İstanbul’da trafik yoğunluğu artık dayanılmaz bir hal aldı. 1999 yılından bu yana İstanbul’da yaşıyorum. Hem Anadolu yakasında oturdum hem de Avrupa yakasında oturdum. İki yaka arasında uzun süre gidip-gelen birisi olarak İstanbul trafiğinin en merkezi noktalarını sürekli gözlemlemiş birisiyim.
Sürekli yollar yapılıyor, ilave şeritler ekleniyor, köprüler ve üst geçitler yapılıyor. Ana arterlerde yan yol uygulamasına geçildi. Bu şekilde trafiği aksatıcı indi-bindi yapan toplu taşıma araçları ve yola katılıp-çıkacak araçlar yan yola alınarak, trafik akışını engelleyen faktörler ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Ancak trafik sorunu çözmek için yapılan hiçbir hamle işe yaramadı. Geldiğimiz noktada trafik sorunu gün ve gün daha da artmaya devam etmektedir. Artık İstanbul için trafik işkencesinden bahsedebiliriz. Bundan beş yıl önce sadece mesaiye gidiş-gelişlerde yoğun bir trafik olurdu. Artık günün her saati İstanbul’un önemli noktalarında trafik yoğunluğu yaşanmaktadır. Neden böyle olduğunu bildiğim ve öğrendiğim kadarıyla anlatmaya çalışacağım.
İstanbul trafiğinin rahatlaması için yapımı devam eden üçüncü boğaz köprüsü ve üçüncü çevre yolu projeleri var. Konunun uzmanı bilim adamları yapılacak yol ve köprünün trafik sorunu çözmeyeceğini bilimsel veriler ışında sürekli açıkladılar ve açıklamaya devam ediyorlar. Ancak hükümet bunlara kulağını tıkıyor. Kulağını tıkamanın ötesinde bilimsel veriler ışığında gerçekleri açıklayan herkesi düşman ilan edip kendi siyasi kitlesine de hedef göstererek onların da bu bilgilere inanmamasını istiyorlar. Üstüne bir de ihaleler yapılarak inşaatlar başlayıp onca doğal alan yok edildikten sonra ulaştırma bakanı çıkıyor “Kimse üçüncü köprüden İstanbul trafik sorununu çözmesini beklemesin”, “Havaalanı için durum faklı mı?”, “İki havaalanı yetmiyor, üçüncü havaalanı şart” diyor.
Üçüncü havaalanı inşaatı başlayıp, doğal alanlar katledilince “THY Genel Müdürü ağzından baklayı çıkardı “Atatürk havaalanı kapatılacak.” İşte, mevcut hükümetin büyük projelerde uyguladığı genel metot budur.
18-19 Kasım‘da iki gün süren "İstanbul Depreme Hazır mı?" sempozyumu yapıldı. Birçok bilim adamı, sanatçılar, basından temsilciler, sivil toplum temsilcileri vardı. Ancak salonda ilk başta olması gereken karar verici siyasiler yoktu. Koca İstanbul’dan sadece iki ilçe belediye başkanı vardı. Sempozyumu iki gün süresince takip eden Avcılar Belediye Başkanı Handan Toprak Hanım teşekkürü hak edenlerden.
Sempozyumun genel söylemi; bilgi var, bilim var, araştırmalar var anca bunu uygulayacak siyasi irade yok. Zaten siyasi karar vericiler sempozyuma katılmayarak bilime olana bakışlarını göstermiş oldular. Bu zihniyet tabii ki ülkeyi ve şehirleri yönetirken bilimden ve bilimin verilerinden uzak duracaktır. Bu anlayışta olanlar ülkeyi ve şehirleri sadece kendi çıkarları doğrultusunda yönetirler. Bu durumda kaybeden de elbette halk olur.
Sempozyumda AKUT Yönetim Kurulu Başkanı Nasuh Mahruki, İstanbul’un çok kalabalık olduğunu söyledi. Kalabalık demesinden kasıt şehrin artık kapasitesini aşan bir nüfusun barındırdığıdır. Tabii ki şehrin kapasitesi üzerinde nüfuslanması birçok soruna yol açmaktadır. Ancak bunun altında yatan, siyasi erkin uyguladığı ekonomik modeldir.
1923’de Türkiye “Üretim Ekonomisine” geçmiş, ülke her alanda üretim yapmaya başlamıştır. Ancak Atatürk’ün ölümüyle emperyalistler devletler Türkiye’nin ekonomik politikalarına müdahale ettiler. 1950’den sonra gelen siyasi anlayışla beraber, Türkiye hızla üretimden uzaklaştırılıp, tüketen ekonomiye doğru yönlendirildi. 1950’lerde yaşanan bu kırılma ile başlayan çizgi 1980’lere kadar sürdü. 1980 Askeri darbesi ve arkasından gelen siyasi anlayış Türkiye ekonomisinde ikinci büyük kırılmaya yol açtı. İthalatın patladığı ve yerli üretime ağır darbe vurulduğu bir dönem oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında yerli sanayinin gelişmesi ve korunması için uygulamaya başlanan ithal ikame politikası tamamen terk edilmiş oldu.
2001’de devreye sokulan ekonomik kriz ve 2002’de gelen yeni siyasi hükümetle Türkiye ekonomisinde üçüncü büyük kırılma yaşandı. Yerli üretim hızla düşerken, yerli üretim kurumları hızla yabancıların eline geçti. 2002’den günümüze tarımda ithalat miktarı 4 katına çıktı. Bunun anlamı tarımda büyük bir üretim düşüşü demektir.
Özellikle tarımda yaşanan bu üretim düşüşü ve tarıma dayalı sanayinin yok edilmesi sonucunda insanlar toprağından, yöresinden kopup akın akın büyükşehirlere geldi. Özellikle en büyük nüfus akışı İstanbul’a oldu. Bugün halkımızın %80‘i şehirlerde yaşıyor, %20’si köylerde yaşıyor. Köylerde yaşayan nüfusun ise çoğunluğu 65 yaş ve üstü insanlar. Görünen o ki köylerde tarımsal üretim yok olma noktasına gelmiş.
Bu yaz aylarında yirmiye yakın il ve civarını gezdim. Köylere uğradım ve verdiğim rakamların doğru olduğunu gözümle de gördüm. Artık köylerde üretim yapacak genç nüfus kalmamış. Buna ülkeyi yöneten siyasi erkin ekonomik politikaları sebep olduğunu söyledik. Boş kalan topraklarımızın yabancılar eliyle kullanılmaya başlandığını gördüm. Yönetimde olan hükümet meraları imara açarak, nişasta bazlı şeker (NBŞ) kotasını arttırarak tarımsal üretime darbe vurmaya devam ediyor.
NBŞ kotasını arttırmasıyla 20 bin pancar üreticisi toprağından, işinden koptu. Tarımdan kopan nüfus kendi yaşam yerlerinden göçüp büyük kentlere geliyor.
Sempozyumda da dile getirildiği gibi artık yol, köprü yaparak İstanbul trafiğini çözme imkânı yoktur. Yapılacak olan ülkede üretimi canlandırmak, Anadolu’da cazibe merkezleri yaratıp insanları kendi bölgelerinde yaşamasını sağlayıcı tedbirlerin alınması gerekiyor. Türkiye’de 81 tane il varken nüfusun yarıya yakını sadece 5 ilde toplanmıştır. Tabi ki bunun sağlıklı bir nüfus dağılımı olmadığı ortada. Sadece nüfus dağılımı değil Türkiye’nin sanayisi de bu beş ilde toplanmıştır. Bu illerde olacak her sorun doğal olarak tüm ülkeyi etkilemektedir.
Sonuç olarak diyeceğim, bir ülke bilimle, bilgi ile yönetilmelidir. Yaşanan sorunlara güncel çözümler yerine kalıcı çözümler bulunmalıdır. Bir ülke yönetilirken bilim insanları, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum örgütleri, sanatçılar, aydınlar yöneticilerin sürekli başvurduğu kişi ve kurumlar olmalıdır.
Trafik sorunu deyip geçmeyin, altında ekonomik ve siyasi kararlar yatmaktadır. Ulaştırma ve enerji politikalarının da etkisi olduğunu da unutmayalım.
https://twitter.com/nasuhbektas
https://www.facebook.com/bektasnasuh