Bİ SORALIM BAKALIM
Kaynağı belirsiz para ne demek?
Zaten biliyorsunuz ama bu yazıyı okumadan önce bazı geçeklerin altını çizeyim.
Ekonomist değilim.
Üniversitedeki klasik dersler dışında herhangi bir ekonomi eğitimi almadım.
Bakkal hesabı dışında ekonominin uzmanı değilim, olamam.
Banko bilançoları benim için bir şey ifade etmez.
Ekonomi kanallarının ekranlarındaki grafiklerin ne anlama geldiğini bir bakışta çözemem.
Merkez Bankası tablolarına baktığımda bir şey anlamam.
Ama iyi dinlerim, çabuk öğrenirim, sıkı gözlem yaparım, bir şeyin iyi olup olmadığını anlarım.
Hani meşhur yumurta hikayesi vardı.
Bilge bir adam; yaptığı demliği beğenmediği bakırcının, “Sen kimsin ya, sen ne anlarsın bu işten?” demesine karşı, “Tavuk gibi yumurtlayamam ama iyi bir omletten anlarım” diye cevap vermiş ya, işte o hesap.
Ekonomiden anlamıyor olsam bile, bu yapılan yanlışları asla göremeyeceğim anlamına gelmez değil mi?
Dün sabah internet sitelerine bakarken şu haber dikkatimi çekti:
“TCMB verilerine göre, kasım ayında Türkiye’ye 4 milyar 462 milyon dolar kaynağı belli olmayan para girdi. Bu tutar, Cumhuriyet tarihinin en yüksek üçüncü “kaynağı belirsiz para” girişi olarak kaydedildi. Bir önceki ay olan ekimde kaynağı belirsiz para girişi 3 milyar 277 milyondu. Net hata ve noksan 2020 yılı kasım ayında 4 milyar 570 milyon dolar ile tarihi zirvesini görmüştü.”
Ekonomi bilmediğim için sormak istiyorum: “Kaynağı belirsiz para ne demektir?”
Yanlış bilmiyorsam (ekonomiden anlamaya gerek yok) kaynağı belirsiz para ya hırsızlık sonucu elde edilmişti ya yasadışı yollarla kazanılmıştır, yani kara paradır.
O zaman aklıma şu soru geliyor: “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kara parasının olması mümkün müdür?
Asla olamaz veya olmamalı.
Peki bu nasıl oluyor?
Merkez Bankası Başkanı, kasasına giren ve “nereden, kimden geldiği belli olmayan” parayı nasıl orada tutar?
Bu soruyu aynı konudaki diğer gözlemlerine dayanarak soruyorum.
Çünkü şunu biliyorum ki eğer bir kişi ya da şirkette “kaynağı belli olmayan bir para” bulunursa, MASAK yani “Mali Suçları Araştırma Kurulu” hemen devreye girer.
Eğer paranın kaynağını açıklayamazsanız, hem başınız ciddi biçimde derde girer hem de paranıza el konur.
Bir tarihte aramızda bir bankacının da olduğu toplulukta sohbet ediyorduk.
Arkadaşlardan biri; bankacı dostumuza, “Yurtdışından şahsi hesabıma ne kadar döviz getirebiliyoruz” diye sordu.
Bankacı dostumuz, “Kaynağını açıklayabiliyorsanız milyar dolar getirin isterseniz. Ama diğer türlü 2 milyon dolara kadar soran olmuyordu ama şimdilerde 1 milyon dolar üstü getirenlere hemen inceleme geliyor, hatta eğer bildirimde bulunursak daha az dövize bile soruşturma açılıyor” demişti.
Düşünsenize vatandaş üç beş yüz bin dolar getirse bile başına çöken MASAK sıra Merkez Bankası’na gelince çaresiz kalıyor.
Üstelik kaynağı belirsiz para 4 milyar dolar gibi uçuk rakam olduğu halde.
“Para gelsin de nereden gelirse gelsin” mantığının sonucu bu.
Sonra dünya finans sistemi Türkiye’yi “kara para hareketleri var” gerekçesiyle “gri listeye” alınca “dış güçler altımızı oyuyor” edebiyatı başlıyor hemen.
KOMİK
Batırel yine coşmuş ki ne coşmuş
Ekonomi konusundaki çıkışları ile ünlü Necmettin Batırel bir süre sessizlikten sonra yine ortaya çıkmış.
“Şakkadanak 10 milyar dolar dolar satacaksın ve fiyatı düşüreceksin” çıkışıyla ünlenen ve bu tutmadığı için alaya alınan Batırel şimdi de Dolar’ın bir mart ayında geleceği fiyatı açıklamış.
“Yazın bir tarafa” diyen Batırel, ne yazmamız gerektiğini şöyle belirtmiş: “Dolar mart sonunda 9.5 liradır. Dövizleri bugünden satın kurtulun yoksa altında kalacaksınız… Koş Türkiye’m koş, kim tutar seni…”
Bence Batırel yine sallamış.
Hem de fena sallamış.
Çünkü sarayın içinde bulunduğu sıkıntıyı anlayamamış.
Biri 20 Aralık’ta, diğeri Ocak başında iki büyük kargo geldi Körfez’den.
Bir diğer kargo da bu hafta sonu geliyor.
Saray bunları satsa, dolar fiyatı belki 10 liranın altına düşecek.
Ama yapamıyorlar.
Nedeni çok basit.
Fiyat oralara düştüğü an millet hemen dolar alıyor, böylelikle fiyat aşağıda tutulamıyor.
Batırel’in dediği ancak dolar satışının serbest ama alımının kurallara bağlı olması için yasa çıkarılması halinde gerçekleşebilir.
O da belki.
ÇOK GÜLDÜM
Yolunu nasıl buluyormuş…
AKP genel başkanı, doktorlara çok öfkelendi biliyorsunuz.
Bugün sizlere “uyanık bir doktor” fıkrası sunmak istedim, bu tür hedef göstermelere “gülüp geçelim” diye;
Akıl hastanesinde bir doktoru ziyaret edecektim. Bana odasını gösterdiler. Koridorda bir sopaya at gibi binen birine rastladım. Beni durdurdu, kimi aradığımı sordu. Söyledim. Doktorun bulunduğu yeri işaret etti. Tam gidecektim ki beni eliyle engelledi, sopayı gösterdi:
“Oraya öyle gidilmez. Bin şu arabaya!” diye bağırdı.
“Çattık belaya!” diye mırıldanarak korkuyla arabasına (!) bindim. Acayip sesler çıkararak beni doktorun odasının bulunduğu yere kadar götürdü, arabadan inmemi söyledi. Dediğini yaptım. Tam kapıyı çalmak üzereydim ki kolumdan tuttu:
“Bedava mı sandın? Ver bakayım elli lira araba parası” diye konuştu.
Başıma bir iş gelmesin diye istediği parayı verdim. İçeri girince doktora:
“Doktor bey, burası ne biçim hastane? Tehlikeli deliler koridorda cirit atıyorlar” diye dert yandım.
Doktor şaşırdı, yanıldığımı söyledi, bu kanıya nereden vardığımı sordu. Başıma gelenleri anlattım. Doktor gülmeye başladı, kızdım:
“Ben ecel terleri döktüm, siz gülüyorsunuz” dedim.
“O kişi deli değil ki” diye yüzüme baktı.
“Kim öyleyse, orada ne işi var?”
“Bizim asistan o. Aldığı maaş yetmiyor da böyle muziplikler yaparak yolunu buluyor.”
ÖNERİ
AKP ve yandaşlarına çağrı: Sokağa çıkıp halkla konuşun lütfen
Birkaç kere Flash TV’deki yayında söyledim, “Haydi gelin” dedim.
Sözlerim AKP’li milletvekili, yöneticileri ile yandaş medyacılaraydı.
Önerim basit; “Gelin yanınıza kalabalık bir heyet almadan, çarşı-pazar dolaşalım, esnafla sohbet edelim, dükkan ziyaretleri yapalım, pazarda filesini doldurmaya çalışan kadınlarla konuşalım.”
İddiam şu: “Şu sıralar hiçbir AKP’li ve yüzü bilinen medyacı halkın arasına giremez, sohbet edemez.”
Çünkü vatandaş barut gibi.
Herkes önümüzdeki ay faturaları nasıl ödeyeceğini düşünüyor.
Çarşıda pazarda ne alacağını şaşırmış durumda.
İktidar mensupları ekonominin çok iyiye gittiğini, Türkiye’nin şahlandığını söylüyor sürekli.
O halde hodri meydan.
Çıkın sahaya, gezin esnafı, caddelerde sokaklarda vatandaşla karşı karşıya gelin.
Yapabilirler mi?
Mümkün değil.
Flash TV’den seslenirken “İsteseniz yanınızda olayım, hatta off the record yani yayınlanmamak kaydıyla gezelim, söz sizleri rezil etmeyi amaçlamıyorum, sadece gerçeğe yakından görün ben de tanıklık edeyim” diyorum hep.
Ama diyorum ya buna cesaret edebilmeleri olanaksız.
BUNU YAZMAK GEREK
Oy almak için korkarsanız, başarıya ulaşamazsanız
Vicdanı, ahlakı ve aklı olan herkes 20 yaşındaki tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın hazin ölümüne kahroldu.
Kindar-dindar nesil yetiştirmek isteyenlerin yarattığı travmanın kurbanı olan Enes Kara, aslında pek çok kişinin bildiği ama sessiz kaldığı bir gerçeğin perdesinin aralanmasına da neden oldu.
AKP iktidarıyla birlikte, laiklik neredeyse fiilen ortadan kaldırıldı.
Eğitim sistemi, dinci temeller üzerine oturtuldu.
Toplum ve devlet düzeni artık dini esaslara göre oluşturuluyor.
Yaşamın her alanında artık dini kurallar geçerli kılınmaya çalışılıyor.
Muhalefetin bir bölümü ise “Herkesten oy almak zorundayız” baskısı altında bütün bunlara sessiz kalıyor.
Oysa gericiliğe, ilkelliğe, karanlığa karşı sessiz olmak muhtemel bir başarıyı değil kesin başarısızlığı getirir beraberinde
Bugün üç beş oy uğuruna Türkiye’nin orta çağ karanlığına götürülmek istenmesine karşı çıkılmazsa, Türkiye’nin karanlık bir batağa batması kaçınılmaz hale gelir.
Şunu unutmamak gerek; Eğer Atatürk, “Aman onu kızdırmayayım, bu bana lazım olur, bunu ürkütmeyeyim” diyerek korkak davransaydı ne Kurtuluş Savaşı’na kalkışabilirdi ne Cumhuriyet’i ilan edebilirdi ne de devrimleri yapabilirdi.
Gericiliğe karşı korkaklık göstermek, gericilikten bile tehlikelidir. Bunun bilinmesi gerek.
https://twitter.com/can_atakli_