VEDA MEKTUBU...
Sözcü Grubu’nun Halkalı’daki merkezinin bahçesindeydik...
Oraya toplanan, çoğu gazeteci, basın emekçisi kalabalık, çiçeklerle bezenmiş tabuta hala İnanmaz bakışlarla bakıyorduk... Mesela ben, Ertuğrul Akbay’ın yaşamını yitirdiğini öğrendiğim andan beri, neredeyse 24 saattir inanmayı, kabullenmeyi reddediyordum...
O ölemezdi ki, yaşamın olağan akışına tersti bir kere; o, vücudundan sağlık fışkıran, her daim gülümseyen, etrafındakilere enerji aşılayan, “Yaş 75 yolun yarısı” kitabını yazan, Sözcü ailesinin “Ertuğrul Ağabeyi” nasıl olur da üç günde toparlanıp giderdi?..
Evet, hastaneye yürüyerek gitmiş, doktorlara şikayetini anlatmış, yapılan muayeneler sonucu ciddi bulgulara rastlanılmış ve hemen yatırılmış ve ardından da yoğun bakıma alınmıştı....
-İşte sonsuzluğa giden 3 gün böyle başlamıştı...
O tabutun başında, Ertuğrul Akbay ile tanıştığımız akşam vaktini anımsadım... Ben daha 20’sine bile girmemiş gencecik bir maceraperest, o Türkiye’nin en meşhur gazetecilerinden biriydi... Yer, New York’un ünlü Soho bölgesinde “Butterfly” isimli bir Türk restoranıydı... Ben de bu restoranda barmendim!.. Ülkenin içine düştüğü kargaşadan bunalmış, yeni ufuklar keşfetmek üzere Avrupa’yı filan pas geçip ABD’ye gitmiştim...
Ancak davulun sesi uzaktan hoş gelir misali, daha 1 yıl bile dolmadan sıkılmış, Türkiye’yi gazetecilik günlerimi fena halde özlemiş, “döneyim mi?” sorusu aklımı kurcalamaya başlamıştı...
Düğümü Ertuğrul Ağabey çözdü... Onu restoranda görünce elim, ayağım birbirine dolaşmış, uçarcasına yanına gitmiş, tanışmıştım:
-Ben de gazeteciyim, biliyor musunuz?..
-Öyle mi? Okuyor musun burada?...
-Hayır üniversite Ankara’da ben buralarda!.. Ama özlüyorum doğrusu...
Yüzüme baktı, biraz düşündü sonra “seviyor musun gazeteciliği” diye sordu... Başka bir meslek düşünmediğimi, zaten iki yıl gazetecilik yaptığımı, iletişim fakültesinde okuduğumu söyleyince güldü, elini omuzuma vurdu ve şöyle dedi:
-Eee, hala ne duruyorsun buralarda o halde!..
Bir ay sonra Türkiye’deydim!..
Onurlu bir insanın ölümü...
Peki, nasıl olmuştu da, Ertuğrul Ağabey, yürüyerek girdiği hastaneden sonsuzluğa uçmuştu?..
Gazetede öğrendim gerçeği; evet 3 gün içinde gitmişti ama geride neredeyse 2 yıla yaklaşan “kahır günleri” vardı... Sözcü grubuna atılan iftiralar, gazete manşetlerine açılan davalar, biricik oğlu Burak Akbay’ın, gazete yazarlarının, adını bile tiksintiyle söyledikleri “FETÖ” ile ilişkilendirilmeye çalışılması, oğlunu, gelinini, ikiz torunlarını görememek, derin bir teessüre, giderek yüreğine yerleşen bir acıya neden olmuştu...
Son olarak, “gazete” sıfatlı bir yanaşma paçavranın, palavra olduğu, montaj olduğu, aşağılık bir yalan olduğu ülkenin en ünlü bilirkişileri, bilim adamları tarafından açık bir şekilde ortaya konan iftiraları bu acıyı katmerleştirmişti... Haysiyetsiz tetikçilerin köşelerinde, televizyonlarda savurduğu yalanlar ve o gazetenin sorumluları hakkında vakit geçirmeden suç duyurusunda bulunmuştu ancak yeni Türkiye’de adaletin işleyişini anlatmama gerek yok sanırım; toprağa verildiğinde dava devam ediyordu. Ancak O ne yazık ki bu davanın sonucunu göremeden dayanamadı, gitti...Teessür, acı, kahır, riya, yalan, iftira...
-Dağ gibi bir gazeteciyi ölüme yatırmıştı...
Helal olsun, helal olsun, helal olsun...
Aşağılık bir kumpas ile Ertuğrul Akbay’ı oğlundan, torunlarından, gözbebeği gazetesinden ayırdı... Peki, şimdi ellerini ovuşturan, zafer naraları atan insan kılığındaki mahlukat ne olacağını sanıyor, ne umuyor?..
Oğlu Burak Akbay, babasını uğurlayamamanın acısını anlattığı “Veda mektubunda” bunun yanıtını gayet güzel verdi:
-Onu bir daha göremeyeceğiz, sesini duyamayacağız ama onun bitmek tükenmek bilmeyen gazetecilik aşkı bize ışık tutacak ve onu her zaman içimizde hissedeceğiz. Ondan aldığımız güçle haksızlıklarla mücadele etmeye devam edeceğiz...
Sözcü Grubu, aynı yolda, aynı kararlılıkla, zalime, zulme, karanlığa, karşı kavgasını sürdürecek...
Medyanın yanaşma gazete ve televizyonları, karanlık ruhlu tetikçileri ise kurdukları kumpasların, attıkları iftiraların bedelini mutlaka ama mutlaka bağımsız yargı karşısında verecekler...
Burak Akbay, duygu yüklü veda mektubunun sonunda babacığına şöyle sesleniyordu:
-Tüm hakkım sana helal olsun, helal olsun, helal olsun...
Sözcü ailesi olarak biz de haykırıyoruz:
-Sonuna dek helal olsun, ruhu şad olsun...
https://twitter.com/umit_zileli