Ahmet Hakan isimli muhterem Salı günü köşesinde bir yazı kaleme aldı...
-Ama ne yazı!.
Dersim isyanını onun gibi görmeyenlere, her satırında hakaret eden, tarihi ters yüz eden, Kimseye sormadan özür dileme cüreti gösteren “WikiLeaks belgeli” dostunu savunmak adına milyonlarca insana “gözü dönmüş” yaftası yapıştırabilen, cehaletini, kötü niyetini “kabak gibi” açığa vuran bir yazı diyelim...
-Kısacası pek terbiyesizce bir makale...
* * *
Önce, niçin yanıt verdiğimi kısaca anlatayım...
Yanıt vermeye hakkım olduğu için!.. Öncelikle girişine “Tunceli insanına verdiğim sözü tutmanın iç huzuruyla” ibaresini koyarak yayımladığım “Vur Emri- Bir asteğmenin Tunceli hatıraları” kitabının yazarı olduğum için.. Bu kitap, 1988 yılında, terörün en yoğun olduğu zaman diliminde basıldı. Okumayan Tuncelili azdır. Bir asteğmenin gözüyle, yaşananlar son derece dürüst biçimde, her türlü risk göze alınarak yazılmıştır, üstelik belgeleriyle birlikte!..
Tunceli’nin mezraları dahil, dağında, taşında ayak izim bulunduğu için... Tunceli halkının yaşamını, düşüncelerini, hayata bakışını an be an gözlemlediğim için... Dik duruşlarına, cumhuriyete olan sevgi ve bağlılıklarına hayranlıkla tanık olduğum için... Bir Tuncelili ile evlendiğim, aile yaşamlarına karıştığım ve bundan dolayı gurur duyduğum için... Kızımın en az bir yarısının Tunceli’ye ait olduğunu bildiğim, duyumsadığım için...
-Sanırım bu kadarı yeterli...
BAYTAR NURİ, ALİŞER VE SEYİT RIZA...
Gelelim Ahmet Hakan’ın suçlama ve hakaretlerine...
Muhterem, “Hay Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz vicdansızlar” girizgahını yaptıktan sonra, aynen şöyle diyor:
-Velev ki Dersim’de isyan çıktı. Velev ki Dersim’de 30 asker şehit edildi. Velev ki Dersim’e harekat yapmak farz oldu.. Velev ki Seyit Rıza haindi...
Burada biraz duralım. Eski Başbakan’a özenip “Velev ki” sözcüğünü savurganca kullanan bu arkadaşa minnacık bir tarih dersi vermek farz oldu:
-Be muhterem, “Velev ki” diye sıraladığın tüm ögeler doğru.. İstediğin kadar yok say, hepsi belgeleriyle varit...
Evet, Dersim’de çook uzun zamandır altyapısı hazırlanan bir isyan çıktı. Dersim isyanı, taa 1919’da Emperyalizmin tezgahı ile çıkarılan Koçgiri isyanının son halkasıydı... O isyanda öne çıkan üç isim kimlerdi biliyor musun?. Baytar Nuri, Alişer ve Seyit Rıza. Yani Dersim isyanının önderleri!.. Yani, neredeeen nereye!.. Kurtuluş Savaşı esnasında ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında çıkarılan isyanların hemen tümü aynı amaca hizmet eden, dış destekli hain isyanlardı!..
Evet, Dersim’de askerler şehit edildi. Ancak sayı yanlış.. 30 değil, 199 asker şehit edildi!.. İlk olarak da Atatürk’ün açılışını yapacağı Singeç köprüsünü koruyan karakol basıldı, bir teğmen ve 33 asker hunharca katledildi.
Evet, Dersim’e harekat farz olmuştu. Şeyhler, ağalar Dersim’i yüz yıllardır devlet içinde devlet gibi yönetiyor, o yöredeki zavallı köylüyü maraba olarak, eşkıya olarak kullanıyordu. Cumhuriyetin o topraklara götürmek istediği yola da okula da köprüye de sırf bu düzenleri bozulmasın diye karşı çıkıyordu. Buna rağmen isyana çok sayıda aşiret katılmadı. Askeri harekat, isyana katılan Abasan, Haydaran, Demenan, Kureyşan, Yusufan aşiretlerine karşı yapıldı. Tam 6 bin küsur silahlı asiye karşı yapıldı!..
Yani bu bir savaştı...O Mehmetçiklerin canını alan silahların menşei neydi acaba?. Tabii ki İngiliz, Tabii ki Fransız’dı!. Tıpkı Ağrı isyanlarında, Koçgiri isyanında, Bolu-Düzce, Gerede, Yozgat isyanlarında, Şeyh Sait İsyanında olduğu gibi!.. Yeri gelmişken yazayım; sen ve senin gibilerin “özür” hezeyanından sonra Savcı Sayan isimli muhterem de ekrana çıkıp, “Ağrı isyanlarında da insanlar öldü” deyip, özür dilenmesini istemesin mi?! Bu durumda Cumhuriyet, dış destekle canına kasteden tüm isyanlar için özür dilemelidir, hatta bu da yetmez, Cumhuriyeti kurduğu, aydınlanma devrimini hayata geçirdiği için büyük devrimci Mustafa Kemal, mezarından çıkıp özür dilemelidir mantığı da “özel tarihin” başköşesine oturdu.
-Tebrikler!..
Evet, Seyit Rıza düpedüz haindi!. Daha önce yazmıştım, bir kez daha tekrarlayayım. Seyit Rıza’nın İngiltere Dışişleri Bakanına, Fransızca yazdığı 30 Temmuz 1937 tarihli “3 milyon Kürt yardımınızı bekliyor” içerikli mektubunu, Londra’da, “Public Record Office” arşivinden ben çıkarttım. 28 Haziran 1987 tarihli Nokta Dergisi’ne kapak oldu.
Mektubunun altındaki imza şöyleydi:
-Dersim Generali seyit Rıza!..
Kürt ayrılıkçı çevreleri bu mektubu önce şiddetle inkar etti. Olmadı!. Bu kez “Seyit Rıza’nın okuma yazması yoktu. Mektubu Baytar Nuri yazdı” dediler. Sanki Baytar Nuri efendi, Seyit Rıza’nın değil de, İRA’nın danışmanı ve ayrılmaz adamıydı!.. Şu soytarılığa bakın...
İşte birader, senin “Velev ki” diye başladığın soruların kısa yanıtı böyle..
'TARTIŞMAK İSTİYORLARSA BEN HAZIRIM'
Sıra, “bütün bunlar, günahsız, suçsuz insanların hunharca katledilmesini meşru mu kılar” sorusunda...
Bu ülkenin yurtsever milyonları, bir kişinin bile suçsuz, günahsız yere can vermesi karşısında ıstırap duyar, acı çeker... Bunu her zaman, her yerde, sonuna dek ispatlamıştır da... Tıpkı, Alman faşizminden kaçan Yahudileri kucakladığı, tıpkı acımasızca katledilen, asılan, gençlerin ardından ağıt yaktığı gibi.. Dersim isyanında yapılan üç harekat sırasında, ne yazık ki çok sayıda sivil, kadın, çocuk, yaşlı insanın yaşamını yitirdiği, özellikle ikinci dersim harekatının çok kanlı olduğu ve bu nedenle bölge komutanının görevden alındığı bizzat resmi yazışmalarda mevcut. Bu konuda sizlerden çok evvel, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu başta olmak üzere birçok devrimci, millici kalem yazdı bunları. Arşivler ortada, açıp okuyabilirsin.. Şimdi sen ve savunmak için cansiperane çalıştığın kişi ve çevrelerin bu isimlerden ayrıldığı noktaya gelelim:
-Başta büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran kadroyu “soykırımcı, savaş suçlusu” göstermek için, 2008’de Ermeni dostlarıyla Avrupa parlamentosu kanatları altında hiç utanıp sıkılmadan “soykırım toplantısı” düzenleyen emperyalizmin Kürt işbirlikçileri, “isyan filan yoktu, Kürtleri yok etmek için böyle bir şey uyduruldu” yalanını ortaya attı. Geçen haftaki yazımda anlatmıştım. Bu yalan tutmayınca, “oradaki aşiretler kışkırtıldı” rezilliğine savruldular. Tabii o zaman da şu soru ortaya çıktı: “ öyleyse niçin bir çok aşiret isyana katılmadı?!” Hani, nerede yanıt?..
Mustafa Kemal, 1 Kasım 1936’da, TBMM’de yaptığı konuşmada, “Dersim’deki ağalık düzeni sorunu Türkiye’nin en önemli iç sorunudur” diyordu. Bunun için başta, İsmet İnönü ve Celal Bayar olmak üzere raporlar hazırlandı. 1935 yılında Dersim’e Tunceli adı verildi. Hangi yönetim, soykırım yapmayı düşündüğü bir bölge için binlerce sayfadan oluşan, tutanak, yazışma, telgraf, Bakanlar Kurulu kararı düzenler ve bu arşivleri korur acaba?. Hangi soykırım tasarlayan hükümet, Cumhurbaşkanı’nın da imzasıyla 27 şubat 1938’de Ovacık’ta şehit edilen komutan ve 20 erin veresiye aldığı erzakın parasının yöredeki bakkallara ödenmesi için karar çıkartır acaba? (Sağ olasın Yılmaz Özdil)
Madem soykırım denecek denli bir büyük katliam yaşandı, niçin 1935 sayımında 101 bin olan Tunceli nüfusu, 1940 yılında 94 bin 600 idi?. Çarşamba günü Soner Yalçın’ın Sözcü’deki köşesinde “Dersim değil Tunceli” başlıklı yazısını okumanı öğütlüyorum. Bak, Soner orada ne diyor:
-Tunceli, Ağa’nın, Şıh’ın, Şeyhin/ feodalizmin barınamadığı yer demektir... Tunceli, aydınlanmanın kalesi demektir... Tunceli, 1954 ve 57’de herkes DP’ye oy verirken CHP’ye oy vermek demektir... Tunceli, faşist 1982 Anayasa’sına en çok hayır oyu vermek demektir... Tunceli, CHP’ye genel başkan vermiş şehir demektir... Tunceli, İbrahim Kaypakkaya demektir; Ali Haydar demektir... Tunceli, bir komünisti, bir kadını belediye başkanı yapacak kadar uygarlık merkezi demektir...Tunceli, bağımsızlık, özgürlük, eşitlik demektir... Tunceli, kadın-erkek eşitliği demektir... Tunceli, sevgi-hoşgörü-vicdan demektir... Tunceli “yiğit insanların yaşadığı yer” demektir...
Ve soruyor: Tunceli semboldür. Ya Dersim?..
Bak birader; bir CHP’den çok uzak CHP yöneticisi muhteremi korumak / savunmak / yüceltmek uğruna milyonlarca insana hakaret etmeyi kendine görev edinmiş olan sen, git o çevrelere ya da kişilere söyle; yürekleri yetiyorsa ve de hangi televizyonda, hangi konferans ya da panelde tartışmak istiyorlarsa ben hazırım. İsterlerse seni de “bonus” olarak getirebilirler. Kendine de, onlara da söyle:
-Terbiyesizlikle, hakaretle, küfürle olmuyor, olamıyor...
Bak büyük yurtsever devrimci şair Nazım, “Bir provokatör üzerine hiciv denemeleri” şiirinde, bu türden kaypak zemin üzerinde oynamayı marifet bilenler için ne diyor:
ey marka malı kör provokatör,
Yoktur şimşiri kahrını inkâra niyyetim...
Kokla, çek ve iç,
üzülme hiç...
Billahi cihan bilir ki, sen
kahraman, ulusal muhaliflerimizdensin!
Kokla, çek ve iç
üzülme hiç
…
Hemen azıya alıp gemi
Faşisto- demokrato-liberal
bir jurnal
yazıp
delikanlıyı yere çalmak
ve bir miktarı münasip elden almak
istedin !..
Elden alıp, almamana
karışmam ama
biz,
gölgemizi bile çiğnetmeyiz adama !
...
Okuman lazım evlat.
Okuman lazım evlat.
Evirip çevirmeyi, göze girmeyi, falan filan
bırakıp
okuman...
Bir düşün oğlum,
bir düşün ve benden öğren ki son defa:
FİKİR dediğin şeyin
Karabet ustanın uduna benzemez suratı.
O, ne şapırtılarla çiğnen bir sakız,
ne “Vatan – Silistre”de Abdullah çavuşun tiradı,
ne de “Bir akşamdı”da müteverrim bir bayan ilacıdır.
O, şahlanmış bir kavga atı,
kalın kabzalı bir savaş kılıcıdır.
Bu ata atlayacak yürek
ve bu kabzaya bilek gerek...
https://twitter.com/umit_zileli
https://twitter.com/umit_zileli