VATANSIZ SOLCULAR!..

Aslında, sol adına ne varsa tavan arasına kaldırdıklarından bu yana neredeyse 40 yıl geçti!..


Daha önceki yıllarda bile, solun vazgeçilmez temeli olan anti emperyalist duruştan sıyrılmaya, “Tam Bağımsız Türkiye” sloganından kurtulmaya hazırdılar... En büyük yetenekleri, amip hızıyla bölünmek, kendi gettolarını, kendi çetelerini yaratmak, gencecik çocukları “devrim”, “sosyalizm” yalanlarıyla ateşe sürmek, o çocukların üzerinden elde ettikleri rantın üzerine yatmaktı... Devrimci önderlerin, Denizlerin, Mahirlerin, Kaypakkayaların, Sinan Cemgillerin, yurtdışında sürgünde ölen Hikmet Kıvılcımlıların yani gerçek devrimcilerin ve sosyalistlerin faşist yönetim tarafından alçakça yok edilmesi, tasfiyeye uğraması da  bu beşinci sınıf tiplerin meydanı iyice boş bulmasını, dizginleri ele geçirmesini sağladı ne yazık ki...


Başına geçtikleri, “örgüt” adını verdikleri yapılar, aslında mafya tipi ilişkilerin geçerli olduğu, tek adama dayalı haraç ve kaba güç şebekeleriydi.. Ele geçirdikleri, inandırdıkları gençleri, gözlerini kıpmadan harcadılar... Durumun farkına varan, baş kaldıranları acımasızca un ufak ettiler... Kurdukları düzene tehdit olabileceğini düşündüklerini ölüme göndermekten bile çekinmediler... Ve beyler, paşalar gibi yaşam sürdükleri bu düzenin mezesi olarak hep o sözcükleri,“devrimi”, “Sosyalizmi” afişlerde, broşürlerde, beş para etmeyecek kitap müsveddelerinde hiç utanıp sıkılmadan kullandılar


-Halkı gerçek devrimcilerden, gerçek sosyalistlerden uzaklaştırmayı da başardılar tabii!..


12 Eylül karşıdevrimi bir yanıyla da turnusol kağıdı görevi yaptı...


Faşizm, solun üzerinden bir buldozer gibi geçerken, yüzbinlerce insan işkencelere yatırılır, onlarca genç darağaçlarında sallandırılırken, bu tiplerin bir bölümü kapağı yurtdışına attılar ve aynı alçakça düzeni Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da, Belçika’da, Hollanda’da, İsveç’te sahneye koymaya başladılar.


Gitmeyenler ise kabuk değiştirmeye, üzerlerinde zaten eğreti duran sol kimliklerinden soyunmaya başladılar. Sol ideolojinin iyice gözden düşürülmesi, ülkenin tamamen sağcı ideolojiye teslim olması sürecinin piyonları olarak cansiperane hizmette bulundular.


Ağırlıklı bölümü işadamı oldu zaten!. Öyle olunca yeni bir tanrı ve yeni bir ideoloji de gerekiyordu tabii!.. Bir bölümü açıkça Liberalizm sözcüğünü telaffuz etmeye başladı...  Sapına kadar Özalizmin müridi kesiliverdi

 


“Bağımsızlık değil, karşılıklı bağımlılık!”                                             

    


Solculuk etiketinin hala para ettiğini düşünen, aydın, gazeteci, işadamı kılıklı dönekler ise bu etiket altında vatansızlaştı... En gerici, en hırsız, en vatansız iktidarları işte o etiket altında desteklediler. Onlar için “bağımsızlık” boş bir laftı artık, günümüzde olması gereken “karşılıklı bağımlılıktı!.”. Örneğin Türkiye ile ABD birbirine karşılıklı bağımlıydı, iyi mi?!.. Yani dünyanın en büyük emperyalisti ile ekonomisi 18. Sırada yarı bağımlı Türkiye birbirine bağımlıydı!!! Üstelik bu soysuzca yalanı ekranlarda pazarlamaktan da geri durmadılar...


Bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin memuru olmayı içlerine sindirebilen, sosyalizmden hiç bir şekilde nasibini almamış, sosyalist etiketli zevat için, Sovyetler birliğinin yıkılması dönekliklerine de şahane bir bahane oldu. Artık ABD’nin neo-liberal ideologlarının eteğine  dilediklerince yüz sürebilirlerdi...


-Kral öldü, yaşasın yeni kral derken hiç yüzleri kızarmadı...


Ama “sosyalist” sıfatı altında geldikleri son nokta gerçekten “pes” dedirtti!..


Geçenlerde bir televizyon kanalındaki tartışma esnasında Mehmet Perinçek’in “solcu olmanın, sosyalist olmanın temel kriteri anti emperyalist olmaktır” sözlerine bu tiplerden birinin verdiği yanıt, vatansız solun hangi içler acısı noktalara savrulduğunu açıkça gösteriyordu:


-Anti emperyalizm yabancı düşmanlığıdır...


Vah ki vah! Televizyon ekranında iki de bir “sosyalist olmanın en önemli değeri vicdandır” diye kostaklanan bu döneklerin, Kapitalizmin son aşaması olan vahşi emperyalizme karşı olmayı, ırkçı parti ideolojisi ile eşdeğer düzeyde tutabilecek denli zavallılaşması, piyonlaşması nasıl bir duygu, nasıl bir vicdandır acaba?..


Ancak, “sosyalistler milli olamaz” , “Syriza da milli değil enternasyonalisttir” diyen bu muhtereme ve onunla pek güzel anlaşan ve paslaşan HDP’li ekürisine en güzel yanıt da yine Syriza’dan geldi: Kurdukları hükümetin adını“Milli Kurtuluş Hükümeti” ilan ettiler!..


-Milli lafından bile tiksinti duyan Vatansızlar koalisyonu pek üzülmüş, pek kahretmiştir zannımca!!!

 


PKK’dan özür dileyen solcu gazete!..

    


Dün, “Zübük Demokrasisi” yazımı gazeteye gönderdikten sonra gördüm haberi...


-Birgün gazetesi, Mine Kırıkkanat’ın söyleşisini sansürlemişti!..


Sansür başlı başına utanç verici bir durumdu tabii ama gerekçe yerlerde sürünüyordu; Mine, PKK’lı kadınların örgüt içinde değersizleştirilip aşağılandığını söylemişti, iyi mi!..


Anlı şanlı solcu Birgün ne yapmıştı peki?. PKK saflarından yükselen kızgın bağırtılar üzerine “ Ayy, vallahi Pazar naifliğimize geldi, hem soruda hem yanıtlarda kullanılan, eleştiri sınırları dışına çıkmış olduğunu gözden kaçırdık” mealinde içler acısı bir özür açıklaması yapmış. İnternet sayfasındaki röportajı sansürlemiş ve Röportajı yapan Özlem Özdemir’in durumunun da “gözden geçirileceğini” müjdelemişti!..


Sonra ne olmuştu peki?. Birgün bu jestiyle HDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan’dan koccaman bir aferin almıştı!..


Büyük bir öfke ve hayal kırıklığı ile bilgisayarın başına geçtiğimde aklıma epey bir süre önce Bülent Uluer isimli “solcu” muhteremin “antiemperyalizm artık yabancı düşmanlığıdır” sözleri üzerine yazdığım “Vatansız solcular” yazısı geldi. Emin olun daha iyisini yazamazdım... Üstelik dünkü yazımın doğal uzantısı gibi oldu...


-Sevgili Mine’ye armağanımdır!..


https://twitter.com/umit_zileli