Bundan böyle bu özgürlük adasında, HABER HABERE özel adıyla sizleri korkusuzca olayların gerçek yüzü ile buluşturan aydınlık alanda sık sık buluşacağız.
Ülkemizin hem içte hem dışta siyasî erk tarafından sürüklendiği büyük felâketi hepimiz dehşetle görüyor ve yaşıyoruz.
Çocuklarımızın, gençlerimizin, hepimizin yani ülkemizin geleceği için kaygı duyanların omuz omuza vermesi gereken çok kritik bir süreç içindeyiz. Çünkü iktidarı ellerinde bulunduranların bitmek bilmeyen hırsları, ATATÜRK’ün çağdaş ülkesini yobazların ilkel anlayışına mahkûm etmek üzere.
Halkı ile her konuda kavga eden, tahammül, hoşgörü gibi kavramları asla tanımamış olanların tehditlerle yönettiği bir ülkede yaşamanın ağırlığı hepimizin omuzlarında. Gerçek anlamda DEMOKRASİ denen anlayışın egemen olacağı bir MUTLU ve AYDINLIK TÜRKİYE arzusu ile yanıp tutuşuyoruz. Bu yüzden hepimize görev düşüyor. İşimiz çok. Ne şiş yansın ne kebap, bana dokunmayan yılan bin yaşasın türünden özlü sözleri tekrarlayıp, gerçeklerden kaçmak, büyük felâketlerin tekme tokat kapımızdan girmesine yol açmak demektir. Bizleri bir araya getiren şey işte bu ortak kaygılarımız.
Tarih sayfalarında gezinince görüyoruz ki, Eski Yunan’dan beri dünya tarihi demokrasiyi yok ederek totaliter bir rejim kurmak için her şeyi yapan liderlerin öyküleri ile doludur. Ancak demokrasi aşıklarının egemen olduğu ülkelerde, totaliter rejim kurmak isteyenlerin sonu hep acıklı olmuştur. HİTLER bin yıllık bir imparatorluk hayal ederken ne oldu hatırlarsınız.
Demokrasi ve insan hakları deyince dünyayı derinden etkileyen 1789 Fransız İhtilâlini hatırlamakta yarar var. Neden derseniz, Fransa’yı bu devrime götüren nedenleri özetlersek niye bu hatırlatmaya gerek duyulduğunu sanırım daha kolay yorumlayabilirsiniz.
1789 Fransız İhtilali veya Fransız Devriminin sonuçları bütün dünyayı etkiledi. Pek çok ülkede devlet sistemi, devlet anlayışı, hukuk kuralları değişti. En önemlisi İNSAN HAKLARI kavramı bütün ülkelerin siyasi anlayışının vazgeçilmezi oldu.
İşte bütün bu sayılanların yokluğu devrimi getiren nedenler olarak tarihe geçer.
Bu ihtilali hazırlayan en önemli etmenlerin başını hızla kötüye giden ekonomi çeker. Ekmek fiyatlarının devamlı artması, çiftçilerin üzerindeki çağ dışı uygulamalar, vergi yükünün artması ve vergi uygulamasındaki haksızlıklar, kilisenin devlet yönetiminde söz sahibi olması ve dinî dayatmaları, halk yoksulluk içindeyken aristokratların ve yöneticilerin buna sessiz kalması, XV. Louis’nin yaptığı savaşların ekonomiyi iflasa sürüklemesi… Bir bildik ülkede şu zamanda olanlara ne de benziyor değil mi?
Tarih sayfalarının 2007 yılına bir bakalım şimdi de. Seçimlerden sonra yeni hükûmeti kuran Başbakan Erdoğan’ın hükûmet programında bakın neler vardı.
“Demokrasinin ve hukuk devletinin nihai amacı, bütün temel hak ve özgürlükleri güvence altına almak, insanların korku ve endişeden uzak olarak güven içinde yaşamalarını sağlamaktır.
Hükûmetimiz medyanın bağımsızlığına önem vermektedir. Bireylerin doğru habere ulaşma hakkı, güçlü bir demokratik kültürün oluşması için birinci şarttır. Şeffaf bir yönetim, ancak bağımsız, tarafsız ve sorumlu bir medya ile mümkün olabilir.
Bağımsız ve tarafsız yargı, adaleti sağlamanın ön şartıdır.
"Gerçek anlamda huzur ve güvenlik, özgürlüğün ve adaletin tam anlamıyla yaşandığı bir toplumda mümkün olabilir.”
*(Onur Öymen / Demokrasiden Diktatörlüğe)
Bu vaatlere bakınca insan altına imza atar. Ancak iktidara yürümek için her yol mubahtır sözlerine bakınca da toplumu kandırmak için nasıl bir yalan çemberi oluşturduklarını hüzünle görüyoruz.
Ülkemiz ilk satırlarda vurgulamaya çalıştığım gibi, eğitimden, sanat ve kültüre, siyasetten ekonomiye, iç ve diş gelişmelerde ki aymazlığa, hukukun ayaklar altına alınmasına dek istisnasız her konuda dibe vurmuş durumda. Dinî dayatmaların getirdiği fiili durum hepimizi ürkütüyor.
Atatürk’ün engin görüşüyle küllerinden yeniden çağdaş değerlerle yarattığı DEMOKRATİK LÂİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ her yerinden yara aldı. Kanıyor. Kan ağlıyor.
Diktatörlük hezeyanları içindekilerin uygulamaları, toplumu gerdi, böldü. Şimdi Suriye’ye savaş arzusu yüzünden iki ayağımız çukurda. Koca toplum ise bir beceriksizin USTA adlı hikâyesi ile uyutulmaya çalışılıyor.
Uyumayacağız.
Şu cümleleri iyi okuyun derim.
ATATÜRK’ÜN HİTLER HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ:
“…..Almanya’da Hitler’in yaratarak geliştirmekte olduğu Nazilik, faşizmin bir başka büyük ve tehlikeli benzeridir. Hitler bir ırkçıdır. Dikkat buyurunuz. Milliyetçi demiyorum. Irkçı diyorum. Alman ırkını en üstün ırk olarak gören bir mecnundur(delidir). Tekmil Alman gençliğini peşine takmış, onlara bu ideali aşılamıştır…
……Ne komünizm ne de faşizm. Bu iki ideoloji de memleketimizin, ulusumuzun gerçeklerine, karakterine asla uymaz. Ne faşizmin ne nazizmin sonu yoktur. Ben belki bunu görebilecek kadar yaşayacak değilim. Ama aramızda onların sonunu görebilecekler olacaktır elbet. Bu ülkeler bir defa bu yola girdiler mi bir daha geri dönemezler. Halkı ve gençliği sürekli olarak heyecan içinde tutmak için durmadan silahlanmak, sağa sola tehditler savurarak ayakta kalmak zorundadırlar. Bu işin sonucu ise savaştır. Bu savaşın sonunda ne nazizmin ne faşizmin ayakta kalabilmesine olanak görmüyorum. *(Sabiha Gökçen / Atatürk’ün izinde bir ömür böyle geçti)
İşte böyle diyor önderimiz büyük ATATÜRK. Bugünlere bir ayna olsun değerli görüşleri.
https://twitter.com/GFeyman
https://www.facebook.com/gulgun.feyman.12?fref=ts