ACAİP YAZILAR
Geldi mi böyle gelir bizde Ramazan
Ramazan’ın ilk pazarındayız.
Henüz ikinci günündeyiz.
Televizyonlarda başladı “dini bilgi aktararak” milyonlarca lira kazanan hocaların altın günleri.
Sakız çiğnemeyi, gusül abdesti almayı, cimâ yapmayı, yengesinin kaynına helâl olup olmadığını, ölen eşinin yerine baldızını alıp alamayacağını, kaynanasının ona helâl olup olmadığını, torunun dedeye, dedenin geline, gelinin dayıya düşüp düşmediği soruluyor yine.
“Hocam” diye söze başlayan kimi türbanlı, kimi boyalı saçlı, kimi yerinden kıpırdayamayacak kadar yaşlanmış, kimi henüz çocuk yüzler, binler, on binler soru yağmuruna tutuyor bu anlı şanlı hocaları.
“Ojeli tırnaklarla abdest alınabilir mi?”
“Taharet sırasında kaçan su orucumu bozar mı?”
“Oruçluyken kaynanamın ayak bileğini gördüm, oruca zararı var mı?”
“Çeşme başında köyün güzel kızıyla bakıştık, orucum sakatlandı mı?”
Sor babam sor.
Ama bir kişi de çıkıp:
“Halkın 128 milyar dolarını çalmak günah mıdır?” diye sormayacak yine.
“Halkı kandırmak, perişan etmek, ucuz ekmeğe muhtaç etmek câiz midir?” demeyecek kimse.
“Hiç gitmediği işyerinin her ay maaşını bankamatikten çekmek hangi dinde var?” diye de sorulmayacak.
“3-5 yerden maaş almanın dinimizdeki yeri nedir?” sorusuna da rastlamayacağız.
“Lüks, şatafat, israf, gösteriş dinimizce makbul müdür?” sorusu akla pek gelmeyecek.
“Vergi kaçırmanın günahı nedir, işçinin tazminatını ödememenin Allah katında cezası nedir, işçinin asgarî geçim indirimini maaşına katmak dinimizde var mı?” diye de sorulacağını sanıyorsak yanılırız.
Sakız orucu bozmuyorsa gerisi önemli değil.
Gelin şu güzel Ramazan gününde sevgili Bekir Coşkun’u da analım ve o’nun taaa Hürriyet yıllarında yazdığı bir ramazan yazısını birlikte okuyalım;
RAMAZAN gelince böyle olur.
Ve her gün gazetelerin tepesinde yer alan bikiniler, bacaklar, kalçalar, g-stringler yok olur, onların yerinde Ramazan kampanyaları başlar:
“Herkese dua kitabı…”
“Ayetler ve manaları…”
“Renkli namaz rehberi…”
“Açıklamalı hadis…”
“Peygamber Efendimizin hayatı…”
“Herkese Kuran-ı Kerim ve meali…”
Bana sanki editörler yedi kat göklere uçtular da, Ramazanın birinci günü yazı işleri masasına birer evliya olarak iniverdiler gibi gelir.
Ben her Ramazan başında bizim medyayı, gerektiğinde külah takıp boynunu bükerek mevlit okuyan bar şarkıcısına benzetirim.
★★★
Beterin beteri var, keza siyasetçilerin, bürokratların, işadamlarının dünyasındaki Ramazanı bir bilseniz…
Herkesin en iyi duyacağı şekilde “İftar davetleri” başlar. Büyük otellerin salonlarında görkemli iftar sofraları kurulur.
Oruç tutmayanların bu davetlere koşup, ezanın okunmasını huşu içinde bekleyişleri… Ve zeytinle bir oruçlarını açışları vardır ki…
Bir de “Allah kabul etsin” diyenlere utanmadan “Cümlemizinkini…” deyişleri…
★★★
Ben ramazan etkinliklerine bakıp, bu kadar inançlı bir toplumda işlerin daha iyi gitmesi gerektiğini düşünürüm.
Misal; bu kadar çok rüşvet olmaması gerekir…
Bu kadar çok hırsızlık-avanta-gasp da olmamalı…
Yalan…
Dolan…
Sahtekârlık…
Bozuk-hileli gıda maddelerinden, fahiş kârlarla yoksulların dolandırılmasına… Demiri-çimentosu çalınmış binalardan, yağmalanan kentlere… 300 liraya çalıştırılan gençlerden, ecnebi ülkelerdekinin beş katı yüz kızartıcı suçlara kadar…
Bakarım; biraz fazla…
★★★
Olsun…
Bu ramazan günlerinde, tertemiz yüreğiyle görkemsiz iftar sofrasına oturan, alnının teri ile kazandığı ekmeğini bölen, aklı ile inancını yoğurmuş, vicdanı rahat insanlarımıza seslenmek istedim sadece:
Allah kabul etsin…
ÇOK GÜLDÜM
Haydi pazarın fıkralarını okuyalım
Baharın müjdecisi gibi güzel bir pazar sabahı Yıldırım Tuna’nın gönderdiği fıkralarla biraz daha keyiflenelim;
Fırında hindi
Yeni evlenmişler, fırınlarında ilk hindilerini pişirecekler, delikanlı hindinin boyun ve arka kısmından beşer santim keserek fırına yerleştirmiş, “Hayatım neden böyle yaptın ki?.. Kuşa döndü..!” diye şaşırmış eşi, “Bilmem ki bir tanem..” diye cevap vermiş delikanlı, “Bizimkilerden ben evde hep böyle gördüm?..” Ve bunun nedenini öğrenmek için hemen merakla babaannesini aramış..
“İyi akşamlar bir tanem ..” diye izahata başlamış babaanne, “Güzelim, biliyorsun bizim evdeki fırın küçük..!”
Eşimin anısına
Adam ölünce vasiyetinde eşine sadece ‘adına yakışır bir cenaze töreni yapılması için 50.000 dolar’ bırakmış, tören sonrası ziyaretçiler gidince kadın en yakın arkadaşına
“Kocamın isteği yerine gelmiş ruhu da rahatlamıştır değil mi?..” diye sormuş..
“Kesinlikle..” demiş arkadaşı ve sesini alçaltıp sormuş “Sorması ayıp ama ne kadar tuttu?..” diye..
“Tamamı 50.000 dolar..”
“Ciddi misin?.. Yani çok iyi bir törendi de.. 50.000 dolar??”
“Cenaze 6.500 tuttu, 500 dolar da kilise görevlilerine verdim, yemek ve içkiler 500, gerisi de onun anısı için hazırlanan taşa verildi..”
“Nee?.. 42.500 doları bir taşa mı verdin??.. N.. Ne büyüklükle bir taş kızım buu??”
“Yedi buçuk karat..!”
Bardaki aslan
Adam Afrika’da bir bara gitmiş, duvarda asılı doldurulmuş canlı gibi duran dev aslan başını görünce heyecanlanmış, “Harika bir anı olmalı..” demiş barmene,
“Bence iyi bir anı değil, o aşağılık karımı öldürdü..!” diye cevap vermiş barmen asık bir suratla..
“Ooo.. Çok üzüldüm.. İnanılmaz.. Safaride miydiniz?.. Eşinize mi saldırdı?.. Siz ateş mi ettiniz?..” diye art arda sorular sorarak heyecanlanmış adam..
“Yok be..” demiş barmen, “Bara süs olsun diye satın almıştık, bir gün karım altındaki raftaki şişelerin tozunu alırken bu aşağılık duvardaki çivisinden kurtulup eşimin kafasına düştü..!”
Adam doktorda
Doktor ben kendimi bir asma köprü gibi hissediyorum..
Yeni mi başladı?..
Yeni.. Yeni..
Bu his size ne gibi rahatsızlık veriyor?..
Ne verecek efendim, evde bomboş yatıyorum, üzerimden günde 5-6 otomobil ya geçiyor, ya geçmiyor.. Bilemedin en fazla 1-2 tane de kamyon.. Ama en büyük sıkıntı evde bir işe yaramadan bütün gün sırt üstü bomboş yatıp onlara yük olmam.. Ben yatıyorum, bizim ev halkı, çoluk çocuk bu yaşta beni geçindirmek için gece gündüz çalışıp duruyorlar..
Yeter be..!
Issız Tibet dağlarındaki Budist manastırına ruhsal aydınlanmaya gelenlere töre gereği her 10 yılda bir sadece iki kelime konuşma hakkı verilmekteymiş.. Bizim adama 10 yıl sonra sıra gelmiş, bir-iki saniye düşünmüş, “Yemek kötü..!” demiş ve başını eğip geri geri yürüyerek huzurdan ayrılmış… Upuzun yıllar birbirini kovalamış, 10 yıl sonra bu sefer “Yatak sert..!” diye kulanmış hakkını, bir sonraki 10 yıl geçmek bilmemiş adeta, bu sefer Baş Rahibe çıkmış, “Ben bırakıyorum..!” demiş..
“Sürpriz olmadı..” diye cevap vermiş Baş Rahip, “Ulan geldiğin günden beri vır vır vır durmadan şikayet şikayet..!”
BUNU YAZMAK GEREK
Hepimiz aynı gemideyiz öyle mi?
Ekonomi gün geçtikçe daha da kötüleşiyor.
Ama saraya sorarsanız “Ekonomide devrim” niteliğinde kararlar alındı, kur-faiz dengesi yerine oturdu, KDV indirimleriyle enflasyona darbe indirildi, sıkıntılı günleri kısa sürede atlatacağız.
Sanki 20 yıldır iktidarda başkası varmış da şimdi kendileri iktidara gelmişler, hasarı gidermeye çalışıyorlarmış gibi konuşuyorlar.
İşin kötü tarafı, aldıkları yanlış kararlarla, usulsüzlük ve yolsuzluklarla ekonomiyi batağa çevirdikten sonra sanki bunlar hiç yokmuş gibi “Birlikte başaracağız” demiyorlar mı, insan deli oluyor.
Örneğin AKP genel başkanı 16 Şubat’ta “Hepimiz aynı gemide olduğumuza, ülkenin kazancından hep beraber faydalandığımıza göre yükü birlikte omuzlayacağız” demişti.
Kulağa mantıklı geliyor tabii, hepimiz aynı gemide olduğumuza göre batarsak hepimiz batarız, o halde herkes taşın altına elini koymalı.
Güzel de taşın altına girecek el kaldı mı millette?
Ayrıca şu “aynı gemideyiz” lafı da aslında masaldan ibaret.
Bir okurum hatırlatmıştı geçen ay gönderdiği bir mesajda, “Titanik’tekiler de aynı gemideydi” diyordu.
Hatırlayın;
Tarih 14 Nisan 1912, Titanik buz dağına çarpmış batıyor. Gemide 3 alt sınıf ve bir lüks sınıf var..
Lüks sınıf bilindiği gibi en üst güvertede, “Saray” gibi odalarda kalıyor, ışıltılı salonlarda yemek yiyor, dans ediyor.
1.sınıf güverte altı kamaralarda ama deniz seviyesinin üstünde sürdürüyor seyahatini.
2.sınıf daha alt güvertede deniz seviyesinde yaşıyor,
3. sınıf geminin en dibinde, deniz seviyesinin altında yaşayan göçmenler. Zar zor buldukları bir kaç dolar ile bilet almış Amerikan rüyasına gidiyorlar. Küçücük bir odada ranzalarda 6-8 kişi yolculuk adeta üst üste kalıyorlar.
Bu sınıfların lüks güverteye gezmek için dahi çıkma hakkı yok, üst güverteye çıkan kapılar demir parmaklıklarla kapalı tutuluyor sürekli.
Gemi batarken bile bu kapılar açılmıyor. Lüks kamarada kalanlar filikalar ile kurtulurken ölenler alt güverte mahkumları oluyor.
Hesapta binin üzerindeki yolcu aynı gemideydi ama lüks katındakilerin tamamına yakını kurtulurken 2. ve 3. Sınıfta kalanların neredeyse hiçbiri kurtulamadı.
“Aynı gemideyiz, o halde birlikte çabalayacağız” masalını dinlemek güzel de gerçek öyle değil işte.
Saray, çevresi ve iktidar olanakları ile yaratılan yeni zengin kitlesi hiçbir ekonomik sıkıntı hissetmiyor, olan yine sıradan vatandaşa oluyor.
https://twitter.com/can_atakli_