KORONA SONRASI “TEK DÜNYA DÜZENİ” ÜRER mi?!.
Geçmişten bu yana zaman zaman gündeme getirdiğim, geçen haftadan beri de “Korona Sonrası” üst başlığı ile sürdürdüğüm “Beyin Fırtınası”na devam edelim…
Dünyaya hükmeden “tek devlet” düşüncesi aslında çok eskilere dayanır! Mesela Roma İmparatorluğu bilinen örneklerin başında gelir. Zamanın bilinen dünyasında “Pax Romana”yı gerçekleştirmek için yüzyıllarca uğraş vermiş, epey de başarılı olmuştu; ama dediğim gibi “bilinen” dünyanın!
Makedonya’nın “büyük” sıfatıyla anılan hükümdarı İskender’in hülyası da bu yöndeydi; emeline ulaşmak için Hindistan’a kadar yıllar süren bir sefere çıkmış, sonunda dönüş yolunda, Babil’de rahatsızlanarak yaşamını yitirmişti. Öldüğünde henüz 33 yaşındaydı! 13 yıl süren krallığı döneminde o zamanki dünyanın neredeyse yarısını fethetmişti…
Hun İmparatorluğu, Uygurlar, Büyük Selçuklu, Osmanlı gibi dönemlerinin en büyük devletleri de muazzam toprak genişliğine sahip oldular; mesela Osmanlı, bir ucu Asya’da, bir ucu Ortadoğu ve Afrika’da, bir diğer ucu ise Balkanlar ve Doğu Avrupa’da devasa bir imparatorluktu…
–Ancak hiçbiri dünyanın tek egemeni olmayı başaramadı!
“Beyaz Adam” diye tanımlanan Avrupa devletlerinin tarih sahnesine çıktığı ve sömürgeciliğin yayılmaya başladığı 1500’lü yılların sonlarından itibaren ise bu kez İngiltere, İspanya, Fransa, Hollanda, Portekiz gibi ülkeler büyük topraklara ve zenginliklere ulaştılar. Aynı zamanda dünyanın bilinmeyen yerlerinin çoğu da keşfedildi… Mesela, İngiltere elde ettiği Hindistan, Amerika gibi büyük sömürgeler nedeniyle “Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk” olarak tanımlanmaya başlamıştı…
–Ancak onlar da “Tek Dünya Devleti” olma hayaline kavuşamadılar!..
“Tarihin sonu!”
Geçen yüzyıllar içinde tarih, büyük devletlerin çöküşüne, yok oluşuna, yerine yeni imparatorlukların kuruluşuna tanıklık etti…
20. asır, en dramatik yüzyıl olarak geçti kayıtlara… Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı’nın da içinde yer aldığı imparatorluklar tarihe karıştı… Var olan krallıklar çoğunlukla “sembolik” niteliğe dönüştü!
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise iki devlet Yalta Konferansı’nda dünyayı paylaştı; Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği!..
Ne oldu peki? Bir tarafta NATO olarak bilinen, ABD’nin kontrolündeki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, diğer yanda Sovyetlerin kontrolünde “Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardımlaşma Antlaşması” olarak lanse edilen Varşova Paktı dünyanın pek çok alanında ayrı kamplar, hegemonya alanları kurdular…
Soğuk Savaş yılları olarak isimlendirilen bu süreç, 1990’ların başına dek devam etti. Önce Berlin Duvarı’nın yıkılması, ardından Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve dağılmasıyla, 20. yüzyılın sonunda “Pax Americana” rüyası “Küreselleşme” adı altında dünyaya “Tek devlet ideologları” eliyle dayatılmaya başlayacaktı…
Mesela Japon asıllı Amerikalı Prof. Francis Fukuyama, yazdığı “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabında, “Fikirler tarihinin liberal demokrasinin insanlığın son hükümet şekli olarak kabul edilmesiyle sona erdiğini” ileri sürdü!.. Peki ne demekti bu? Şu demekti:
–Tarihin sonu liberalizmdir. Tüm diğer ideolojiler başta Sosyalizm olmak üzere çökmüştür. Liberalizmin anavatanı ABD olduğuna göre tek süper güç de odur!
Dijital Diktatörlük!
O zaman ne olacaktı peki? Onun yanıtını da Yeni Dünya Düzeni diye lanse edilen “Küreselleşme”nin ideologlarından John Nasbitt, yanılmıyorsam 1992 sonlarında NPQ dergisinde verecekti:
–Artık, 180 ülkeli bir dünya yerine 1080 ülkeli bir dünya olmalı; yani “Kent Devletleri!” Ordusu değil, yalnızca güvenlik kuvvetleri olan, teknolojik altyapısı çokuluslu dev şirketlerin yatırım yapmasına elverişli küçük ülkeler… Böylece, insanlığın mutluluk içinde yaşadığı bir dünyaya sonunda erişilecektir!
Adam gayet açık “ulus devletler” son bulmalı diyordu! Böylece şu olacaktı; ekonomik olarak 50 civarında çokuluslu şirket, siyasi olarak da ABD yönetecekti dünyayı… Aslında yüzyılların, belki de bin yılların hülyasını seslendiriyordu:
–Tek Dünya Devleti!
Ama olmadı, olamadı, olamazdı da; yaratılmak istenen “Efendiler ve uşakları” düzeni, yaklaşık bir çeyrek yüzyılda ortaya çıktı… Bu süreç ayrıca kan ve yıkımı da beraberinde getirdi!..
Son olarak, nereden çıktığı tartışmalı koronavirüs üzerinden bu kez “Dijital Diktatörlük” özlemleri dile getirilmeye başlandı; evlerine hapsedilmiş ve buna zorunlu olarak alıştırılmış milyarlarca insanın kolayca yönetilebileceği, George Orwell’in “1984” romanında sözünü ettiği o düzen:
–Big Brother is Watching you- Büyük Birader Sizi İzliyor!
Üstelik bugünün teknolojisiyle bu düzen artık çok daha kolaydı… Mesela dünya devi Microsoft’un sahibi Bill Gates, verdiği bir konferansta “dünyada kontrol altına alınmayacak insan olmamasını” işaret ederek “aşı sertifikası” adı altında dijital bir çip takılmasından söz ediyor ve şöyle diyordu:
–Sonuçta, küresel yeniden açılmayı kolaylaştıracak bu tür “dijital bağışıklık” kanıt olacak!..
Ben Türkçe’ye çevireyim; kimin aşı olduğunu gösteren dijital sertifika yani elektronik çip, aynı zamanda tüm insanlığın maymun gibi kontrol edileceği “Tek Dünya Sistemini” sağlayacak!..
Müthiş değil mi? Düşünsenize vücudunda bir çiple gezinen milyarlarca “Mankurt!” Tek tip, düşünme izni bile olmayan, yalnızca verilen komutlara göre yaşayan, kontrolden çıktığı an kolayca saptanıp “elimine edilen” insancıklar!..
Ama bunu da başaramayacaklar! Nedeni ise çok basit:
–İnsan onuruna, vicdanına aykırı da onun için!..
Daha pek çok şey göreceğiz, pek çok zalim ve zulümle karşılaşacak dünya ama hiç kuşkum yok; insanlık mutlaka başaracak…
https://twitter.com/umit_zileli