GÜNÜMÜZÜN DERVİŞ MEHMETLERİ!..
23 Aralık 1930… Menemen… Sabahın erken saatleri…
Altı kişiydiler… Çember sakallı, sarıklı ve cübbeliydiler. Manisa’dan geliyorlardı; Nakşibendi Şeyhi Esat’ın tarikatı o yörelerde yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yollanmışlardı. Başlarında Giritli Derviş Mehmet adında bir yobaz, dördünde ise silah vardı…
Sabah namazının hemen ardından camide namaz kılanlara “Mehdi” olduğunu söyleyen Derviş Mehmet, dini korumaya geldiklerini, arkalarında 70 bin kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söyledi. Ardından camide bulunan yeşil bayrağı alıp bir sopaya taktılar, Menemen meydanına kazılan bir çukura diktiler. Bayrağın çevresinde dönmeye, tekbir getirmeye ve zikretmeye başladılar. Bir yandan da “Şapka giyen kafirdir. Şeriata dönülecektir” diye haykırıyorlardı. Kendilerini izleyen ahaliyi de bayrağın altından geçmeye zorladılar.
Olayın duyulması üzerine, ilçedeki askeri birlikten yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay, bir manga askerle birlikte hareketi bastırmak üzere olay yerine gönderildi. Kubilay olanları görünce askerlerinin yanından ayrılarak tek başına yobaz güruhuna yaklaştı ve teslim olmalarını istedi. Karşılık bir el ateş oldu. Asteğmenin yaralandığını gören askerler de karşı ateş açtı ancak tüfeklerde öldürücü etkisi olmayan “manevra fişekleri” vardı.
Derviş Mehmet ahaliye dönerek, “Ben mehdiyim, bana kurşun işlemez” diye bağırmaya başladı ve yaralı halde cami avlusuna sığınan Kubilay’ın yanına
koşarak, testere ağızlı bağ bıçağıyla başını gövdesinden ayırdı…
Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz!
Kubilay’ın kesik başı tekbirler eşliğinde yeşil bayraklı sopanın ucuna bağlandı…
O esnada olay yerine yetişen iki bekçi,
Hasan ve Şevki de yobaz güruh tarafından ateş açılarak öldürüldü. Üç şehidin ardından silah sesleri üzerine gelen askeri birliğin “teslim ol” çağrısına da ateşle karşılık veren yobazlardan
Derviş Mehmet ve iki arkadaşı askerin karşılık vermesi sonucu öldürüldü, diğerleri ise derdest edildi…
Bu alçakça girişim, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere tüm yurtta derin bir teessür ve infiale yol açtı. Büyük Devrimci Atatürk, orduya gönderdiği başsağlığı telgrafında duyduğu derin acıyı şu sözlerle ortaya koydu:
–Mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmaları bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadisedir…
Divan-ı Harp mahkemesinde yargılanan faillerden 28’i Kubilay’ın başının kesildiği yerde idam edildi. 41 kişiye de çeşitli ağır hapis cezaları verildi. Devrim şehidi Kubilay ve iki bekçi için Menemen’e dikilen anıtın üzerinde şöyle yazar
–İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.
Asil milletin tokadı!..
Derviş Mehmetler bu ülkenin kaderinden hiç eksik olmadı, ne yazık ki…
Büyük Devrimci’nin zamanında yeraltında ya da İngiliz’in, Fransız’ın kuyruğunda metanet peşindeydiler… Demokrat Parti ile birlikte iyice su yüzüne çıktılar… Oy uğruna baş tacı edildiler…
Cehalet egemen oldukça, milli eğitim iğdiş edildikçe güçlendiler, palazlandılar yetmedi devletin içinde yuvalandılar…
Bugünlerde artık anaokullarına, çocuk yuvalarına kadar el uzattılar… Minnacık çocukların beyinlerini teslim almak için sarıldıkları slogan çok basitti:
–Ağaç yaşken eğilir!..
Bunlar yürüdükleri yolda her kazanım, hedefledikleri amaç için fethedilen birer “kale” idi yalnızca. Ana amaç, belirledikleri son çok açıktı:
–Şeri İslam Devleti!..
Bu yolda yapmak istedikleri de çok açık; önce laikliğin altının iyice oyulması, ardından da laiklik maddesinin anayasadan çıkartılması!..
Peki, bu halkın ne kadarı, bugün diğer İslam ülkelerinden en az yüz yıl ileri olmamızı sağlayan, kadının haklarını en üst düzeyde koruyan, insanımızı kul, köle olmaktan yurttaş olmaya yükselten laiklik ilkesini bu kafaya karşı korur? Bence yanıt çok kolay:
–İlericisiyle, muhafazakarıyla, mütedeyyiniyle, cumhuriyetçisiyle, milliyetçisiyle bu asil milletin ezici çoğunluğu!..
https://twitter.com/umit_zileli