KAHRAMANLAR ASLA YENİLMEZ!..

27 Ağustos 1922... Büyük Taarruzun ikinci günü... Saat 10.30


Bir ulusun varoluş ya da yok oluşunu belirleyecek son savaşın en kanlı çatışmalarının yaşandığı gündü o gün... Uzun süredir Afyon Karahisar mevkiine çakılıp kalmış olan Yunan kuvvetleri, bölgeyi askeri uzmanların “geçilemez”dediği müthiş bir savunma bariyeriyle kuşatmıştı. Yunan Başkomutanı General Trikopis, Türklere karşı nasıl bir saldırı stratejisi geliştirilmesi gerektiğini kurmaylarıyla tartışıp duruyordu...


Halbuki Türkler çoktan “son taarruz” için hazırlanmış, TBMM’den tüm yetkileri almış olan Mustafa Kemal Paşa, herkes onu Ankara’da sanırken gizlice cepheye gelmiş ve 26 Ağustos sabaha karşı o tarihi emrini vermişti:


-Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!..


İşte o sabah cephede neredeyse boğaz boğaza  bir bağımsızlık, özgürlük, kader savaşı yaşanıyordu... Türkler yenerse önlerine özgürce, boyun eğmeden ve onurluca yaşayacakları bir vatanın kapıları açılacaktı... Yenilirlerse Düvel-i Muazzama’nın dayattığı Sevr Antlaşması’nda ya da ABD Başkanı Wilson’un “prensiplerinde” belirtildiği gibi, önce “Küçük Asya” adı verilen İç Anadolu’ya sürülecekler, sonra da geldikleri yere, Asya’ya “defolup” gideceklerdi!.. Ancak o gün o geniş cephede düşmanla boğazlaşan hiç bir subayın, Mehmetçiğin aklından “defolup gitmek” geçmiyordu. Her birinin aklında ve yüreğinde Başkomutanın daha savaşın başlangıcında söylediği o kutsal sözcükler vardı:


-Ya istiklal, ya ölüm!..

 


Kahramanlar asla ölmez!..

 


Dumlupınar Ovası ve etrafı adeta kan gölüydü...


Göğüs göğse süren muharebenin en önemli noktası, milletin kaderini etkileyecek en kritik mevkide yer alan, Sincanlı Ovası’ndan Dumlupınar’a  kadar tüm yolların önündeki en stratejik engel ise bir tepeydi. Düşman kuvvetleri tarafından tutulmuş olan bu tepe mutlaka alınmalıydı:


-Çiğiltepe!..


Ancak Yunan kuvvetleri de bunun farkındaydı.. Trikopis, en zinde kuvvetlerini üstün ateş gücüyle bu tepeye yığmış, direniyordu... Başkomutan Mustafa Kemal, bu tepenin alınması görevini verdiği 57. Alay Komutanı Albay Reşat Bey’i  telefonla aradı:


-Reşat Bey, Çiğiltepe’yi ne zaman alacaksınız?


-Komutanım, yarım saat sonra alacağız...


-Başarılar diliyorum...


Saat 10.45... Tepedeki boğazlaşmayı dürbünüyle izlemeye çalışan başkomutan endişeliydi... Bir kez daha aradı Albay Reşat Bey’i:


-Düşmanın hala direndiğini görüyorum. Gözümüz o tepede, çok önemli..


-Komutanım tepeye düşman bir tümen yığmış, direniyorlar. Ama alacağız komutanım, mutlaka alacağız...


Saat 11 olmuştu... Tepedeki Yunan kuvvetleri hala direniyordu. O tepe bir an önce alınmalıydı. Başkomutan yine telefona sarıldı:


-Reşat Bey’i istiyorum...


-Komutanım, Reşat Bey size bir mektup bırakarak intihar etti. Okuyorum Komutanım: “Yarım saat zarfında bu tepeyi almak için söz verdiğim halde sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam komutanım...”


-Mustafa Kemal ahize elinde donmuş kalmıştı. Gözlerinden yaşlar boşandı, ardından mırıldanırcasına konuştu: “Allah rahmet eylesin, Reşat Bey büyük vatanseverdir...


Saat 11.45... Başkomutanın telefonu çaldı:


-Çiğiltepe alınmıştır komutanım. Yüzlerce ölüsünü bırakan düşman Sincanlı Ovası’na doğru kaçmaktadır, arz ederim!..


Sonrası bir destan gibiydi... savunma uzmanlarının geçilemez dediği Afyon iki günde alınmış, İzmir yolu ardına kadar açılmıştı... Çok değil 10 gün sonra İzmir Vali Konağı’na Türk bayrağı çekilecekti... Yunan Kuvvetleri Başkomutanı Trikopis ise Uşak yakınlarında kurmaylarıyla birlikte teslim alınacaktı...


-Türkler vatanlarını kanlarıyla, canlarıyla geri almıştı!..

 


30 Ağustos ruhu asla silinmez!..

 


Büyük Devrimci Mustafa Kemal, Büyük Zafer sonrası Türk askerine şöyle seslendi:


-Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Burada şehit olan kahraman evlatlarımızı minnetle anıyorum, ruhları şad olsun.


Bu sözler, Çiğiltepe’de Albay Reşat Bey Şehitliği’ndeki mermer bir kitabeye nakşedildi. Eğer bir gün yolunuz Sandıklı-Afyon arasındaki Çiğiltepe’den geçerse 10 kilometre içeriye, o tozlu topraklı, tabelası bile kararmış, okunmaz hale gelmiş şehitliğe mutlaka uğrayın.. Sürekli ıslık çalan rüzgarın uğultusu altında bu vatanı kurtarmak için toprağa düşmüş, en büyüğü 24 yaşında çocuklarımızın kabirleriyle karşılaşacaksınız:


-Sivas, Hasan Oğlu Hüsnü, 23 yaşında... Konya, Ruşen oğlu Haşim , 21 yaşında... Afyon, Mehmet oğlu Musa, 18 yaşında...


Onlar hayatlarının baharında komutanları Albay Reşat’ın onurlu intiharının ardından gözlerini kırpmadan ölüme koşan yiğitlerdir... Ve o şehitlikteki ana kitabede şöyle yazar:


-Bu vatan, toprağın kara bağrında sıradağlar gibi duranlarındır/ Bir tarih boyunca onun uğrunda, kendini tarihe verenlerindir/ İleri atılıp sellercesine, göğsünden vurulup tam ercesine/ Bir gül bahçesine girercesine , şu kara toprağa girenlerindir.


Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Reşat Bey’in ailesine çift kırmızı şeritli İstiklal Madalyası TBMM tarafından sunuldu. Soyadı Kanunu ile aileye Çiğiltepe soyadı ise bizzat Mustafa Kemal tarafından verildi...


Kurtuluş Savaşı’nın her evresi, her anı buna benzer kahramanlık, fedakarlık, şeref ve haysiyet örnekleriyle doludur. Yukarıdaki yalnızca bir örnek. Bunu, kökü binlerce yıla dayalı Türk ordusunu diz çöktürmek için her türden alçaklığa sarılanlar bilmeyebilir, anlamayabilir. Yalnızca şunu anlayabilseler de kafi aslında:

-30 Ağustos ruhu asla ölmez!..



https://twitter.com/umit_zileli