HALİT KAKINÇ KEŞKE BÖYLE BİR YANIT YAZMASAYDI!

Halit Kakınç, Milliyetçilik, Solculuk, Kemalizm, Mustafa Kemal ve “Vatan İttifakı” üzerine yazdığı eleştiri üzerine kaleme aldığım “yanıt” yazısına yanıt vermiş...

-Keşke bu şekilde vermeseymiş!..

Üzülerek söylemeliyim ki; “çalakalem” yazılar serisine, ne yazık ki yerlerde sürünen bir örnek daha eklemiş... Üstelik bu kez, bilgi eksikliğinin, buna bağlı olarak yaptığı tahrifat ve yanlışların üzerine, bir de yerli yersiz suçlamalar, anlamsız hakaretler serpiştirmeye çalışınca, kusura bakmasın ama verdiği “yanıt” acınası şekilde irtifa kaybetmiş!..

Kakınç’a, geçen sefer yaptığım gibi, aynı metodolojiyi kullanarak yanıt vereceğim. Yaptığı yanlışları, niçin çok ama çok farklı yerlerde olduğumuzu, bir aydının hatalar yapabileceğini ancak bir uçtan diğerine savrulmaması gerektiğini bir kez daha maddeler halinde ve son kez anlatacağım...

-Sonra da bu dosyayı kapatacağım...

* * *

Kakınç, aslına bakılırsa benim yazdığım eleştirilere yanıt vermek yerine, içinden geçen ya da olması gerekenleri yazmış...

Örneğin, daha “yanıtının” başlangıcında, durup dururken, “her şey kendi yerinde olduğu zaman değer kazanır” dedikten sonra, şu satırları karalıyor:

-Değer hükümlerini bilmem ama, inan bana çok ama çok farklı yerlerdeyiz... Şu an bulunduğun yer, elbette senin seçimindir... Ne var ki, sana kattığı değer konusu bayağı tartışılır...

Fikirler üzerinde tartıştığımı sandığım bir “eski dost”, çok farklı yerlerde bulunduğumuzu altını çizerek vurguluyor ve bana kattığı değeri sorguluyorsa, elbette alacağı yanıtı hakkediyor demektir... Kakınç, çok farklı yerlerde olduğumuz konusunda sonuna dek haklı; arşivler ortada, geçmişimiz herhangi bir başkasına göre olabildiğince berrak... Yaşamım boyunca, ne olursa olsun bir “Düz Çizgi” üzerinde, sağa sola yalpalamadan yürüdüm. Örneğin, bir taraftan “milli solcu” makaleleri döktürüp, diğer yandan “iyi tarikat güzellemeleri” yaparak, ülkeye olabilecek en büyük kötülükleri yapmış cemaat liderlerine övgüler düzmedim:

“... Türk toplumunun inanç değerlerini yerli yerine oturtarak sunacak insanlarımız var. Yaşar Nuri Öztürk ve böyle düşünen bir çok insan, Türk Aydınlanma Çağı’nın öncü isimleri. Daha da öteye gidiyor, bir Fethullah Gülen’in bile, Fazilet ile aynı potaya konmasının ve devre dışı bırakılmasının, genel akış için yararlı olmadığını iddia etme yürekliliğini gösteriyorum...(29.Ocak.2000 Star gazetesi)”

Ben, örneğin, Doğu ve Güneydoğu’da “terörün çaresi” olarak Nurculuğun, Said-i Nursi’nin Nur Risaleleri’nin ilaç olduğunu da hiç bir zaman düşünmedim, düşünemedim:

“Doğu ve Güneydoğu’da, Nurculuk etkin bir tarikattı. Çünkü, fikir babası Said’i Nursi Kürt kökenli idi. Nurcular, bir evde bir araya gelir, Nur Risaleleri kitaplarını okurlardı... Devlet, her bölgedeki koşulları ayrı ayrı değerlendirerek buna uygun politikalar geliştireceğine, her yeri ve hepsini aynı sepete koydu. Hasssas bölgelerde yaygın olan Nurculuğu bitirdi... (12.Kasım.2008 Akşam Gazetesi)”

Böyle bir yazı yazmak asla aklıma gelmeyeceği için, Nurcu kalemlerden “aferin” de almadım doğal olarak:

“Said Nursi’nin veciz daha başka sözlerini de nakleden Halit Kakınç, netice itibariyle Nurcuların ve okudukları Nur Risalelerinin anarşi gibi, teröre karşı da çok büyük bir tesir gücüne sahip olduğunu ve bu manevi gönüllü hizmetin bilhassa Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde canlandırılması gerektiğini dolambaçsız bir ifade ile nazara veriyor. Tebrikler sayın Kakınç. M. Latif Salihoğlu 13. Kasım. 2008 Yeni Asya Gazetesi)”

Doğu ve Güneydoğu’da 1990’larda PKK’ya karşı Devletin desteklediği Hizbullah’ın, boğazladığı yüzlerce, binlerce insanı, elleri ayakları domuz bağı ile bağlanıp, diri diri gömülen kadınların, erkeklerin videolarını anımsayınca, Kakınç’ın Nurculara övgüler düzdüğü 2008’de yüzlerce yurtseverin Fethullahçı tertiple “Ergenekon”, “Balyoz” kumpaslarıyla Silivri zindanına tıkıldığını düşününce acı acı gülümsedim, o kadar!..

Kakınç ile çok ama çok farklı yerlerde bulunduğumuz kesin... Devam edelim; Kakınç, anladığım kadarıyla “çalakalem” yazdığı “yanıt” ta düşüncelerime pek öfkelendiği için benim verdiğim yanıtı “güdümlü” ilan ediyor... 30 küsur senelik gazetecilik yaşantımda akıl almaz saldırılara uğradım ama “güdümlü” sözcüğüyle ilk kez karşılaşıyorum. Affınıza sığınarak bir kez daha arşivlere atıfta bulunmak istiyorum, bir gazetecinin, bir yazarın “kim olduğunu”, “ne olduğunu”, “nereden gelip, nereye gittiğini” en doğru, en yadsınmayacak şekilde yazıları, kitapları anlatır doğal olarak...

Örneğin, benim için bugüne dek hiç kimse, “şunun desteklediği bir yazar, “bunun teşvik ettiği bir yazar” gibi yakıştırmalarda bulunamadı. Hele ki, yazdığım bir kitap ya da yazıyla ilgili “baştan aşağı yalan” deme cüretini hiç gösteremedi:

“İşadamı ishak Alaton’un teşvik ettiği Halit Kakınç adlı bir yazar, ‘İkinci Dünya Savaşı yıllarında 769 Avrupalı Yahudi’yi İstanbul açıklarına getiren Struma adlı geminin” öyküsünü yazdı. Bu kitapta o yıllarda Türkiye’yi yönetenlerin Hitler gibi düşünüp 769 Musevi’yi ölüme gönderdikleri hikaye ediliyordu. Yazılanların baştan aşağı yalan olduğu belgelendi. Musevi Türk işadamı İshak Alaton da; “1942’de Türkiye’yi yöneten katiller” ifadesini kullanmıştı. Vicdanlı bir Türkiye Musevi’si işadamı olan Doğan Kasadoğlu, İshak Alaton hakkında “Türk milleti aleyhine kullandığı sözlerle kamu barışının bozulmasına sebep olduğu” gerekçesiyle tazminat davası açtı. (Vicdanlı Musevi- Necati Doğru- Sözcü Gazetesi)”

-Kakınç, “güdümlü” sözcüğünün anlamını pek anlamamış olsa gerek...

 * * *

 Kakınç, yanıtının devam eden bölümünde, maalesef “vicdanları kanatan” bir tanımlamada da bulunuyor. Şefik Hüsnü için, “Moskova’nın memuruydu” diyor. Soner Yalçın’a, “Yusuf Akçura’yı zikrederken onun ‘Üç Tarzı Siyaset” incelemesine geniş yer ayırmadığı” için serzenişte bulunan Kakınç, niçin böylesine “müthiş!” ifşaatın içini doldurmuyor pek merak ettim!.. Daha da vahimi, sonrasında sıraladığım isimleri de “o kaos içinde bir yere varamadan yaşamlarını tüketmiş” insanlar olarak ilan ediyor.

Bir devrim nasıl olgunlaşır, bu uğurda devrimciler yaşamlarını dahi ortaya koyarak, ülkesinin bağımsızlığı, özgürlüğü için nasıl mücadele eder, bir an için Kakınç’ın bunları “es geçtiğini” kabul edelim diyeceğim ama olmuyor, hem sözünü ettiğim isimler açısından, hem de Kakınç’ın yazdığı yazılar açısından yerine oturmuyor!.. Çok geriye gitmeye gerek yok, Kakınç’ın, 2013 kasım ayında, hem de Odatv’de yazdığı yazının başlığına bakalım:

-Son Milli Komünist: Mahir Çayan

Pekii, Kakınç, yazısının daha başında, Çayan’ı nasıl tanıtıyor, gelin okuyalım:

-Çayan, solcuydu... Çayan, yurtseverdi... Çayan, Kemalistti... Çayan, ulusalcıydı..., İnanmış bir milli komünistti...

Bitmedi, Kakınç, “bütün bunlar bir arada toplanamaz” diye düşünenlere, Mahir ve Deniz’in kendi ağızlarından Kemalizm’in sol karakterini anlatıyor:

-Kemalizm soldur; milli kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur... (Mahir Çayan)

-Amerikan emperyalizmine, Sovyet revizyonizmine, Bulgar dalkavukluğuna, Romen soytarılığına karşı Türk devrimcisiyim... Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa, bizleriz...(Deniz Gezmiş)

Kakınç yetinmiyor, Mahir Çayan’ın şu tarihe geçen sözlerini de taşıyor yazısına:

-Bir Kemalist kesinlikle vatansever, milliyetçi olmalıdır. Kemalist olmasa bile, Kemalizm’e hayranlık veya saygı duymayan bir solcu; işbirlikçidir, haindir. Bunu unutmayınız.

“Troçki ve Sultangaliyev gibi devrimin sürekliliğini savunan... Mao’dan ve Che’den etkilenen Mahir Çayan, militanlıktan öte, gerçek bir devrimci teorisyendir aynı zamanda” diyerek de hükmünü veriyor Kakınç... E, o zaman sorarlar adama; “hani Kemalizm’e ‘sol’ demek gülünçtü?”, “hani Mustafa Kemal’in sol ile hiç bir ilgisi yoktu?”, “Hani Mustafa Suphi ile birlikte sol bitmişti Türkiye’de?” Hangi Halit Kakınç’a inanacağımızı da şaşırdım; Nurcular konusunda 8 yıl arayla aynı düşünceyi tutarlılıkla savunan Kakınç, iş sol ve Mustafa Kemal’e, ülkenin devrimcilerine dayanınca, yalnızca 1 yıl içinde bir yandan diğerine savrulabiliyor...

Yazı uzadı, biliyorum ancak ben işimi ciddiye alan bir gazeteciyim... “Vatansız solcu eskileri,” tanımı zaten o tür tipler incinsin diye tarafımdan üretildi... Kakınç’ın hiç kuşkusu olmasın, “Pragmatist” ve “Jakoben” sözcüklerini onun yüklediği anlamdan çok daha iyi biliyorum.

Kakınç, Doğu Perinçek’le ilgili olarak, “üçüncü bir şahsa yönelik eleştirilerim, seni niye bu kadar çok rahatsız etti” diye soruyor. Demek ki yazımı okumuş ama anlayamamış!. Kamuoyuna açık yazılan bir eleştiriye herkes yanıt verebileceği gibi, bir lideri ve partisini, tam da cumhuriyetçi bir ittifak ikliminde “eleştiri” adı altında mahkum etmeye yönelik bir tavır, elbette teşhir edilmeye müstahaktır.

Ermeni konusunu yanlış anladığımı, bunun ayıp ve hüzün verici olduğunu da eklemiş Kakınç “yanıt” adını verdiği mektubuna... Buradan tüm okurlara sesleniyorum; “Ermeni konusunda da inanılması güç derecede fanatik bir milliyetçi” tanımı ne anlama gelir?. Bu cümlenin, Ermeni diasporası silahşorlarının cümlelerinden ne farkı var, biri bana lütfen açıklasın...

Kakınç, yine öfkeyle, hınçla kaleme aldığı yazısında, yine büyük çamlar devirmiş!.. Yine, içindekini dışa vurmuş... Tıpkı, o ünlü özdeyişte anlatıldığı gibi:

-Merdi Kıpti, şecaat arz ederken, sirkatin söylemiş, ne yazık ki...

Uzun ama gerekli olduğuna inandığım bu “yanıt” ile birlikte, Kakınç dosyasını kapatıyorum.

Son olarak; ülkenin gelip dayandığı bu “yeniden milli kurtuluş” günlerinde, “ateşten gömleği” şevkle sırtına geçiren yurtsever, cumhuriyetçi, millici devrimcileri tökezletmeye, önlerine set çekmeye kalkanlar, tarihin karanlık sayfalarında layık oldukları yeri mutlaka alacaklardır...

-Böyle biline...


https://twitter.com/umit_zileli