BUNU YAZMAK GEREK

Tek başına denize girmek yasak, beş bin kişinin lebalep maç seyretmesi serbest

Çok garip bir “tam kapanma günleri” yaşıyoruz.

Hesapta tam kapanma kararı alındı değil mi?

Ama öyle değil işte.

O kadar geniş bir muafiyet uygulanıyor ki, neredeyse evinde kalan yok.

Evden çıkamayanlar hepsi aşı olmuş 65 yaş üstü vatandaşlarımızla 20 yaş altı çocuklar ve gençler.

Aşı olmayanlar ise sokaklarda.

Tabii durum böyle olunca ortalık yine ana baba gününe döndü, eleştiriler yükseldi.

Bu sefer alelacele bir karar çıkardı İçişleri Bakanı, dedi ki; “e-Devlet’e yeni bir buton ekledik, buna basın, muafiyet ve seyahat talebinizi anında alın.”

Yapın bakalım ne oluyor?

Ben yaptım olmadı.

Yüz binlerce kişi de yapmış, olmamış.

Arada alabilen çıkmış ama çok kişi e-Devlet’ten izin kağıdı almayı becerememiş.

Bu kez bir gün önce, “Biz işte böyle büyük devletiz” diye hava atan İçişleri Bakanı çark etti ve “elle yazılmış izin belgelerinin hafta sonuna kadar geçerli olacağını” ilan etti.

Eh bu hafta sonunu bulduktan sonra kalıyor zaten bir hafta.

Onu da idare eder herkes.

Tabii “amanın etraf çok kalabalık” eleştirileri yükselince, İçişleri Bakanımız başka bir eylem daha yaptı.

“Madem beceremedik bari kontrolleri sıklaştıralım” diyerek polisi ve jandarmayı seferber etti.

Bakanlık açıklamasına göre, cumartesi ve pazar günleri yapılan denetimlerde 66 binden fazla kişiye işlem yapılmış.

Bu kişilere 3 bin küsur lira da para cezası kesilmiş.

Ama bu cezalardan en komik olanı Datça’da bomboş sahilde denize giren bir vatandaşa kesilen ceza…

Polis, denize tek başına giren adamı sahile çıkması için beklemiş ve basmış cezayı.

Adamcağız itiraz etmiş, “Bakın” demiş, “ileride denize giren kalabalık bir grup var, ben onları görünce burada tek başıma denize girmenin sakıncalı olmadığını düşündüm.”

Polisler, “Olabilir ama onlar turist, sen bizim vatandaşımızsın, denize girmek sana yasak” diyerek cezayı yazmışlar.

Elbette bir kişinin denize girmesinin pandemiye en küçük bir etkisi olmayacaktır ama kuralın uygulanması açısından bu cezanın yazılması normaldir.

Ama kendi vatandaşına ceza yazan polisin sıra turistlere gelince sessiz kalması olacak iş değil.

Bunun yanı sıra Datçalı adam tek başına denize girdiği için cezalandırılırken, aynı gün Giresun ve Adana’da yapılan futbol maçlarına beşer bin seyirci alındı.

Tribünleri lebalep dolduran taraftarlara polis en küçük müdahalede bulunmadığı gibi, kimseye de ceza kesilmedi.

Yine aynı gün İstanbul’da üstelik devletin üst düzey yöneticileri maske mesafe koşullarına hiç uymadan lebalep biçimde bir cenaze namazına katıldılar.

İşin tuhafı böyle bir kalabalığa müdahale etmesi geren İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü de o cenazedeydi.

O halde, “disiplinin sağlanması ve kuralların uygulanması için tek başına bile olsa Datçalı vatandaşa ceza yazılmasını haklı bulan görüşümü” geri çekiyorum.

O adamın hiçbir suçu yoktur ve verilen ceza iptal edilmelidir.

Lebalep dolu maçlara ve cenaze törenlerine ağızlarını açıp tek kelime söyleyemeyenlerin, tek başına denize giren birine ceza yazmaya hakları yoktur.

KOMİK

Böyle bir ülkeyiz işte, tam kapanmamızı da kendimize benzetiriz

Sosyal medya tam kapanma üzerine espriden geçilmiyor.

Bu kadar acemilik ve beceriksizlik yapılınca şakalar da çoğalıyor.

Dün gördüğüm birkaç espriyi size de aktarayım;

– Dünyada koronayı en yanlış anlayan ülkeyiz.

– Sokakta bulaşır otelde bulaşmaz.

– Gün içi 9-18 arası bulaşmaz, geri kalan saatlerde bulaşır.

– Fakire bulaşır, zengine bulaşmaz.

– Hafta sonu bulaşır, hafta içi bulaşmaz.

– Tek başına yüzerken bulaşır, statta 5000 kişi maç izlerken bulaşmaz.

– Vakit namazında bulaşmaz, teravihte bulaşır.

– Aşılıya bulaşır, aşısıza bulaşmaz.

– Tatil evinde bulaşır, patates-soğan kapışmasında bulaşmaz.

Ve Yılmaz Özdil tweeti; Dün parktaki bankta tek başına oturduğu için tam kapanma kapsamında ceza yiyen vatandaş, bugün yüzlerce kişiyle metrobüse binerek tam kapanma kapsamında işe gitti… İleri demokrasinin ileri zekasıyla yönetilmek şahane bir duygu!

ÖNERİ

Taksim Camii’nin açılışı ertelenmeli

İktidar medyasının irilerinde dün Taksim Camii’nin 7 Mayıs günü açılacağına ilişkin haberler vardı.

Her ne kadar duvar arkasında kaldığı için Taksim Meydanı’ndan tam olarak görünmese de güzel bir cami oldu.

Tabii yine özgün bir tasarımı yok bu caminin de.

Eğer Mimar Sinan olmasaymış bizim mimarlar nasıl cami yapacaklardı çok merak ediyorum, hepsi Sinan’ın kopyaları, hiçbirinde yenilik yok, sembol yok, mesaj yok.

Büyük bir heyecanla caminin açılacağı belirtiliyor ama kılınacak ilk cuma namazı yani 7 Mayıs günü, tam kapanma günlerine denk geliyor.

Tamam camiler açık ve mesafe kurallarına uyulması şartıyla camiler açık tutuluyor ama dinci çevrelerin 100 yıldır beklediği müjdelerden biri olan Taksim Camii’nin açılışı pandemi kurallarının yine ayaklar altına alınmasına neden olacaktır.

Açılışa AKP Genel Başkanı da gelecek.

Onun gittiği yerlerde biliyorsunuz pandemi yasaklarına uyulması gerekmiyor.

Bu durumda Taksim Camii’nin açılışı tıpkı Ayasofya gibi mahşeri bir kalabalığa yol açacaktır.

Bu da günlerce yapılan fedakarlığın bir anda yok olmasına neden olabilir.

Önerim şu ki, yetkililer bir daha düşünseler ve Taksim Camii’nin açılışını 17 Mayıs sonrasına ertelesinler.

Taksim Camii 15 gün sonra açılsa kimse bir şey kaybetmez, aksine sağlımız açısından çok şey kazanılır.

İRONİ

Yazıktır, günahtır Tayyip Erdoğan’a da

Valla ben ara sıra AKP Genel Başkanı için üzülmüyor değilim.

O kadar çok iş yükleniyor ki, bir gün ambale olacak diye korkuyorum.

Tabii hiç gereği yok bu kadar işi birden üstlenmesinin.

Ama belli ki iktidarı bırakmaktan o kadar korkuyor ki, “onu ben yapacağım, bunu da ben yapacağım, şu da benim” telaşı ile her şeyi yapmaya çalışıyor.

Bilmem dikkatinizi çekiyor mu ama AKP Genel Başkanı, geçmişin cumhurbaşkanı, başbakanı, Meclis Başkanı, Genelkurmay Başkanı, iç ve dış işleri, adalet ve savunma bakanları, MİT müsteşarı, Merkez Bankası Başkanı gibi çok önemli kurumların başındakilerin toplam
yetkilerinden çok daha fazlasını 
kendinde topladı.

Tüm bakanlıklardaki ve belediyelerdeki personelin disiplin amirliğini de üstlendi.

Böyle bir görevi aklı başında hiçbir insanoğlu kabul etmez.

Korkarım Erdoğan da bir gün olduğu yerde kalıverecek, “Yapmıyorum artık, benden bu kadar” deyiverecek.

Der mi?

YENİ ÖĞRENDİM

Camilerin teravih dışında neden açık tutulduğu şimdi anlaşıldı

Tam kapanma adı verilen yeni önlemlerin uygulamaya başlanmasıyla birlikte, camiye gitmenin eğer yürüme mesafesindeyse serbest olduğu açıklanmıştı.

Ben de sormuştum; “Gündüz açık olan camiler neden sadece teravih namazı için kapatılıyor?” diye.

Teravih namazına engel, gece sokağa çıkma yasağının ilanıyla ortaya çıkmıştı.

Ancak şimdi tam gün sokağa çıkma yasağı var ve camiler gün içinde açık.

Nedenini öğrendim.

Herkese oranla daha dindar olanlar, ramazan ayının son 10 gününde “itikaf” adı verilen bir ibadeti yerine getirmek için camilerde oturuyor gün boyu.

10 gün boyunca gün içindeki zamanı camide geçiren dindarlar, Allah rızası kazanmak için belli bir edep ve adap içinde sürekli ibadet halinde oluyorlar.

Amacı da şu: Günün koşulları içinde modern hayatın bazı kurallarına uymak zorunda kalan ve İslamiyet’in işaret ettiği nefis terbiyesine ve ibadete yeteri kadar yer ayıramayan dindarlar, bu 10 günü camide ibaretle geçirerek sevap kazanmaya çalışıyor.

Geçen yıl camilerin kapalı olması nedeniyle itikaf yerine getirilememişti.

Meğer bu konu dindar çevrelerde hayli eleştiri konusu yapılmış.

Anlaşıldığı kadarıyla iktidar bu yıl itikafın yapılmasını önlemeyi göze alamadı.

Tabii şunu da ekleyeyim, her ne kadar ibadete zaman ayıramayan dindarlar için bulunmuş bir çözüm olsa da itikaf, ibadetini olabildiğince yerine getirmeye çalışanlar tarafından pek bilinmiyor.

İtikafı yine cami cemaati yerine getiriyor.

“Nereden biliyorsun?” diye sorarsanız dün beş vakit namaz kılan, oruç tutan, bazıları ise oruç tutan ve cuma namazına giden en az 10 tanıdığıma sordum “itikafın ne olduğunu”, hiçbiri bilemedi.

https://twitter.com/can_atakli_