DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
 

SIRA CEPTEKİ PARAYA GELİNCE “DUR ORADA”
 

Ekonomi iyi gitmiyor galiba. Uzmanlar öyle diyor. Ben sokağa çıktığımda bir olumsuzluk görmüyorum. Uzmanlara göre durum çok sıkışık, para yok falan ama her nasılsa dükkanlar tıklım tıklım dolu, ev ve akraba satışları tavan yapıyor, mevsimi geçmesine rağmen turizm tesislerine yerli turist akını var. Gerçi hükümet de ekonomik bir sıkıntı görüyor ki vatandaşa çağrı yaptı, “yastık altında altın tutma, orada duran altın hiçbir işe yaramıyor, getir bize altınlarını sana altın sertifikası verelim, istediğin zaman altınını kazancıyla birlikte geri al” dedi.
Şaka değil, yastık altı denilen “vatandaşın cebindeki altının” miktarı tam 2 bin 300 ton. Bunun parasal karşılığı da 300 milyar lira. Gerekten böyle bir paranın piyasaya sürüldüğünü bir düşünsenize. Ne dış borç kalır, ne yatırımlar için finansman sıkıntısı. Türkiye petrol bulmuş gibi olur. Ancak anladığım kadarıyla kazın ayağı öyle değil işte. Lafa gelince “ben Erdoğan'ın bilmemnesinin kılıyım” diye haykıranlar yastık altındaki paraları, altın ve dövizleri ortaya çıkarmaya gelince hemen su koyveriyorlar. Hani “canımı al parama dokunma” örneğindeki gibi. O çok sevilen, halk adamı Erdoğan'ın “yastık altındaki altınınızı getirin ekonomiye can verelim” çağrısına 80 milyonluk ülkede sadece 12 bin 500 kişi uymuş bugüne kadar. 2.5 ton altın devlete verilmiş ve karşılığında sertifika alınmış. Şimdi gelin bunun toplamdaki payına bir bakalım. Altınını götürüp devlete verenler binde biri ancak bulmuş. Yani Erdoğan'ın çağrısına bin kişiden sadece biri uymuş. Lafa gelince hep fedakârlıktan, dava adamı olmaktan söz ediyorlar. Oysa sıra kendilerine gelince ne fedakârlık kalıyor ne de uğruna savaşılan dava. Varsa yoksa para. Para varsa her şey var. Yoksa….. Hak, hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, bağımsızlık, milliyetçilik… Geçiniz bir kalemde.

 

CANIMI SIKAN ŞEYLER
 

BUNA da GAZETECİLİK DİYORLAR İŞTE 
 

Yandaşların en iri gazetesi Sabah'ta bir haberin başlığı diyor ki “Kontrollü kaçışta tekneli güzergâh.” Haberin özü şu; Kemal Kılıçdaroğlu 15 Temmuz kalkışmasının ertesi günü Ankara'ya gitmek için yola çıkarken birinci Boğaz Köprüsü'nden hâlâ silah sesleri geldiği bildirilmiş bunun üzerine kiralanan bir tekne ile Bakırköy'den Pendik'e gidilmiş, CHP Genel Başkanı buradan karayolu ile Ankara'ya gitmiş.
Bu kadar ayıplı bir haber nasıl yapılır, utanmadan sayfaya nasıl konulur anlamak mümkün değil. Elbette varlık sebepleri Erdoğan'ı korumak ve muhalefeti her fırsatta karalamak, ancak böyle akla ziyan sözde haberlerle bunu yapmaya kalkışmak komik bile olmuyor.
Bir kere Kılıçdaroğlu 15 Temmuz'dan bir gün sonra yani artık her şey anlaşıldıktan, bunun bir darbe değil dinci bir faşist örgütün kalkışması olduğunun ortaya çıkmasından sonra nereden ve niçin kaçıyor olsun? Diyelim ki Kılıçdaroğlu'nun Ankara'ya gitme kararı aldığı sırada birinci Boğaz Köprüsü'nden silah sesleri geliyor, tek geçiş yeri burası mı? Avrasya Tüneli'nden geçer, olmadı ikinci köprü var, olmadı üçüncü köprü ne güne duruyor, o kadar uzağa gitmeye gerek yok Sirkeci Harem araba vapuru geçişi var. Birinci köprüde sorun olması nedeniyle niçin tekne kiralansın ki? Ayrıca o saatte uçaklar çalışıyordu bir kere, karayolundan gitmeye de
gerek yoktu.
Ancak amaç kara haber yapmak, karalamak ve bu sayede göze girmek olunca işte böyle oluyor. Yılların gazetecileri bile gözlerini karartıp akla ve mantığa uymayan haberler yapıp başına da bir iki hakaret cümlesi koyunca emirleri uygulamış olmanın rahatlığına ulaşıyorlar herhalde.

 

YENİ ÖĞRENDİM 
 

CEM TOKER IMF’ye RESMEN SORMUŞ
 

Ekonomide çok iyiyiz, artık dünya devlerine kafa tutuyoruz ya AKP Genel Başkanı da sürekli anlatıyor halka “Artık öyle hale geldik ki IMF bile bizden borç istiyor, daha yeni borç istediler” diyor. Türkiye'nin 500 milyarı bulan dış borcunu, bu yıl ödememiz gereken milyarlarca liralık taksitleri ağzına hiç almayan AKP lideri IMF'ye borç vereceğimizi söyleyerek 2019'a yatırım yapıyor herhalde. Tabii Erdoğan bunları söylüyor da bu gerçeği yansıtıyor mu bunu izleyen pek yok. Eskisi gibi gazetecilik alışkanlıkları, fikri takip gibi ilkeler de olmayınca söylenen laflar söylendiği gibi kalıyor. İşte Liberal Demokrat Parti bir önceki Genel Başkanı Cem Toker gazetecilerin hatta ekonomistlerin yapmadığını yaparak IMF'ye başvurmuş. Toker IMF direktörlüğüne bir mektup göndererek “Türkiye'den borç istiyormuşsunuz. Ne zaman ve ne kadar istediniz?” demiş. Cem Toker “bakalım şimdi gelecek cevabı bekliyorum” diyor. Bir cevap gelir ve ben de öğrenirsem sizlerle paylaşacağım, merak etmeyin.
 

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
 

EMİR DEMİRİ BİRAZ ZOR KESİYOR GALİBA
 

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek televizyonlardaki komedi programlarını andırır bir törenle istifa etmişti. Gökçek uzunca bir konuşmayla Ankara'ya yaptığı hizmetleri anlattıktan sonra “Genel Başkanımın emriyle istifa ediyorum” demişti. Çünkü onlar dava adamlarıymış, bu davada liderin söylediğine harfiyen uyulurmuş, emir demiri kesermiş, falan filan.
İyi de anlamadığım şu; madem emir demiri kesiyor, Erdoğan söyler söylemez tartışmadan istifa etmek gerekiyordur değil mi? Gökçek ve diğer iki belediye başkanı neden emir gelir gelmez istifa etmedi? Melih Gökçek “emir demiri keser” diyor ama emre itaat etmeden önce ikisi sarayda biri de havaalanında üç kere görüştü Erdoğan'la. Bu görüşmelerde ne oldu? Gökçek bir türlü anlamadığı için Erdoğan emir tekrarı mı yaptı yoksa? Ya da karşılıklı “sen şöyle yaparsan ben de böyle yaparım” gibi bir tür pazarlıklar mı döndü? Ya da ne bileyim, bazılarının söylediği gibi istifadan sonra herhangi bir başka partiye geçilmeyeceği, AKP aleyhine tek kelime edilmeyeceğinin sözü mü verildi, bunun için bazı belgeler mi imzalandı? Bu arada istifa konusunda en hevesli isim olarak Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel ortaya çıktı. Türel “Sayın Genel Başkanımın emir vermesine gerek bile yok, ima etmesi halinde bile derhal istifamı veririm, beni seçilmem için bu göreve layık gören kendisidir” dedi. Sanıyorum “yalakalık madalyası” tahsis edilse açık ara bu kişi kazanır.

 

FIKRA GİBİ
 

FİNANSMAN BİR ÇÖZÜLSE TÜRKİYE’yi KİMSE TUTAMAZMIŞ 
 

Haberi en büyük gazetenin ekonomi sayfasında okudum. Hani başka gazete olsa “laf olsun torba dolsun” örneği gibi olduğunu düşüneceğim. Ama öyle değil. Şimdi dedikodu gibi olmasın diye şirketin adını yazmak istemiyorum, ayıp olmasın. Habere göre bir inşaat şirketimiz dünyanın çeşitli ülkelerinde iş yapıyormuş. Afrika'ya da girmek istiyorlarmış ama şimdilik bunu yapmıyorlarmış. Aslında Afrika'ya girerlerse Çin'i bile sollarlarmış. Buraya kadar hiç itirazım yok. Her şirket böyle düşünebilir. Ancak bunun böyle olmamasının tek nedeni finansman sorununun çözülememiş olmasıymış. Eee, finansman sorunu olmasa zaten herkes çok başarılı işler yapabilir. Bu meşhur tarihi hikayeye benziyor. Hani komutan askerlerine saldırı emri vermiş, ama “barut yok” demişler ya. Bu da tıpkı böyle. Finansman olsa Çin'i bile sollayacağız da yok işte. İktidara yaranmak amacıyla Türkiye'yi abartmak için bakalım daha ne numaralar yapıldığını göreceğiz.
 

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
 

ÇOÇUK HAKLARI NOBEL’i BU YIL TÜRK’E VERİLDİ
 

World of Children Foundation Türkçesiyle Çocukların Dünyası Vakfı her yıl verdiği büyük ödülü bu yıl Lösemili Çocuklar Vakfı (LÖSEV) Kurucu Başkanı Prof. Dr. Üstün Ezer'e vermeyi kararlaştırdı. Çocuk hakları konusunda dünyanın en saygın kuruluşlarından biri olan vakfın bu ödülü “Çocuk hakları Nobel'i” olarak anılıyor. Vakfın bu yılki ödül kararını açıklayan yönetim kurulu başkanı Harry Leibowitz'in “Yıllar önce (Nobel ve Pulitzer Ödülleri'ni takip ederken edebiyat, tıp, kimya, sinema gibi alanlarda ödül veriliyor da neden çocuk hakları alanında ödül verilmiyor?) diye düşünülmüştü. Çünkü çocuklara yardım etmenin en güzel yolu, hayatlarını bu çocukların yaşamlarını güzelleştirmeye adamış insanları bulmak ve ödüllendirmektir. İşte bu nedenle Türkiye'den Dr. Üstün Ezer seçilmiştir” dediğini öğrendim ve gerçekten ben de mutlu oldum.
Prof. Dr. Üstün Ezer 2 Kasım'da vakfın New York'ta düzenleyeceği onur gecesinde ödülünü alacak.

https://twitter.com/can_atakli_