Adı İsmail Kahraman...
Saray tarafından önce milletvekilliğine, ardından Gazi Meclis’in başına getirilen kişi. Kırdığı potların(siz bilinçli tercih de diyebilirsiniz!) tepkiler üzerine attığı geri adımların sayısını anımsayamıyorum!.. Başta bu ülkenin kurucu kahramanları olmak üzere tüm dünyanın saygı duyduğu devrimci kahramanlara karşı müthiş bir önyargıya sahip... Laiklik denilince tüyleri ürperiyor...
Ama söz konusu “ecdadı”, daha doğrusu ecdadından değer verdiği bir “sultan” olunca akan sular duruyor; tarih bi güzel ters yüz ediliyor ve ortaya gerçekten pek gülünçlü bir trajedi çıkıveriyor!.. Meclis kapatan bir diktatör TBMM’nin Milli saraylarında kutsanıyor!..
Muhterem zat, son olarak Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen “Doğumunun 174. Yılında Sultan II. Abdülhamid ve Dönemi Uluslararası Sempozyumu’nun açılışında konuştu. Ama ne konuşma; Sultana övgüler düzdü, Cumhuriyete, Misak-ı Milli’ye ver yansın etti. Buyurun okuyun:
-Onun(Abdülhamid’in) uyguladığı siyaset Osmanlı Devleti’nin yıkımını geciktirdi, ittifak halindeki Haçlı zihniyetinin Osmanlı Devleti üzerindeki emellerine ulaşmasını erteledi. Hal edilmeseydi, güçlü bir devlet olarak tarih sahnesinde yerimizi devam ettirecek, Meriç Irmağı ile Ağrı Dağı arasına sıkışmış olmayacaktık...
Koskoca TBMM Başkanı’nın cahil ya da “ümmi” yani okuma yazması olmadığını düşünmüyorum; ancak yakın tarih konusundaki bilgilerinde derin bir eksiklik, fena bir aldanmışlık olduğu kesin... Yoksa küçük bir paragrafta kendi söylediklerini defalarca tekzip etmezdi!.. Yıkılmayı geciktiren, ama güçlü devleti sürdürecek bir Ulu Hakan, güler misiniz, ağlar mısınız?!.
Bu köşede 1 Eylül tarihinde yazdığım “İstibdadın efendisi Abdülhamit” başlıklı yazımda detaylarıyla anlatmıştım; Abdülhamit’in “tazıya kaç, tavşana tut” politikası yürüttüğü 33 yıl içinde Osmanlı, bugünkü Türkiye’nin iki misline yakın toprak kaybetti, rakamla 1.5 milyon kilometre karelik toprak!.. İlgilenenler arşive bakabilirler...
-Meclisi kapatan, ülkenin gümrük gelirlerini bile emperyal efendilerin Düyun-u Umumiye’sine teslim eden, hürriyet kahramanlarını zindanlarda boğduran bir “Ulu Hakan’ı” övüyor muhterem!..
Kurtuluş Savaşının manifestosu!..
TBMM Başkanı sıfatlı muhterem, aynı konuşmasında şu iddiayı da seslendiriyor:
-Hal edilmeseydi, Meriç Irmağı ile Ağrı Dağı arasına sıkışmayacaktık!..
Bakalım doğru mu söylüyor?.. Her şeyden önce muhteremin “sıkışmazdık” diye bahsettiği, Son Osmanlı Meclisi tarafından 28 Ocak 1920’de oybirliği ile kabul ettiği Misak-ı Milli andının ta kendisidir!.. Tamamıyla Mustafa Kemal’in eseridir.
-Türk Kurtuluş Savaşının siyasi manifestosudur!..
Misak’ı Milli kabul edildiğinde Kerkük-Musul ve Hatay’da bu manifestoya dahildi. Büyük Devrimci ilk kez 1 mayıs 1920’de Meclis konuşmasında gayet net olarak bu amacı dünyaya ilan etmişti:
-Bu hudut İskenderun körfezinin güneyinden, Antakya’dan... Fırat nehrine ulaşır. Doğu’da Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi içine alır... Bu hudut Türk ve Kürt unsurlarıyla meskun vatan parçasıdır...
Musul sorunu Lozan’da bitirilemedi. Cemiyet-i Akvam’a yani emperyal güçlerin ayak oyunlarının bol olduğu Milletler Cemiyeti’ne havale edildi. Aynı süreçte Türkiye’nin o sınırlar üstünde hükmü olmadığını göstermek üzere İngiliz destekli isyanlar çıkarıldı. sonunda “Irak’ın toprak bütünlüğü” uğruna Musul meselesinin aleyhimizde sonuçlanmasına rıza gösterdik. Atatürk’ün yoğun çabalarıyla Hatay ise, ölümünün hemen ardından Türkiye’ye katıldı...
Misak-ı Milli-Kurtuluş savaşı-Lozan olmasaydı?!.
Sorunun yanıtı çok basit: SEVR olacaktı!..
Şayet ülke Abdülhamidlere, Vahdettinlere, Damat Feritlere, Mustafa Sabrilere, Hürriyet İtilafçılara kalsaydı 10 ağustos 1920’de, Fransa’nın başkentine 3 km. Uzaktaki Sevr kasabasında İtilaf devletleri ile Osmanlı devleti arasında imzalanan utanç antlaşması yürürlüğe girecekti!..
O zaman ne olacaktı Peki?. Anlatayım:
-Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a verilecekti.
-Payitaht, yani İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacaktı.
-Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre Suriye’ye bırakılacaktı. Suriye’de zaten Fransa Mandasıydı
-Boğazlar, İstanbul ve Çanakkale boğazı silahtan arındırılacak ve 10 ülkeden oluşan bir komisyon tarafından yönetilecekti.
-Kürt Bölgesi İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından düzenlenecekti.
-Osmanlı, İzmir’deki egemenlik haklarını 5 yıl süreyle Yunanistan’a devredecekti. Bu süre sonunda İzmir’in kime kalacağı konusunda oylama yapılacaktı. Tabii o zamana kadar o bölgede Türk-Müslüman kalırsa!..
-Osmanlı, Ermeni Cumhuriyeti’ni tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecekti. Başkan Wilson 22 kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis’i Ermenistan’a verdi.
-Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege adaları üzerinde hiç bir hak iddia edemeyecekti.
-Türk donanması tasfiye edilecek, ordu 15 bini jandarma olmak üzere 55 binle sınırlanacak, Kapitülasyonlar daha güçlü şekilde kurulacak, sivil deniz ve demiryolu trafiği müttefikler tarafından yönetilecekti.
Haa, Türkler’i unuttuk; onlar ne olacaktı peki? Çözümü Wilson ortaya koydu:
-Önce Küçük Asya’ya(İç Anadolu ile Karadeniz’in iç kesimleri) oradan da geldikleri yere defolup giderler!..
İşte Kahraman Başkan’ın “Meriç ile Ağrı dağı arasında sıkıştık” diye şikayet ettiği Misak-ı Milli hayata geçmeseydi, olacak olan buydu!.. Bu ülkenin evlatları SEVR’i yırtıp attılar. Bağımsız bir Cumhuriyetin sınırlarını kanlarıyla, canlarıyla çizdiler...
-Defolup giden onlar ve uşakları oldu!..
https://twitter.com/umit_zileli