YENİ TÜRKİYE'nin OLAĞAN HALLERİ!..
Gece yarısı bir telefon sesiyle uyanmaktan çok korkarım...
Telefon gece yarıları nedense daha bir acı çalar... Ve hep, bir yakınımla, bir sevdiğimle ilgili kötü haber alacakmışım duygusu uyandırır bende.. Böyle kötü anılarım da var...Üstelik genel olarak da öyledir; bugüne kadar iyi haberin gecenin köründe geldiğini ne gördüm ne de duydum... Askerdeyken bir arkadaşımın söylediği şu sözleri hiç unutamadım mesela:
-Kötülük karanlığın arkadaşıdır, iyilik de aydınlığın!..
Sabah saat 05.30.... Telefon acı acı çaldı... Zaten uyuduğumda ikiye geliyordu. İzmir’e gelince dostlar, arkadaşlar, balık, ayran(!) derken zaman çabuk akıp, gider... Bu kenti o kadar severim ki, uyku uyumak ona ihanetmiş gibi gelir!..
Bu tür telefonlara duyarlığımdan mı nedir ikiletmeden fırladım, açtım... Otelin resepsiyon görevlisi, biraz da çekinden bir sesle “Ümit Bey” dedi. Saate baktım ve “Eyvah” dedim içimden, “kötü haber!”
-Aşağıda iki polis memuru var, giyinik olarak aşağıya gelmenizi istiyorlar!..
“Giyinik olarak!.. Gülmek istedim; kendimi çıplak bir halde polislerin karşısında hayal ettim, sanki hep öyle dolaşırmışım gibi!.. “Geliyorum” dedim...
Neden alındım bilen yok!..
Karşımdaki karakol polisi çok nazik, çok saygılıydı...
-Ümit Bey, yakalama emri var hakkınızda, karakola kadar gelmeniz gerekiyor!
Tamam, hakkımda davalar var ama hemen tümü televizyon programı ya da köşe yazılarımla ilgili. Çoğu ertelenmiş. “Atladığım, gitmediğim var mı?” diye düşündüm. Bildiğim kadarıyla yok! Kibarca sordum:
-Neyle ilgili memur bey?..
Polis memuru, “bilmiyorum. Uyap’ta(polis-adliye sistemi) yalnızca yakalama var, konu yok!” deyince şaşırdım. Ben bilmiyorum, polis bilmiyor. Geriye savcı ile hakim kalıyor; onlar da bilmiyorsa durum fena!..
Tam otelden çıkıyoruz, nasıl olduysa, nereden duydularsa sevgili Gürkan Hacır yerden bitivermiş gibi beliriverdi yanımızda. Sonra anladım; ne olur ne olmaz diyerek kız arkadaşım Asya Ceyhun’a haber vermiştim, o da Gürkan’a haber vermiş. O da Erol Mütercimler’i aramış. Neyse maaile Alsancak Karakolu’nun yolunu tuttuk. Şunu söylemeliyim ki, ne karakolda ne de adliyede en ufak bir ima, kötü söz ya da tavır görmedim. Herkes gayet saygılı, nazikti...
Ancak hiç kimse benim neden gözaltına alındığımı bilmiyordu!.. Şaka gibi; “niçin aldınız” diyorum, “valla Uyap’a düştü, aldık” diyorlar, başka bir şey demiyorlar!.. Neyse o arada benim sabahın 06.00’sında attığım “Alsancak karakolundan herkese günaydın, gözaltındayım” mesajı, bizimkilerin telefon ve mesajları sayesinde durumu duymayan, bilmeyen kalmadı. Avukat Celal Ülgen arayıp, İzmir Barosu’ndan sevgili arkadaşım ve avukatım Murat Ergün’ün yolda olduğunu söyledi.
Bir kaç saat karakolda konuk edildikten sonra, önce hastaneye kontrole gittik. Burada hakkımda yakalama emri veren yargıca, gelip beni yakalayan polislere bir teşekkür borcum olduğunu belirtmem gerek; alındığımda çok hastaydım, öksürüyorum, burnum akıyor, halsizlikten geberiyorum; bu sayede bir de iğne oldum kendime geldim...
-Dirilmiş olarak yanımda muhafızlar, adliyenin yolunu tuttum!..
Antarktika’da yaşadığım için!..
Bayraklı Adliye’sinde avukatım Murat’la buluştuk...
Nezaret bölümünde kaydımı yaptırdım. Sonra yakalama bürosuna çıktık ve orada durumu öğrendik:
-Yıllar önce bir televizyon programında PKK meselesi konuşulurken, terör örgütünün 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan işkenceler nedeniyle güçlendiğini anlatıp, bu durumdan o zaman ki müdür, Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın sorumlu olduğunu söylemiştim...
Peki nereden biliyordum?.. O işkenceleri anlatan yüzlerce tanıktan, yazılan bir yığın kitaptan, yapılan belgesellerden tabii ki!.. Üstelik bunu yazan, anlatan en az yüz elli, civarında gazeteciden!.. Ancak bu konuşmayı duyan Yıldıran’ın oğlu, “babasının aziz hatırasına hakaret” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuş, dava açılmış, sürmüş ancak, bizim Murat’ın o şahane Tweet’inde söylediği gibi, “Ümit Zileli aslında Antarktika’da yaşadığı için” bir türlü bulunamamıştı!.. Şaka bir yana, herhangi bir televizyon ya da gazeteye bile sorulsa telefonum bulunabilirdi. Davet edilir ve tabii ki giderdim!..
Ama o zaman çok sıkıcı olurdu herhalde; böyle heyecanlı bir koşuşturmaca, sabahın körü vaziyetleri yaşanmazdı!.. Kısacası dostlar, ortada hakaret filan yoktu, bir durum tespiti vardı... Duruşmanın yargıcına da o şekilde ifade verdim:
-Ben gazeteciyim. Görevim kamuoyunu bilgilendirmek. Yaptığım bir tespit idi. Eğer şimdi internete girip o ismi yazarsanız karşınıza binlerce, on binlerce haber çıkacaktır.. Bu bir hakaret değil, malumun ilanıdır!.
Sonra da serbest kaldım...Peki bu hikayeyi niçin yazdım?. Tabii ki biliyorum; bu ülkede, yüzlerce yurtseverin, gece yarıları, sabaha karşı evlerinden alınıp, günlerce gözaltında tutulup, sonra tutuklanıp Silivri zindanına doldurulduğu, yıllarca yatırıldığı bir ülkede altı saat gözaltında tutulmak hiç bir şeydir!..
Yazmamın nedeni şu: aynı kara mantığın sürdürülmesi, bu bir... Bu türden hiç bir baskının, gözdağının, zorbalığın bu ülkenin adam gibi gazetecileri açısından zerre kadar kıymet-i harbiyesinin bulunmadığı gerçeği, bu da iki!..
Bir de bu vesileyle, adını bile bilmediğim, yüzünü bile görmediğim ama yüreğimde hep hissettiğim dostlarımın, o güzel insanların gönderdiği o sıcacık ve çelik gibi mesajlara teşekkür etmek!..
-Güzel günler göreceğiz arkadaşlar...
https://twitter.com/umit_zileli