'VUR EMRİ' VERMEK BU KADAR KOLAY

Başbakan dün de kendi yandaş yalakalarını ters köşe yaptı.

Yalakalar PKK'lı teröristlerin askeri birliğe saldırıp gönderdeki Türk bayrağını indirmelerinden telaşlanıp "Aman çözüm süreci zarar görmesin, aman provokasyonlara dikkat" gibi sahte duyarlılık gösterisi yaparken Başbakan askeri azarlayarak "Herhalde ben Ankara'dan gelip de o bayrağı indireni indirmeyeceğim" dedi.

Türkçesi şudur; "Ey asker, o bayrak direğindekini neden vurmadın, onu da mı ben yapacağım?"

Başbakan alışık tabii.

Uludere'de farklı mı oldu? Gece yarısı Genelkurmay aradı. "Efendim istihbarat aldık, bir grup terörist sınırdan sızmaya çalışıyormuş, ne yapalım?"

Başbakan sordu tabii; "Ne yapılabilir?"

Cevap şöyleydi; "Henüz sınırı geçmediler emir verirseniz bir sınır dışı operasyonla imha ederiz."

Emir alındı, operasyon yapıldı. 38 Türk vatandaşı uçakların attığı bombalarla öldü.

Ne var ki, bu vatandaşlarımız terörist değil kaçakçıydı.

Yukarıda "mealen" yazdığım telefon konuşması hiç açıklanmadığı için terörist sanılan kaçakçı vatandaşlarımız da kim vurduya gitti.

Aynı Başbakan Gezi direnişi sırasında polisin orantısız güç kullanması ile ilgili çıktı "Emri ben verdim" dedi.

11 gencimizi kaybettik bu olaylarda.

Ölüm emri vermek bu kadar kolay işte.

O basılan askeri birliğin komutanı inisiyatif kullanıp arasa başbakanı "Vur gitsin" emri alacaktı belli. Yapamamış, basireti bağlanmış işte...

KIYAKÇILIĞIN SONU AYAKÇILIKTIR

Sarı Öküz hikâyesindeki gibi önce bir paşa, sonra bir paşa daha, ardından topluca paşalar, olmadı albaylar, binbaşılar, teğmenler. Birer birer tutuklandı, ağır hapis cezalarına çarptırıldı.

Ordu'nun gıkı çıkmadı, çıkamadı.

Sonunda iktidarın huyuna suyuna göre bir komutan bulundu, rahata erildi.

Ama işte o da tıpkı "Kıyakçılığın sonu ayakçılıktır" deyişindeki duruma düşüverdi.

Askeri birlik basılmış, teröristin biri göndere tırmanıp o birliğin en kutsal emaneti bayrağı indirip yere fırlatmış, sonra da elini kolunu sallayarak dışarı çıkmış; iktidarın huyuna suyuna güvendiği Genelkurmay açıklama yapıyor:

"Çok öfkeliyiz, ama serinkanlılığımızı koruduk."

Yani maksat "aman açılıma bir zarar gelmesin."

Başbakan ne diyor; "Öyle komutan mı olur yaaaa, o bayrağı indireni ben mi gelip indirseydim yani?"

Ayakçılık durumuna böyle düşülüyor işte.

ATATÜRK'Ü UNUTAN MEDYAMIZ 3. HAVALİMANI'NA İSİM ARIYOR

Soru sormayı çoktaaaan unutmuş olan medyamız Başbakan'ın temelini attığı 3. Havalimanı'na henüz bir isim konulmamasına şaşırmış.

Başbakan'a soramıyorlar, haber yapmışlar; "Erdoğan isim söylemedi."

Sorsana kardeşim. Soramaz ki, sıkaaar.

Canımı sıkan şu; bu ne aymazlıktır ki medya 3. Havalimanı'na isim arıyor.

Yenisi yapılınca Atatürk Havalimanı ne olacak?

Bilmiyoruz. Muhtemelen şimdi birileri elde kalem kâğıt rantı hesaplıyordur.

Madem 3. Havalimanı Cumhuriyet'in zafer anıtı, o halde bu anıtın adı da tartışmasız Atatürk olmalı.

Ama yapmazlar, asıl amaç Atatürk'ün izini de adını da tamamen kazımak değil mi?

BİZ BİLİRİZ

Adam kahvede Başbakan'a saydırıyor da saydırıyor. Eh elbette bir "sayın muhbir vatandaş" var orada. Hemen arıyor polisi; "Adam" diyor, "Başbakan'a küfrediyor."

Polis geliyor hemen, adam yaka paça doğru karakola.

Yaptığını anlayan adam başlıyor kendini savunmaya. "Yahu nereden çıkardınız bizim başbakana küfrettiğimi, ben şu komşu ülke var ya onun başbakanına saydırıyordum" diyor.

Polis kelepçesini biraz daha sıkarken adamın kulağına fısıldıyor; "Haydi len, kimi kandırıyorsun, biz hangi ülkenin başbakanına küfredileceğini bilmez miyiz?"


https://twitter.com/can_atakli_