vatansız solcu eskileri” ve “neo liberal” iktidar kuyrukçularını da katarak yazdığı yazısına karşı verdiği “yanıtı” okuyunca hayretler içinde kaldığımı , hatta “acaba bir başka Halit Kakınç daha mı var?” diye düşündüğümü de itiraf etmeliyim!..
Umutsuzluk içinde ne yapacağını şaşırmış, öfke ve üzüntüden delirmiş milyonlarca insana, bir “umut kapısı” aralamış, “devrimcileri, halkçıları, millicileri” bir çatı altında birleştirmeye soyunmuş ve dışarıda kalanlara da el uzatmış “Vatan ittifakına” böylesine bir karşı çıkış, dilim varmıyor ama adeta nefret nereden kaynaklanıyor onu da anlamadım...
Üstelik, Kakınç kusura bakmasın ama, bu “öfke-nefret” karışımı duygularla yazdığı yanıtı fazlasıyla “çalakalem” olmuş!.. Bu kadar yanlış, bu denli tahrifat, bu ölçüde bilgi eksikliği edebiyatçı kişiliğine de hiç yakışmamış...
-Ehh, böyle olunca da bu “çalakalem” yanıt, yanıtı hakketmiş!..
* * *
Halit Kakınç, Soner’e verdiği yanıta üç açıdan yaklaştığını söylüyor:
1- Milliyetçilik... 2- Solculuk, Kemalizm ve CHP... 3- Doğu Perinçek...
Ben de aynı metodolojiyi kullanıp, tek tek yanıtlamak istiyorum...
1-Milliyetçilik konusunda yazdıklarına genel hatlarıyla katılıyorum. Özellikle 2. Dünya savaşıyla birlikte başlayan “kafatasçı milliyetçilik” akımı, Kakınç’ın işaret ettiği gibi Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin, Milliyetçi Hareket Partisine dönüşmesiyle birlikte hızla Türk-İslam sentezine doğru evrilmiş, romantik ütopist diye nitelediği Nihal Atsız ve arkadaşları partiden kopmuş ve bildiğimiz süreç 1970’lerin başlarından itibaren işlemiştir... Bu arada Kakınç, yanıt verdiği yazıyı tam okuyamamış olsa gerek, çünkü Soner, başka isimlerin yanı sıra Yusuf Akçura’yı da sayarak “bunlar okunmadan Türkçülük anlaşılamaz” diyor, bilgisine...
2- Kakınç’ın, yalnızca bir buçuk satıra sığdırdığı “gerçek solculuk ise doğru dürüst başlayabilme fırsatı bulamadan, Mustafa Suphi ile birlikte son bulmuştur Türkiye’de” cümlesi beni gerçekten dehşete düşürdü... Bırakın her türlü tartışmayı bir tarafa, Şefik Hüsnüleri, dr. Hikmet kıvılcımlıları, Reşat Fuat Baranerleri, Zeki Baştımarları, Nazım Hikmetleri, Mihri Bellileri, Behice Boranları, Mehmet Ali Aybarları, Deniz Gezmişleri, Mahir Çayanları, Sinan Cemgilleri, adını buraya sığdıramayacağım hapishanelerde, işkencelerde yaşamlarını tüketen, o vatanı için kendini feda eden “eski tüfekleri” nereye koyacağız?.
Kakınç, bir konuda haklı, elbette “Moskova’nın ne ölçüde borazancılığının yapılabileceği, Mao taklit edilebilir mi diye heveslenildiği, Avrokomünizm çığırtkanlığının meydanları sardığı” bir dönem olmuştur. Sovyetler’den, Çin’den, Avrupa’dan esen rüzgarlardan etkilenilmiştir doğal olarak... Hele ki, uzun yıllar, “Sosyalizm” demenin bile demir yumrukla ezildiği bir ülkede... Tam bu noktada, “Peki, ne olmalıydı” sorusuna yanıt nerede o halde?. Bu ülkede kıyasıya yaşanan “Milli Demokratik Devrim”, “Milli Sol” tartışmalarına, savunularına ne diyor Kakınç?. Solu, sosyalizmi, bu uğurda yaşamını hiçe sayanları bu kadar kolay, bu denli “ucuz” bir mantıkla silip atarsanız, “anti-emperyalizm yabancı düşmanlığıdır” diyebilecek denli ucuzlayan vatansız solcu eskilerinden ne farkınız kalır?..
Gelelim, Kemalizm ve Mustafa Kemal’e...
Kakınç, “Kemalizm’i sol bir ideoloji olarak öngörmek de gülünç bir çaba olagelmiştir her dönemde” diyor. Önce sormak lazım, Kemalizm nedir?. Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okudur her şeyden önce!.. Altı ok nedir?.. Milliyetçilik, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Devrimcilik, Halkçılık, Devletçilik... Kakınç, şayet bu ilkelerin nereden geldiğine zahmet edip baksa, bunların ilk üçünün Fransız Devrimi’nden, diğer üçünün ise Sovyet Devrimi’nden esinlenerek oluşturulmuş, yeni, çağdaş Türkiye’nin temel taşları olduğunu kolayca kavrayabilirdi... Bu ilkelere bakarak, Kemalizm’e ne sıfat takarsanız, Kemalizm odur!.. Haa, unutmadan, belki çok klişe olacak ama Türk devrimcilerine, Kuvayı Millicilere “Kemalist” ismi, kendileri tarafından değil, daha Kurtuluş savaşı sürecinde Avrupalılar tarafından yakıştırılmıştır...
Pekii, bu ilkelerin önderi, tasarımcısı, uygulayıcısı kimdir?. Elbette Mustafa Kemal!. Kakınç, maalesef son derece sığ bir bakış açısıyla ve 1970’lerin üçüncü, beşinci sınıf solcu artıklarının ağzıyla, “Mustafa Kemal, başlı başına bir liderdir. Pragmatisttir. Sol ile herhangi bir ilgisi yoktur” hükmünü de yapıştırıyor. Ama çok yanılıyor! Şayet 1920’lerin dünyası gözüyle söylüyorsa, evet Mustafa Kemal, Sovyet tipi bir solcu, bir sosyalist değildir. Ancak çağının büyük devrimcisi, büyük bir jakoben, büyük bir aydınlanmacıdır. Soruyorum: örneğin saygıyla andığımız Mustafa Suphi, Mustafa Kemalin yerinde olsaydı, onun başardığı devrimlerin ne kadarını, ne ölçüde başarabilirdi?. Hangi isim, Mustafa Kemal’in gözünü kıpmadan, üstelik başta en yakın arkadaşlarının engellemesine rağmen Kurtuluş- Kuruluş- Aydınlanma devrimi üçlemesini böylesine kesintisiz akıl almaz bir başarıyla hayata geçirebilirdi?.
-İşte böylesine büyük bir devrimciye “başlı başına lider”, “pragmatist”, “solcu” sıfatları çok ama çok az gelir!..
Burada asıl özeleştiri yapması gerekenler, Mustafa Kemal’i bir türlü anlayamayan, küçümseme, yok sayma cüretinde bulunan bir takım solcular, sosyalistlerdir. Eğer zamanında biraz öngörülü olmayı becerebilseler, Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Cumhuriyet Halk Fırkası’nın içinde yer alır, Mustafa Kemal’i desteklerler, partiyi sağcılara, toprak ağalarına, liberallere terk etmezler, o büyük devrimciyi yalnız bırakmazlardı. En büyük devrimlere imza atan büyük devrimci, toprak reformunu çıkaramamanın acısıyla hayata göz yummaz, ölümünden sonra aydınlanma devrimi durağanlaşmayabilir, memleket sağcıların tam egemenliğine girmeyebilirdi...
-Solcuların, sosyalistlerin, komünistlerin Mustafa Kemal Atatürk’e, çok ama çok ağır bir özür borcu vardır!..
* * *
3- Son madde Doğu Perinçek’le ilgili...
Kakınç, “Kimi zaman koyu mu koyu bir Maocu olmuştur, Kimi zaman Atatürkçü” diyor. Evet, Perinçek 1960’ların sonlarından, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi zamanlarından itibaren Çin ve Mao yanlısı bir siyaset izlemiş, bu uğurda yıllarca hapislerde yatmış bir liderdir. 1990’ların ikinci yarısından itibaren ise giderek Mustafa Kemal çizgisine oturan bir partinin önderidir. Kakınç bunun neresini garipsiyor, hangi yönüyle alay ediyor anlayamadım? Perinçek, 12 Eylül Karşıdevrimi sonrasında partisiyle birlikte ayakta kalan tek sosyalist liderdir, bunun anlamının farkında mı, bilemiyorum. Bir liderin, bir entelektüelin, bir devrimcinin 40 yılı aşkın bir süreçte üzerine sıkıca bastığı “sol” temeli asla değiştirmeden büyük devrimci Mustafa Kemal çizgisini, üstelik parti kadroları ile birlikte benimsenmesi mi rahatsız ediyor Kakınç’ı hiç anlayamadım?.
Seversiniz, sevmezsiniz, namusunu, özverisini, devrimci karakterini, halkı için dört nesille birlikte hapishane hücrelerinde yatarak ispat etmiş bir lidere karşı yapılacak en büyük haksızlığa, vicdansızlığa imza atıyor Kakınç, ne yazık ki... O lider ki, ülkenin savrulduğu vahim durum karşısında, birliği sağlamak adına partisinin kapısını açıyor, adını değiştiriyor, “vatan için devrimciler, halkçılar, milliyetçiler birleşsin” diyor, daha ne desin?..
Beni asıl dehşete düşüren, hayal kırıklığına uğratan ise Halit Kakınç’ın, yukarıdaki “kimi zaman” diye başlayan cümlesine eklediği şu satırlar oldu:
- Kimi zaman da, Ermeni konusunda inanılması zor derecede fanatik bir milliyetçi...
Bu satırları Taner Akçam, Halil Berktay gibi Ermeni diasporasının kuyruğuna “duygusal!” biçimde yapışmış fırdöndü tipler yazsa anlarım, ama “Milli” solcu Sultangaliyev ekolünden olmakla övünen bir aydının bu satırlarını anlamaktan yoksunum, kusura bakmasın...
Son olarak; Kakınç, yanıtının sonunda adeta bütün yazdıklarını yadsıyarak aynen şunları söylüyor:
- Bu ittifaka kimse karşı değil... Olamaz... Ama inandırıcı değil...
Acıklı bir durum tabii... Üstelik hiç inandırıcı da değil... Sağa, sola, Mustafa Kemal’e, ittifaka tüm “hıncını” kustuktan sonra, son satırlar pek bi sırıtmış... Ama olsun, “Vatan ittifakı” güç birliğinin, cumhuriyetçileri, devrimcileri, yurtsever solcuları, millici güçleri bir araya getirme görevinin yanı sıra, yaşamsal bir işlevi, “turnusol kağıdı” olma, kimin “ne olduğunu” ortaya koyma görevini de yerine getiriyor. Her fırsatta söylediğimiz gibi, olacak o kadar artık:
-Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır...
https://twitter.com/umit_zileli
https://twitter.com/umit_zileli