Kadın ve şiddet her ne kadar yan yana yakışmasa da ne yazık ki sık sık karşılaştığımız bir Türkiye gerçeği oldu. Özellikle de çocuklara yönelik şiddet ne yazık ki dur durak bilmiyor. Her gün yeni bir vahşet, her an başka bir kadın cinayeti haberlerini ard arda yazılıyor çiziliyor. Bu haberleri okurken de çaresizlikle isyan ediyoruz. Öfkemiz kabarıyor, feryatlarımız gök kubbeye yükseliyor ama ne yazık ki bu çağ dışılığı, barbarlığı önleyemiyoruz. Hele de “töre” denen laneti atamıyoruz hayatımızdan, zihinlerimizden…
Hatırlarsanız 2012 yılında Diyarbakır’da bir baba 17 yaşındaki oğlu R.Ç.’yi eşcinsel eğilimleri olduğu gerekçesiyle öldürmüş ve bir aile dramı daha Türkiye gerçeği olmuştu. Dün Diyarbakır’da bu olayın karar duruşması vardı. Mahkeme heyeti, olaya karışan baba ve iki amca dahil her sanığa ayrı ayrı “kasten adam öldürmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet yani ömür boyu hapis cezası verdi.
Buraya kadar normal her şey değil mi?
Namus cinayeti değil mi?
Alınlara sürülmüş bir kara lekenin temizlenişi değil mi?
Hayır efendim hiç de öyle değil ama sizleri duyar gibiyim…
“Adam ne yapsın oğlu eşcinselmiş, ağır tahrik sonucu bu cinayeti işlemiş, yoksa insan oğluna kıyar mı?” gibi gibi yanıtlarla vicdanlarımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Zaten katil baba ve iki amca da bu yönde ifade veriyor.
Aslında bu davada gözlerden kaçan çok önemli detaylar var…
Mesela bunlardan biri katil baba ve 2 amcasının cinayeti üstlenme diyalogları… Okumak bile tüylerimizi ürpertmeye yetti de arttı bile…
Sonra dosyada yer alan ve aslında hepimizin ısrarla üzerinde durması gereken başka bir konu daha gözden kaçırılıyordu. Kimse bunun üzerine bile gitmedi…
Aile içi şiddet görmezden gelindi. Meğer katil baba hemen hemen her gün karısını ve çocuklarını dövüyormuş…
Dosyada yer alan belgelere göre R.Ç. aile içi şiddete maruz kalan bir gençti. Aile içi şiddetten sadece R.Ç. değil diğer 3 kardeşi ve annesi de zaman zaman nasibini alıyordu. Anne diğer 4 çocuk yaşadıkları şiddetten kurtulmak için ilk adımı 2010 yılında attı. Şiddet mağduru kadın çocuklarıyla birlikte karakola sığındı. Polis merkezinde gördükleri şiddeti detaylarıyla anlattı ve korunma talep etti. Anne ve 4 çocuğundan alınan darp raporlarıyla aile sığınma evine gönderildi. Fakat sığınma evinde çocuklarıyla birlikte kalamayacağını öğrenen anne, çocuklarını da alarak anne evine yerleşti.
Daha sonra aile büyüklerinin de araya girmesiyle genç kadın kabusuna geri dönmek zorunda kalıyor. Fakat katil babanın şiddeti bitmiyor. Bu kez R.Ç.’ye sürekli olarak şiddet uyguluyor. Gerekçe ise ”eşcinsel eğilimleri” olması. Dosya kayıtlarında bu çocuğun defalarca yaşadığı şiddet konusunda girişimleri var ve mütemadiyen yardım istediği görülüyor. Fakat ne yazık ki çocuğun çabaları sonuçsuz kalıyor ve babasına teslim ediliyor. Zaten çocuk hakkında aile meclisi ölüm emri veriyor ve çocuk babası ve iki amcası tarafından katlediliyor. Dosyayı incelediğinizde ya da dosya içine giren kayıtların ayrıntılarını okuduğunuzda bir çocuğu bile koruyamayan Türkiye gerçeğiyle sarsılıyorsunuz.
Bu çocuğu bana göre babası ya da amcaları öldürmedi. Onlar sadece cehalet ve bilgisizliğin tetikçileriydi. Asıl katil bana göre o çocuğu koruyamayan devletti, sahip çıkmayan sistemdi. Bunun başka bir izahı olabilir mi?
Düşünsenize bu durumda olan nice kadın ve çocuk var bu ülkede. Ne yazık ki “töre” denen vahşetin, yobazlığın, barbarlığın içinde kaybolan, yok olan nice aile…
Duruşmaların en başından beri Diyarbakır’a gelerek takip eden sivil toplum örgütleri ‘Sen Yoksan Bir Eksiğiz’ sloganıyla gözden kaçırdığımız tüm gerçekleri tokat gibi yüzümüze vurdu. Bu sloganın ezgisi genzimizde buruk bir ağıt gibi kaldı…
Evet gerçekten sen yoksan eğer küçüğüm, biz bir eksiğiz…
Ne olur tüm insanlığı ve bizi affet, çünkü seni koruyamadık…
https://twitter.com/huzunyucel
https://www.facebook.com/huzun.yucel