UTANIYORUM!..
Çocukluktan gençliğe adım attığım, diğer bir deyişle düşünmeyi öğrendim zamandan beri, her türlü olumsuzluğa karşın sık sık ve de büyük bir keyifle şöyle derdim:
-Türkiye'de doğmuş olmaktan, bu ülkede yaşamaktan, Türk olmaktan onur duyuyorum.”
Halbuki 70'li 80'li yılların acımasız çarklıları arasında yitip giden gençliğe mensuptum. Ölümlerden, işkencelerden hapishanelerden geçen, her lafına, her hareketine kuşkuyla bakılan, itilip kakılan, hor görülen ama baş eğmeyen o gençliğe!... Ülke zifiri bir karanlıktan geçiyordu. Profesörler, gazeteciler, öğretmenler, savcılar, öğrenciler, Türkiye'nin yarınlarını yaratacak aydınlar kalleşçe yok ediliyordu. Yok edilmeyenler ise bastırılıyor, sindiriliyor, un ufak ediliyordu. Kafası çalışan, düşünebilen herkes o görünmez cenderenin arasında eziliyordu. Nefret etmek, düşman olmak, terk etmek için binlerce neden vardı. Ama aynı zamanda umut vardı, özveri vardı, içimizde özenle sakladığımız yarınlara ulaşma hırsı vardı.
-Ve en önemlisi namus vardı!...
Artık o inanılmaz keyif aldığım cümleyi kullanmıyorum. Kullanamıyorum!... Artık sık sık adam gibi adam herkese soruyorum;
-Böyle bir ülkede yaşamaktan utanç duymuyor musunuz?!.
Bir tarafta dini inançları, insan aklının almayacağı denli rezilcesine siyasete alet edenler... Kendinden olmayanı “kafir” ilan edip, iktidara “kanlı mı yoksa kansız mı" geleceği hesabını yapanlar... Her fırsatta çağdaşlığa, özgürlüğe, demokrasiye karşı olduklarını haykıranlar... Bu türden konuşmalar yaparken aslında insan onuruna, insan haysiyetine düşman olduklarını itiraf edenler...
Diğer tarafta devlet içinde yuvalanmış eli kanlı çeteler. Bunların işlediği cinayetler, yargısız infazlar... Uyuşturucu işinden elde edilen milyarlarca dolar... Artık DGM Başsavcılığı'nın Meclis'e gönderdiği fezlekede bile açık çık anlatılan siyaset ve aşiret bağlantıları. Aslında herkesin bildiği, ancak bir türlü ulaşılamayan asıl çete başları...
Üzerimizdeki ölü toprağı!..
Yeni dünya düzeni, yükselen değerler adı altında, yolsuzluğun, namussuzluğun , hırsızlığın neredeyse olağan kabul edildiği bir düzen. Bu soygun düzenine, her türlü ödünü vererek ele geçirdikleri gazete köşelerinde ya da televizyon ekranlarında omuz veren, methiyeler yazan, adına gazeteci demeye utandığım bir takım soysuzlar!..
Bu iğrenç düzen herkesin gözü önünde büyük bir pişkinlik ve cesaretle sürdürülürken, her türlü değer ayaklar altında çiğnenirken , hala kısır çekişmelerle, inanılmaz bir aymazlıkla ülkenin uçuruma sürüklenmesini seyreden muhalefet partileri…
Ve, bu düzenin yaratıcılarını hala başımızda tutan, onlara bu düzeni sürdürme fırsatını oylarıyla sağlayan, “Her ulus müstahak olduğu biçimde yönetilir” deyişini haklı çıkartan, aslında üstündeki ölü toprağını atsa, sadece bakmayıp, görmeyi denese mucizeler yaratabileceğini çok kez ispatlamış olan halkımız!...
Şimdi bu yazıyı okuyan herkese soruyorum:
-Siz böyle bir ülkede yaşamaktan utanç duymuyor musunuz?
Yanıtınız "evet" ise atın üzerinizdeki o “ölü toprağını”, vakit çok geç olmadan…
Vatansız kalmadan!..
İçim burkularak yazdığım bu makale geçen yüzyılın sonlarına, 1997 yılına ait!..
Üstelik, o pek ünlü 28 Şubat kararlarından yalnızca bir ay kadar sonra kaleme alındı… REFAHYOL hükümeti görev başındaydı ve halkın öenemli kesimi bu “İslamcı-faşist” iktidara karşı protestosunu adeta haykırıyordu. “Aydınlık için bir dakika karanlık” eylemine 26 milyon kişi katılmıştı. Kadınlar, gençler ellerinde tencere, tavalarla sokaklardaydı..
Ancak büyük çoğunluğun görmediği, göremediği, tüm yakıcılığı ile üstümüze çöken acı “gerçek” ise başkaydı:
-Taa 1950’lerden beri, hükümetler değişiyor, ama “iktidar” değişmiyordu!..
Olan, yalnızca göbeğinden ABD’ye bağımlı “sağcı” hükümetlerin konjunktüre bağlı olarak nöbet değişimi yapmasıydı, o kadar!.. Batı’ya göre “işler kötü gittiğinde” ise devreye darbeler giriyordu.. Durum denetim altına alındıktan sonra da sözde yeniden demokrasiye geçiliyor, bir başka “bağımlı”sağcı hükümete gerçek iktidar sahiplerinin istediği şekilde yönetmesi için izin veriliyordu!.. Ve her gelenin, gideni arattığı, sürekli başaşağı giden yarım asırlık sürecin sonunda sağın en belalı en radikal, gerici-yobaz-soyguncu kafasına teslim olduk!..
O gün gerçekten üzülerek yazdığım “utanıyorum” yazısına bir de bu gözle bakın lütfen; neredeyse 20 yıl sonra çok daha beter bir kıskacın içinde nasıl çırpındığımızın farkına varacaksınız… Üzerine ölü toprağı yığılmış ulusların ne şekilde gerilediğini, köleleştiğini, sonuçta ise “her türlü rüzgara kapılıp savrulan” bir güruh haline dönüştüğünü göreceksiniz!..
O zaman bile dağınık, savrulmaya, yönlendirilmeye açık muhalefetin bugün, o günden bile zavallı durumda olduğunu görmenin de iç acısını yaşayacaksınız doğal olarak!..
-Peki her türden baskıya, zorbalığa karşın teslim olmayan, direnmeye gayret eden Türkiye’nin en az yarısının ne günahı var?..
Bir soru da on milyonlarla ifade edilen o insanlara:
-Sizler, bir türlü gerçek bir muhalefet yapamayan, partilerinizi niçin silkelemiyor, umut veren, önderlik eden bir konuma gelmeleri için zorlamıyorsunuz?..
Geçen yüzyılın sonunda kaleme aldığım yazımı “vakit çok geç olmadan” sözcükleriyle bitirmiştim. Bugün artık hükmü yok!.. Bugünün sözcükleri çok daha ağır:
-Haymatlos olmadan, yani vatansız kalmadan ayağa kalkın!!!
NOT: Siz bu yazıyı okurken ben Berlin’de Alman Meclis’inin “Ermeni Soykırımı” palavrasını yasalaştırma çabasına karşı Türk derneklerinin düzenlediği protesto mitinginde olacağım. İzlenimlerim Salı günkü yazımda...
https://twitter.com/umit_zileli